Biraz Kitap

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

13 Şubat 2018

Saatleri Ayarlama Enstitüsü: Saygı

Yaptığın İşe Saygı Açısından

Bu romanı kendine ve yaptığın işe saygı duymanın önemi açısından değerlendirmek istiyorum.

İşin ne kadar saçma olursa olsun, en başta sen bu yaptığın işe inanıyorsan, saygı duyuyorsan, herkes eninde sonunda inanacak ve hürmet gösterecektir.

Ben bu kitaptan bunu anladım.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, evet gerçekten saçma, gereksiz, anlamsız bir kuruluş. Ama işin kurucusu Halit Ayarcı bu işin o kadar önemli, o kadar gerekli olduğunu düşünüyor ki onun karşısında siz kendinizden şüpheye düşüyorsunuz, bu enstitü olmasa hakikaten dünya eksik kalırmış diye.

İşte hepimizin işe yaklaşımı konusunda bu Halit Ayarcı özgüveni, inanmışlığı, kendinden eminliği olmalı.

Yaptığın işe saygı duyduğun ölçüde saygı göreceksin.

İşin ne olduğunun önemi yok.

Cem Yılmaz, bir gösterisinde buna benzer bir şey anlatmıştı. Film çekiyorlarmış. Oyuncular ve set ekibi için tuvalet lazımmış. Seyyar tuvalet araştırmışlar. Öğrenmişler ki bu tip organizasyonlar için bir otobüs var. Anlaşıyorlar. İlgili otobüs geliyor. Çok şık, jilet gibi. Tuvaletin sahibi iki adam inmiş otobüsten, şezlongları açmışlar, güneş gözlüklerini takmışlar ve demişler ki: “Bu tuvalet.” Film ekibi otobüsün ve sahiplerinin görkeminden etkilenmiş ve demiş ki: “Bizde buna sıçacak göt yok.”

Kaymakam gelmiş seti ziyarete, yapımcı sanarak tuvaletçilere yönelmiş ilk.

Şunu anlatıyor yani, tuvaletçisin diye ezik büzük olman gerekmiyor. Kendini ezmeye, ezdirmeye yer arama.

Her ne iş yapıyorsan o işi benimse, yaptığın işe saygı duy.

Etraf da bu nedenle o işe ve sana saygı duyar. Sen yaptığın işe kendin inanmazsan, yaptığın işe saygı duymazsan etraf da sana öyle muamele edecek, inanmayacak, değer vermeyecektir.

Başka bir örnek daha vereceğim. Bu kötü bir örnek aslında ama iyi taraflarını alın.

İsmini vermeyeyim ama şöhreti büyük bir dolandırıcı var. Birkaç on yılda bir İslami kesimden çeşitli proje vaatlerinde bulunarak dev paralar almasıyla ünlü.

Bu kişinin mağduru olan insanların avukatlığını yapmıştım. Bu çerçevede ceza mahkemesi duruşmalarında yer aldım.

Kendisini öyle bir savunması vardı ki. Örneğin hapse girmemek için diyordu ki: “Ben hapse girersem projeler durur, insanlar paralarını alamaz.”

Hatta kendisine para kaptıran insanlar, “Paramızı ver!” diye yakasına yapıştığında “Proje henüz bitmedi. Ekonomik kriz var. Şu kadar daha para verirseniz, proje tamamlanır ve ben de size oradan paranızı veririm.” diyordu.

Ve insanlar inanıp yine para veriyordu.

Duruşmada o kadar kendinden emin bir şekilde insanlardan aldığı paralarla ülkeye yatırım olsun diye hizmetler yaptığını, bu yatırımlara katılan hakimlerin de olduğunu, hapse girerse projeler duracağı için yatırımcıların mağdur olacağını… vesaire anlatıyordu ki insanın ikna olması bir anlık basiret meselesi.

Muhtemelen yatırımcı dediği o insanları da bu şekilde kandırıyordu.

İşin aslı kandırıyordu denemez bence. Çünkü kandırıyor olması için rol yapıyor olması lazım. Ama öyle bir rol üstün bir oyunculuk yeteneği gerektirir, oscar ödülü hak eder. Bence rol değil, gerçekten inanıyor adam yaptığı işin iyi bir şey olduğuna. Gerçekten inanıyor insanları dolandırmadığına.

İşte bu “gerçekten inanma” kısmından feyzalmalıyız.

Yaptığımız işin önemli bir iş olduğuna bizzat, bilfiil, en çok biz kendimiz inanmalıyız. Kendimize ve yaptığımız işe bizzat, bilfiil, en çok biz kendimiz saygı duymalıyız. İşte ancak o zaman başkalarının da inandığını ve saygı duyduğunu göreceğiz.

Saygılarımla,
Hülya Erarslan

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan