Uykusuz Klavye

Fal

6 Eylül 2018

Fal

Üç, dört yıl oldu herhalde. Bir gün şirketteydim. Baktım benim olduğum bölümün tam ön kısmındaki dörtlü adacıkta kızlar toplanmış. Fısır fısır bir şeyler konuşup, bol ünlemli nidalar salıyorlar ortama. Vay canına! Hadi canım! Ay gerçekten mi? Kızım efsaneymiş ya! O an işim nasıl başımdan aşkın anlatamam ama bu kadar temaşa, böylesine bir şamataya dayanamayıp sonunda gittim yanlarına.

Olay şu: Zeynep, kızlardan birinin ablasının görümcesinin bir tanıdığının eniştesinin kaynatası vasıtasıyla bir falcıya gitmiş.

Kadın Zeynep’in kaç zamandır birlikte olduğu çocuğun adını şakkadak bilmiş. Ardından da bana onu soracaksan hiç sorma demiş. Zeynep şok! Peki ama neden diye sormuş. Kadın demiş ki; bak kızım sizin iş zaten olmuş. Bütün yollar kapalı. Yani senin falın fallanmış. Bugün, hadi bilemedin yarın bu çocuk sana kapanacak.

“Açılacak değil miydi ya o? Kapanacak da ne demek?” diye sordum hemen.

Hikayenin bütün coşkusunu emen bir yaratıkmışım gibi öfleyip püfleyerek göz devirdi hepsi.

“Ay Pınaar! Hakkatan bir hoşsun kızım yaa! Yani Mete Zeynep’e yürüyo diyooo. Anlasana kızııım!”

Melis bu. E harflerini konuşurken a’lara dönüştürmek gibi garip bir ergen yeteneği var. Halbuki ergenliği atlatalı çok olmalıydı. Neyse ben gerekli açıklamayı aldıktan sonra içime bir kurt düştü. Acaba bu falcı benim de Kaan’la olabilecek, olacak, olmalı olan geleceğimi görebilir miydi? İçimde bir umut, bambaşka bir hissiyatla kulak kesildim Zeynep’in anlattıklarına. Kadın gerçekten çok tuhafmış. Cinlerim var benim, onlar bana haber veriyorlar demiş. Zeynep ilk başta inanmamış tabi. Haklı.

Hangimiz metafizik dünyasına o mertebede aşinayız ki? Ama sonra, kadın kırmızı bir taş gelecek demiş. Su yanında su gibi geçecek bir ömre evet diyeceksin demiş. Ve ne olmuş bilin bakalım? Zeynep’in kafasında bir ampul yanmış. O akşam gerçekten de boğazdaki hani şu çok meşhur La Scala’da yer ayırttırmışmış Mete. Bizimkisi bir heyecan çıkmış falcının evinden. O gece evlenme teklifi alacağından emin bir kadının detaycı hevesiyle hazırlanmış da hazırlanmış. Ve sonunda gerçekten de falcının dediği olmuş. Mete, boğazın mora çalan gün batımında, en sevdikleri şarkı eşliğinde (önceden ayarlamışmış) sevdiği kadına, yani Zeynep’e bir ömür boyu birlikte olmayı teklif etmiş. Ve Zeynep de pek tabi evet demiş. Yoksa ne diye onca hazırlık yapsındı değil mi?

Ben hemen; her dikkatli dinleyici gibi kırmızı taşı sordum.

“Ay ne kırmızı taşı kızım! Evlenme teklif etti diyorum adam bana ve bunu o falcı bildi” dedi Zeynep hışımla. Falcının öngörüsünü sorgulamışım gibi görünmemden rahatsız olmuştu sanırım.

Melis atıldı hemen.

“Kızııııım bayaaaağ iyiymişsin. İnstoş’ta gördüm fotolarını. Hele o ayakkabılağr! Yıkılıyoodu! Nook-taaa!” işaret parmağını hafifçe havada döndürüp, Zeynep’in suratına doğru hayali bir nokta işareti koyuyor. Nereden öğrendi bunu yapmayı? Siyahi komedi filmlerindeki işveli kadınların edasıyla konuşuyor sürekli.

Devam etti kırk sekiz kiloda hafif sıklet Melis.

“Elbisan için diğceek bi şey bulamiyoğrom. Taam bir piremses olmuşsun. Sana baaa-yıl-dım. Noktaaa!”

Aynı hareket.

Zeynep utangaç, yeni gelin edasında mahcup –muş gibi cevap verdi.

“Ah sağ ol şekerim. İnanır mısın valla sezon sonu diye aslında çok endişe ettim. Giyecek bir şey bulamayacağım diye. Ama Allah’tan Zeymen’in yeni çıkardığı ara sezonunda Cucci’nin bu elbisesini bulabildim.”

Aynı anda diğer kızlardan şaşkınlık dolu sesler yükseldi.

“Oooo? Cuuccciii hem deee! Paraya da kıyarmış bizim pıtırcık?”

Pıtırcık ne ara oldu lan bu? İyi ki bir evlilik teklifi aldı. İçim bayılmıştı muhabbetten. Bu kadar hormonlu kız muhabbetini çekemeyecektim. Son söylenene ben de saçma sapan gülüp fıttırı fıttırı uzaklaştım oradan. Masama geldiğimde ilk iş Cucci’nin o elbisesinin fiyatını araştırmak oldu. Oha! Bu kız bu parayı nasıl kazanıyor? Hemen kendi aldığım maaş ve yaptığım işle Zeynep’in pozisyonunu ve maaşını kafamda dengelemeye çalıştım. Kesin dış mihraklardan yardım alınmıştı. Noktaaa!

Sonra tabi Gugıl’dan falcı kadının adını arattım.

Pek bir şey bulamadım. İçime düşen kurt, usul usul Zeynep’ten kadının telefonunu almam için beni içten içe yiyip bitiriyordu. O yüzden bütün gün masamda Zeynep’i kesip durdum. Müsait olduğunda ilk iş yanına damlayacaktım. Ancak bir türlü yalnız kalamıyordu. Sürekli insanlar gelip gidiyor, bu harika haber için onu tebrik ediyor ve çoğunlukla da falcı ile ilgili detayları anlatması isteniyordu. Sonunda tam iş çıkış saatinde yakaladım Zeynep’i.

“Zeynep’cim şimdi senin bu falcıyla olan muhabbetini bir arkadaşıma anlattım da… Onun da erkek arkadaşıyla ilgili bazı sıkıntıları var da… Senin başına gelenleri de anlatınca, pek bir ilgilendi. Diyorum ki sen versen şu kadının telefonunu. Ben de ona versem…”

“Aaaa öyle mi? Kim arkadaşın?”

“Kim, kim?”

“Arkadaşın canım. Adı ne yani?”

“Haaa. Şey, Müge” deyiverdim birden.

“Müge? Satınalma’daki Müge mi bu?”

Ne diye Müge’nin ismini verdim sanki? Salak kafam!

“Haa, yok yok. O Müge değil bu. Başka. Benim üniversiteden arkadaşım, sen tanımazsın.”

“E, iyi madem. Mesaj atıyorum sana” dedi ve gitti.

Benim gizli bir şey yapmaktan ötürü hissettiğim heyecan ve tedirginliğe karşıt bir duruluk ve umursamazlıkla uzaklaştı yanımdan.

Anladı mı acaba kendim için istediğimi? Yok canım anlasa zorlardı. Niye zorlasın? Umurunda sanki. Değil ama yine de ortama konu çıkarmak için zorlardı. Ayyy! Yeter! Neler düşünüyorum? Sonra içime başka bir kurt düştü. Ya bu Zeynep’in falcıyla muhabbeti varsa? Ya ben gittiğimde kadın Zeynep’e benim geldiğimi ispiklerse? Sonuçta bu fal camiasında kişilik haklarının korunması diye bir etik yok. Ya da var mı? Kişisel bilgilerin korunma kanunu. Korunması kanunu. Koruyalım kanunu. Neyse ne! Gerçi o daha çok T.C. kimlik numarası, anne baba adı falan içindir herhalde. Kahve fincanın dibindeki telveden evirilen bilgiler bu kanuna dahil mi emin değildim.

Herkes çıktıktan sonra toplantı odalarından birine geçtim. Orası öyle dört bir yanı duvar, gizli gizli toplanılacak bir oda değildi tabi. Her yer camekandı. Aynı bir mağaza vitrini gibi. Patronların, çalışanları izleyecekleri, çalışanların da ne kadar akıllı, ne kadar çalışkan, ne kadar yaratıcı, ne kadar takım çalışanı olduklarını patronlarına gösterebilecekleri camdan bir kafes. Ama gerçek şu ki ses geçirmiyordu. Zaten benim o anda ihtiyacım olan da buydu.

Girdim içeri ve hemen aradım falcıyı. Bir iki çalıştan sonra açıldı.

“Aaloooo?” İçten geçmiş bir ses.

“A merhaba, çok pardon uyandırmadım inşallah?”

Akşam altı oldu. Yuh. Bu saatte de uyunur mu?

“Seanstayım canım. Ben arayayım sizi. İyi günleeğğr.”

Çat!

“Alo? Alo?”

Suratıma kapattı. Cinleri devrilesice.

Neyse ben toparlanıp çıktım. Metrobüsteyken bu aradı beni geri ama bu sefer de ben konuşamadım. En nihayetinde akşam konuşabildik. Hissi ve ruhi dünyasından ayrılmış; fasulye ayıklıyorum, yarına zeytinyağlı yapacağım diye anlatmaya koyuldu. Ben lafa gireceğim bir türlü es vermiyor. Yok beş tane kesmeşeker artık az geliyormuş da şekerlerin tadı eskisi gibi değilmiş de… Falan filan…

“Zarife Hanım çok pardon. Ben sizi meşgul etmeyeyim, telefonunuzu bir arkadaşımdan aldım. Fal baktırmak için gelmek istiyordum” diye giriverdim araya.

“Tövbeee haşaaa!”

“Efendim?”

“Yavrum tövbe haşa! Öyle fal mal deme! Gücenir benimkiler. Ne o öyle sirk hayvanı görmeye gelecekmiş gibi. Ben öte alemlerden ışık taşıyorum. Esmaü’l hüsnası bol Rabbim de onlar aracılığı ile bana böyle bir marifet vermiş. Biz fal bakmayız. İçinden geçenleri görür, içimizden geçenleri söyleriz sadece.”

“Aa, tabi tabi. Kusura bakmayın ben çok bilgisizim bu konularda da. Neyse Zarife Hanım, ben, siz de eğer müsaitseniz tabi yarın iş çıkışı gelmek istiyordum.”

“Olur yavrum gel tabi.”

“Tamam o zaman. Adres neydi?”

Ertesi akşamı zor ettim.

İş çıkışı, aklımda Kaan ile ilgili sormak istediğim türlü türlü soruyla birlikte attım kendimi Kadıköy vapuruna. Yol boyunca aklımdaki soruların değişerek farklı biçimler almasına, yolun uzunluğunun aklımı karıştıracak tuzaklar kurmasına engel olmaya çalışarak falcının evinin olduğu sokağa girdim. Ev, Ziverbey’de, minibüs caddesini diklemesine kesen sokaklardan birindeydi. Bir tarafında çevreyolu bağlantısının viyadük korkulukları, diğer tarafında ise sokağı gölgeleyen asırlık çınar ve çitlembik ağaçları vardı. Falcının oturduğu apartman, sokağın tam ortasına denk gelen Zarif Apartmanıydı. Kentsel dönüşümden hakkı olan payı alamamış geçkin bir dul gibi iki yanında gıcır gıcır yükselen binaların arasına saklanmıştı. Apartmanın giriş kapısı açıktı. Adreste beşinci kat on iki numara yazıyordu. Her katta iki daire olsa… Demek ki binanın bodrum katında da daire var. Kapıcı mı oturuyor yoksa kiracı mı? Kim bodrum katta bir ev alır ki?

“Buyurun, birine mi bakmıştınız?”

Bodrum kata inen merdivenlerin başında elinde paspasıyla, otuzlarında sırım gibi bir adam. Kapıcı.

“Zarife Hanım’a gelmiştim de asansöre bakıyordum. Yok mu asansör apartmanda?”

“Ablacım, en az elli yıllık bina. Asansör yok maalesef” deyip elindeki içi geçmiş paspasın solucana benzeyen uçlarını önündeki çamurlu suya daldırıp çıkardı. Yapacak bir şey yok dedim kendi kendime. Akılsız başın cezasını…

Apartmanın içi rutubet kokuyordu. Giriş katının loşluğu, üst katlara çıktıkça kumlu taş merdivenlerde eriyip bir orta çağ kalesinin yaşlı kokan karanlığına dönüşüyordu. Yani ortam ve ışık tam da doğaüstü bir olayın gerçekleşeceğinin habercisi gibiydi. Beşinci kata ulaştığımda bu hava, çatıdaki havalandırma penceresinden giren cılız akşam güneşi ile biraz kırıldı neyse ki. Üzerinde iki tane melek figürü asılmış kapının zilini çaldım.

On bir, on iki yaşlarında üzerinde okul forması olan bir kız açtı kapıyı.

“Merhaba, Zarife Hanım’a gelmiştim ben ama? Evde miydi?”

“Evet, evde annem. Az biraz işi var. Siz gelip içeride bekleyin.”

Beni salona aldı. Seksenlerden kaldığı belli olan oymalı kakmalı ceviz mobilyalarla döşenmişti oda. Minderleri puf böreği gibi kabartılmış, insanı oturmaya davet etmekten çok “benden uzak dur” diye bas bas bağıran koltuklardan üçlü olanının köşesine rahatsız ilişiverdim hemen. Kız da o sırada salondan çıktı. Meraklı gözlerim etraftaki biblolara takıldı. Biblo müzesi gibiydi salon. Herhalde yüzlerce irili ufaklı biblo vardı. Melek figürleri, Viktoryen elbiseli kadın ve erkekler, dans eden, oturan, çiçek veren, çiçek alan, salıncakta sallanan, kimisinin kolu, bacağı kırılmış bir sürü küçük porselen insan, porselen kedi köpekler. Ve onların arasında pek tabi yine porselen sepetlerin içinden fışkıran plastik çiçekler. Evde porselenden sürreal bir alem yaratılmıştı sanki.

Bu yapay görüntüye tezat köşede ise kendi evreninde bir hayat sürdürmeye çalışan kauçuk tüm canlılığı ile tavana kadar uzamıştı. Fakat onun da dalları renkli rafyalarla kalorifer borularına gelişi güzel asıldığından tezatlığı konusundaki fikrim hemen değişti. Bu alemin içinde kendi varlığımı, neden orada olduğumu sorgulamaya başlamıştım ki; Zarife Hanım içeri girdi.

“Hoş geldin kızım.”

“Merhaba. Hoş bulduk.”

“Yalnız oradan kalk bakalım sen. Şöyle tekli olana geçiver.”

Şaşırdım. Haliyle kalkıp hemen altıma baktım. Acaba bir şeyin üstüne mi oturdum diye. Ama mabadımın kapladığı alandaki göçükten başka bir şey yoktu. Puf böreğine bir darbe indirmememe mi bozuldu diye düşünürken söyledi.

“Orası iyi saatte olsunların yeri canım.”

“Kimin?”

Göz kaş işareti ile yanındaki tekli koltuğu işaret etti.

Anladım. İş ortaklarının yerine oturmuştum. Onlar oradayken oturmuş olabilir miydim diye de düşünmeden edemedim. Saçma sapan bir yere gidiyordu bu fal baktırma işi. Zeynep anlatırken hiç bu kadar saçma ve gerçek üstü gelmemişti kulağa oysa ki. Neyse ben tekli koltuğa oturduktan sonra kadın sehpanın üzerindeki kâğıt ve kalemi alıp sorular sormaya başladı.

“Adın ne?”

“Baba adın ne?”

“Annenin adı ne?”

“Doğum tarihin?”

GBT mi çıkarıyordu anlamadım ki. Neredeyse ikamet isteyecekti. Sabırla cevap verdim sorduklarına. Sonra bana kimi soracaksan onu düşünmeni istiyorum, dedi. Aklımdan çıktığı mı var? Anın büyüsüyle derin bir nefes alıp sağ elimi boynumda, ucunda Kaan yazan altın pendantın üzerine yerleştirdim. Böylece iyi saatte olsunlar belki benim bu konuda ne kadar ciddi ve adanmış olduğumu anlarlardı.

Birden Zarife Hanım’dan garip, böğürtülü bir ses çıktı. Korkutucu olmaktan öte komikti. Önce boğazını temizliyormuş gibi kısa, kesik sesler çıkarıyor sonra burnundan derin derin soluyup diyaframdan inliyordu. Ve sanıyorum bunun karşısındaki için korkutucu olduğunu düşündüğü için yapıyordu. Oysa daha çok boşalıyormuş gibi geldi bana. Yerimde dona kalmıştım. İstemsiz üçlü kanepenin köşesine gözüm kaydı. Görülmeyecek olanı görmeye çalışmak gibi manasız bir çabaya giriştim. O ara kadın da trans görünümlü kendinden geçişten sıyrıldı.

“Kaan” dedi.

Ve önündeki kâğıda Arapçaya benzer bir şeyler karaladı. Daireler çizdi. Dairelerin içine noktalar koydu. Noktaları birleştirdi. Sonra hepsini daha büyük bir daire içine aldı. Onun da üstüne yine Arapça bir şeyler yazdı ve o yazının sonuna da bir kalp yaptı. Ya da bana öyle geldi o an. Sonra durdu. Tamamen yani.

System shutdown!

“Zarife Hanım iyi misiniz?”

“Şşşştttt! Geliyorlar.”

“………..”

Birkaç saniye sessizlik. Sonra gözünü açtı. Ve tüm bunlar hiç olmamış gibi normal bir tavırla konuşmaya başladı.

“Kaan sana kapanacak.”

“Oh çok iyi. Ne zaman peki?”

“Çok yakında.”

Hemen kafamda olabilecek ilk buluşma anını düşünmeye başladım. Hafta sonu için belki görüşebilirdik. Gerçi bu aralar biraz kendisiyle baş başa kalmak istediğini söylemişti ama sonuçta iki haftadır da görüşmüyorduk. Belki bu zaman içinde benimle ilgili gelecek planlarını detaylandırıyordu. Nerede evlenme teklif edecek? Nasıl bir yüzük alacak? Ailesine öncesinde mi haber verecek, yoksa sonrasında arayıp birlikte mi haber vereceğiz? İçimde çocuksu bir coşku bütün damarlarımdaki kanı çekmiş, tüm vücudumu ilahi bir neşe ve aşkla doldurmuştu. Çok seviyordum onu, çok. Ve işte nihayet kapanacaktı bana.

Zarife Hanım, yüzümden çok net anlaşılacak bu sevinçli, coşkun hale kayıtsız konuşmaya devam etti.

“İşle ilgili bazı sıkıntıların olacak yalnız. Onlara hazırlıklı…”

“Ay kimin umurunda iş?!”

“……”

“Çok ama çok teşekkür ederim. Ben şimdi kalkayım. Çok sağ olsun. İyi saatte olsunlara da lütfen sevgilerimi, saygılarımı iletin. Borcum ne kadardı?”

“150 Lira.”

Kadıncağızın şaşkın bakışları arasında çantamdan parayı çıkarıp alelacele tutuşturdum eline. Bir an önce çıkıp kapanmadan Zeymen’e yetişmeliydim.

İçimdeki kasvetle nefes nefese çıktığım merdivenleri o anda iki üç basamağı atlaya atlaya koşarak indim. Dışarı çıkınca derin bir nefes çektim. Zeynep’e söyledikleri çıktıysa bana söyledikleri de çıkar diye düşünüp iyice kendimi gaza getiriyordum.

O gazla vapura atlayıp hiç oyalanmadan Beşiktaş’a, oradan da taksiye atlayıp Etiler’deki Zeymen’e gittim hemen. Eteği uçuş uçuş ipekten, bebek mavisi harika bir Solce&Cabbana elbise aldım. Bununla Zeynep’in Cucci elbisesinin hem süksesini hem de fiyatını katmer katmer geçmiştim. Elbiseye uygun ayakkabısıdır, çantasıdır derken kredi kartıma haddinden fazla yüklendim. Ama olsun dedim. Nasıl olsa bir sonraki ay prim ayıydı ve alacağım primle kart borcumun büyük bir kısmını kapatabilirim diye düşünmüştüm. Elimde paketler eve girdiğimde cep telefonuma Kaan’dan bir mesaj geldi.

“Selam. Yalnız kaldığım süre boyunca düşündüm ve ilişkimizi bitirme kararı aldım. Beni bilirsin. Bu tarz konuşmaları yapmayı sevmem. O nedenle yüz yüze konuşmak için bir talepte bulunma. Sana hayatında başarılar diliyorum.”

System Shutdown!

Bir ümit yaptığı yanlışın farkına varmasını bekledim. Tam bir hafta. Bu süre içinde onu hiç aramadım. Zaten birlikteyken de aranmayı sevmezdi. Ondan uzak durarak, onun tercihlerine nasıl da saygılı, nasıl da sabırlı olduğumu görmesini istiyor, böylelikle değerimin anlaşılacağını umuyordum. Heyhat!

Bir hafta sonra ortak bir arkadaşımızın Instagram profilinde başka bir kızla sarmaş dolaş fotoğraflarını gördüm. Utanmayıp bir de seri yapmışlardı. Öpüşürken, sarılırken, birbirlerine gülerken… Aynı hafta iş akdimin son verildiğine dair insan kaynaklarından bir mektup aldım. Tam daha kötü ne olabilir ki diye düşünürken, kredi kart ekstrem geldi. Haşırt tu dı bılekbord!

Kesin iyi saatte olsunların üstüne oturmuştum. Yoksa bu kadar talihsizliğin başka bir açıklaması olamazdı. O gün kendime bir söz verdim. Bir daha asla gerçekliğin kıyılarından ayrılmayacak ve hayatımı bir falcının hayal dünyasının engin denizine bırakmayacaktım.

Solce&Cabbana elbiseme gelince… İki ay sonra Maltepe’de Adıgüzel Düğün Salonunda annemin bir arkadaşının kızının düğününde giydim o elbiseyi. Instagram’da epey bir yorum aldı.

Biri de Melis’tendi.

“Ay şakaaa gibi kızııım! Zeynep’le instoş pıştısı olmuşsuuun resmeen! Geçen hafta o da engeycmınında giydi bu elbiseyi.”

Garip ama bu son darbeyi de alınca rahatladım.

Üzerimden büyük bir talihsizlik yükü kalkmış gibi hissettim. Gittim kendime bir çay koydum. Özgeçmişimi yeniledim. Kaan’a “Allah cezanı versin” minvalinde detaylı bir e-posta gönderdim. Melis’i, Zeynep’i ve Kaan’la ortak arkadaşlarımızın tümünü arkadaş listemden çıkardım. Kart borcum için kredi başvurusu yaptım. Ve Solce&Cabbana elbisemi iyi saatlerde olsunlara, başıma gelen bütün talihsizliklerin bir son bulması dileğiyle kurban ettim.

Beril Erem

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 6 Eylül 2018 at 10:14

    Çok eğlenceliydi Berilcim, keyifle okudum. Ümitler, hayaller, gerçekler… Neyse bu darbelerle büyüyoruz işte 😉

  • Yanıtla Beril Erem 6 Eylül 2018 at 12:23

    Teşekkürler Didem’cim 🙂 Ben de bugün senin öykünü aynı keyifle okudum. Teneke kısmı hele… Crème de la crème 👍

  • Yanıtla Canan Kısagün 7 Eylül 2018 at 06:33

    Nasıl iyi geldi yazınız bilemezsiniz 🙂 çok teşekkür ederim güldürdüğünüz için…
     
    Sevgilerimle

    • Yanıtla Beril Erem 7 Eylül 2018 at 08:43

      Çok sevindim iyi gelmesine ☺️ Ne mutlu bana 🙏😘

  • Yanıtla Tuğba Atar 8 Eylül 2018 at 19:01

    Çok eğlendim “Zeymen” ve “kapanacak” hala gülüyorum.

    • Yanıtla Beril Erem 9 Eylül 2018 at 20:14

      😁😁😘

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan