Yaşamak Yaratmaktır

Bir Düş ya da Bir Ödev | Adalet

6 Şubat 2019

Bir Düş ya da Bir Ödev | Adalet
Hoca Nasreddin bir gün yolda giderken üç dört çocuk seslenip öteden; “Aman Hocam!” demişler.

“Şu çuvaldaki cevizi bize bir üleştir; anlaşamadık bir türlü, bu ne zor iştir!”

“Üleştirmesine üleştiririm, lakin deyin bakalım Allah işi mi olsun, kul işi mi?”

“Allah işi olsun Hocam”

Durup üleşi beklemişler. Hoca birine iki ceviz, diğerine on beş ceviz, öbürüne elli ceviz, sonuncusuna çuvalı vermiş; “Üleştirdim bitti,” demiş.

Lakin çocuklar pek memnun değilmiş.

“Hocam bu ne biçim üleş?”

“Allah verirse böyle verir,” der ve yoluna gider Hoca Nasreddin.

Nasreddin Hoca’nın “Allah” ile kastetdiği “Doğa”dır. Felsefece bir kavramla söylersek physis. Doğada hiç bir canlı tek bir güç ya da beceriye bile bütünüyle ve her yönüyle sahip değildir. Her tür bir ya da bir kaç beceriyle sınırlı bir güçe sahiptir ve yaşaması bu çizgide gerçekleşir.

Canlılar arasında Yaşama Becerisi ve Yaşama Gücü bakımından eşitlik yoktur. Doğanın düzeni bu eşitsizliğe dayanır. Antik Çağ’da mitolojide anlatılan bu durumu Platon, Protagoras Diyaloğu‘nda (320d-323c) tek tek canlı türlerinin ve insan türünde tek tek bireylerin birbirlerinden ayrılığını, özgün oluşlarını göstermek için yineler.

Doğanın yapısı böyledir. Orada eşitlik yoktur. Doğada yalnızca düzen vardır. Kapalı, kendi içinde ve kendi bütünlüğünde, kendisine özgü, mekanik devinen bir düzen. Doğadaki düzen doğanın kendisidir. Bu nedenle oradaki canlı-cansız var olan her şey onun bir öğesidir. Sözgelimi bir canlı doğa olarak doğar ve doğanın sürekliliğini oluşturur.

Doğadaki düzen oldukça keskindir, dolayısıyla orada adalete ne ihtiyaç, ne de yer vardır. Ayrı deyişle doğada –physis’de- adalet yoktur. Doğada hak yoktur. Doğada, hak ve adaletin temeli ya da her hangi bir nedeni yoktur. Doğada hak ve adaletin olanağı da yoktur. Doğada yalnızca sağlam, devinen ve sürekli bir düzen vardır.

Physis & Nomos

Nasreddin Hoca’nın kullandığı “İnsan İşi” sözü, yine Antikçağ’da yasa, töre, yerleşik düzen, kural ve gelenek-görenek anlamlarına gelen “Nomos” sözünü çağrıştırmaktadır. Böylece physis ve nomos bir yaşama sorunu için ölçüt olarak önerilmektedir.

Çocukların bulamadıkları ve o nedenle anlaşmazlığı yaratan bu ölçüttür. Çocukların –isterseniz buna toplum ya da halk da diyebilirsiniz- birlikte yaşarken onları karşı karşıya getirmeyecek, hepsine hak olanı eşit verecek bir ölçüte ihtiyaçları vardır. Çünkü doğada yaşaması için ölçüte ihtiyacı bulunan tek varlık insandır. Physis-Nomos karşıtlığı bu ihtiyaçta somutlaşmaktadır.

Antikçağ Ege Uygarlıkları’nın önemli kaygılarının başında nasıl yaşayacağını ayrı deyişle yaşamasının ölçütünü bulmak vardı. Bu yoldaki tartışmalar genel olarak iki öbekte toplanıyordu. Sokratesci çizgide gelişen Kynikler ile onlardan gelişen Stoa, Physis’i yaşamaya ölçü alabileceğimizi savlıyordu. Çünkü Herakleitos’dan beri savunulagelen, düzeni sağlayan Logos‘a göre yaşamak; bu, biri diğerinin pek çok bakımdan ardılı durumundaki felsefelerde akılla doğanın düzenine uyma biçiminde ortaya çıkıyordu.

Doğanın düzeni uyarınca yaşamak insanca ya da insan doğası uyarınca yaşamaya ne ölçüde uyar?

Doğanın düzeni uyarınca yaşamak insanın “yaşama sorunu”na ne kadar çözüm olur? Bir yanda kendi zorunluluğuyla devinen bir düzen, diğer yanda özgürlük olanaklarıyla donatılmış bir yok-düzen söz konusu.

Zorunlu düzen üzre yaşayınca, örneğin bir fıçı içinde, insanlararası ilişkilere pek sokulmadan, insanlara, topluma tepeden bakarcasına, insana özgü duygulanımları sürekli gemleyerek yaşamak, belki bazı erdemlerin canlı örneği olmayı getirir fakat insan olmanın başta yanılmayı içeren pek çok özelliğini de geri sıralara iter.

Doğanın düzeni uyarınca yaşamak ile doğayı gözeterek yaşamak ayrıdır. Doğanın düzeni uyarınca yaşamaya soyunanların, doğada olduğu gibi adalete pek ihtiyaçları olmasa gerek. Ancak doğayı gözeterek yaşayanlar için adalet önemlidir çünkü bir temel ihtiyaçtır, çünkü adalet insanın temel sorunudur ve insan ancak kendisi olarak yaşadığı zaman ortaya çıkar.

Burada saptanması gereken bir durumla karşılaşıyoruz. Adaletin düzenle ilgisi vardır ve bu sıradan bir ilgi değildir. Düzen sağlamlaştıkca adalet ihtiyacı zayıflar. Doğada adalet olmamasının nedeni buradadır. Kimilerinin doğayı örnek almasının nedeni de bu; sağlam bir düzen ihtiyacıdır.

Öyleyse insanın temelde adalete değil, doğru ve sağlam bir Yaşama Düzeni‘ne ihtiyacı vardır.

Adalet, düzeni bozacak girişimlerin ya da kimi girişimlerle bozulacak kadar gevşek düzenlerin bulunduğu yerde bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Bildiğimiz iki düzen ya da iki yaşama ortamı var. İlki, asıl olan doğa düzenidir. İkincisi ise insanın, yani Kant’ın deyişiyle, yaşaması varlığının mekanik düzeni dışında kendisine bırakılmış ve yaşamasının her yanından yine kendisi sorumlu olan varlığın yaşama düzeni. (Kant, Ideen zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht,3.Satz) İnsan yaşamasından sorumludur, fakat yetkin olanı gerçekleştiremez, yaptıkları eksiklidir ve hep aksar. Adalet bu aksamalar içinde ortaya çıkacaktır.

Nedir Adalet?

Adaletin ne olduğunu bu noktada bütünüyle olmasa da önemli bir yanıyla artık söyleyebiliriz. Adalet bir temel ihtiyaç ve bir istekdir. Adalet daha çok bireysel olan bir temel ihtiyaç ve istekdir. Adalet İnsan-Doğa ilişkisinde değil, insanın insanla ilişkisinde ortaya çıkan bir temel ihtiyaç ve istekdir. İnsan, adaletsiz olabildiği için adalet ister.

Adalet insanın ikiyüzlü oluşunun en yerinde ve en güçlü örneklerinden biridir. Kişi kendisine yapılan veya başkasına yapıldığında sıranın kendisine de geleceğini düşündüğü adaletsizlikler karşısında “Adalet!” diye haykırır.

Yığının, genelin, çokların ikiyüzlülüğü de buradadır. Adalet için hiçbir şey yapmazlar, bir başkası onlar için adaleti sağlasın isterler fakat çıkarları söz konusu olduğunda adaleti ilkin onlar çiğnerler. Bu insanın alçalışıdır. Eline güç geçtiği zaman adaleti kendisine göre, işine geldiği gibi düzenleyip, uygulamayacak kaç kişi gösterilebilir? Onlar yine de bazen sızlanarak, bazen korkuyla da olsa seslerini yükselterek Adil Düzen isterler. Onlar, o yığın, herkesin herkese karşı olduğu bir Yaşama Ortamı’nda birilerinin adaleti hazırlayıp, sunacağı bir Adil Dünya düşüyle avunurlar. Ellerine geçen ilk olanakta kendi çıkarları için o dünyayı paramparça edeceklerdir fakat şimdi o düş içindedirler.

Onları, kendi ikiyüzlü dünyalarında, sırasında “Adalet” üstüne söylev verirken, sırasında “Adalet” üstüne bağırıp çağırıp bayrak açarken, fakat bir kez olsun adil davranmak gerektiğinde kendi çıkarlarından başkasını düşünmezken, bırakalım. Adalet düşü kurmayı, adalet üstüne mırıldanıp söylenmeyi sürdüre dursunlar.

Böylece “Adalet”in bir başka özelliği daha ortaya çıkıyor. Adalet, tembellerin, iki yüzlülerin, aşağılık yaşamalar sürdürenlerin, uyuşukların işi değildir.

Adalet güç ister, kuvvet ister.

Burada Platon anımsanacaktır. Devlet’in 1. kitabında Thrasymakhos’a “Adalet güçlünün işine gelendir,” (Platon, Devlet, 344C) dedirtir. Bu yargı birkaç anlamda ele alınabilir. Yargı, Platon’un da söylemek ve göstermek istediği ilk anlamında geçerlidir; günümüze kadar ve günümüzde de. Yığın için, ortalama yaşayanlar için, başka türlüsü düşünülemez.

Onların her zaman bir Leviathan*’a ihtiyaçları vardır. Ancak o zaman herkesin herkese karşı olma durumundan, yani güçlülerin işlerine geldiği gibi yaşamalarından, yani adil olmayan bir yaşama ortamından kurtulacaklarını umut ederler. Ne var ki Leviathan’dan duyulan korku, çekinme ile ilkel denilen insanların Totem’den duydukları korku arasında büyük ayrılık yoktur. Korku ilkeldir. Korkuya, korku verenin gücüne dayanan “Adalet” de ilkeldir. Böyle bir adalet ile Platon’un Thrasymakhos’a söylettiği “Adalet” arasında oldukça sağlam bağlar bulunmaktadır.

Thomas Hobbes iki Yaşama Ortamı belirler. Yaşamanın doğal durumu olarak işaret ettiği Status Naturalis ile Yaşamanın Uygar Durumu olan Status Civilis.

Status Naturalis & Status Civilis

Uygar olan, insana özgü olandır. Uygar olan, her bireyin kendi “Yaşama Erki”nden vereceği bir pay ile yaratılacak olan Leviathan ile sağlanacaktır. Leviathan bir devdir. Leiathan bir kuvvettir. Leviathan Devlettir.

Ne var ki Hobbes’un belirlemesinde doğal durum, az önce işaret ettiğim physis ya da doğa değildir. Hobbes’un doğal durum dediği yerde adalete ihtiyaç vardır. Oysa physis’de adalete de, eşitliğe de, hakka da ihtiyaç olmadığını görmüştük. Yine görmüştük ki, iki Yaşama Ortamı var; biri doğaya, diğeri insana özgü. Yaşamanın doğal durumu olarak gösterilen status naturalis, herkesin herkese karşı olma durumu ise bu doğa, yani physis değildir, bu insana özgüdür, status civilistir.

Hobbes’in belirlediği doğa ve insan dünyası değil, insanların iki yaşama düzeyi: Birisi adaletin yaşandığı, yaratıldığı yaşama ortamıdır, diğeri ise adaletsiz yaşama ortamıdır; orada adalet güçlünün işine gelendir. Bu da Platon’un Devlet Diyaloğu’nun diğer dokuz kitabı boyunca gözardı etmediği, hep onunla uğraştığı çarpık, bozuk aqdaletin araç durumuna getirildiği, kullanıldığı yaşama biçimidir. Orada İlkel en uygar giysilerle, en incelmiş mantıkla, en kibar sahtekarlıkla ortaya çıkar. İnsanoğlunun bundan daha incelmiş ikiyüzlülüğü, bundan daha kibarca alçalışı, bundan daha sofistike barbarlığı, düşünülemez.

Platon’un ele aldığı “Adalet, güçlünün işine gelendir,” yargısını bir başka yandan irdeleyelim.

Adalet bakımından güçlü olan kimdir ve güçlünün işine gelen nedir?

Adalet “İnsan İşi” olduğuna göre, onun bir ihtiyaç, bir istek olarak ortaya çıkabilmesi; ayrı deyişle adaletten söz edilebilmesi için en az iki insan gereklidir. Adaletin insanın insanla ilişkisinde ortaya çıkan bir ihtiyaç olduğuna değinmiştim. Yine değindiğim adaletsiz yaşama ortamında, bu iki insandan hangisi güçlü ise onun işine gelen “Adalet” oluyordu. Bu ortama “Adaletsiz” denmesinin nedeni, adaletin önemli bir özelliğinin hatta önemli bir ilkesinin işbaşında olmamasıdır. Bu Eşitlik İlkesi‘dir.

Eşitlik ile Adalet iki kişi arasında bir güç olarak denk paylaşılacaktır. Paylaşım bir üçüncü kişi tarafından yapılmayacaktır, iki kişi denk paylaşımı aralarında gerçekleştireceklerdir. Burada Adalet üstüne şu çıkarımları yapabiliriz:

. Adalet bir topluluğa, bir zümreye veya bir topluma değil, tek tek insan bireyine aittir.

. Adalet milliyeti, ırkı, dili, dini , rengi ne olursa olsun, ayrım gözetmeden tek tek bireyler içindir.

Ayrı deyişle “Adalet” insan içindir. İkinci olarak, “Adalet” bireyin özel ve özgün bir gücü ve sorumluluğudur. Bu güç ve sorumluluğun birleştiği yerde insan adil davranma bilinç ve istencini yaşayabilir. “Adalet Sorumluluğu” nedeniyle adalet başkaları tarafından sağlanamaz, başkalarından adalet beklenemez; adalet birey tarafından gerçekleştirilir. Başkası tarafından sağlanan adalet sorumluluğun başkasına aktarılmasıdır, böyle bir girişim adaleti kırar, çarpıtır, aksatır. İnsan kendisinin sahip olduğu ve kendisinin gerçekleştirmesine bırakılmış olan bir gücü bir başkasına verdiği her yerde ve zamanda yaşamanın özgünlüğü kırılmıştır, birey zarar görmüştür.

Platon’un “Adalet, güçlünün işine gelendir,” yargısının ikinci bölümüne bakalım:

Güçlünün işine gelen nedir?

Adaletin çarpık gerçekleşmemesi için gücün “Eşitlik İlkesi” uyarınca denk dağılması, dolayısıyla her bireyin “Adalet Gücünü” etkince kullanması gerekmekteydi.

Adaletten amacımız nedir?
İnsan neden adil davranmalıdır?
Adalete neden ihtiyaç duyarız ve neden Adaleti, adil davranışı isteriz?

“Bize de adil davranılsın, adil bir yaşama ortamı hatta adil bir dünya yaratalım,” düşüncesi sorunun yanıtı olamaz. Bu tür yanıtların bozulmuş, adil olmayan yaşamalara özgü olduğunu görmüştük. Öyleyse sorunun bir başka yanıtı olmalı.

Adalete neden ihtiyaç duyarız?

Huzurlu, mutlu bir yaşama için olamaz, çünkü bunu Adaletten başka güçlerle sağlayabiliriz. Erginlenen, yetkinleşen bir yaşama için de olamaz, çünkü böyle bir yaşamaya adaletin katkısı çok az ve hatta dolaylıdır. Güvenli bir yaşama için de olamaz çünkü güvenin kaynağı sağlanmış bir adalette değil, insanın kendisindedir. Sevilen, sayılan bir yaşama için de olamaz, çünkü insan adaletle ilgili konulara ve durumlara bulaşmadan da sevilen ve sayılan biri olabilir. Bilgece bir yaşama için de olamaz, çünkü bilge olan adil olmaktan çok doğru yaşamaya çabalar ve bunun içinde adalet de bulunur.

Adalet için, adil yaşamayı istemek için dışardan herhangi bir amaç yoksa adalet kendisi için istenecek demektir. Adaleti adalet için, kendisi için, adil yaşamak için, kendi başına amaç olacak ölçüde önemli olduğu için istemek bir ödevdir. Bu ödev uyarınca bireyin kendisi olarak eylemesi bir özgürlüktür. Birey bu özgürlük ile hem kendisi olmakta ve hem de diğer insanlarla bütünleşmektedir. Burada şunu sormamız gerekiyor:

İnsan kendi gücünü neden paylaşsın?
İnsan başkalarıyla bütünleşmek uğruna, bir kategorik “Adalet” uğruna neden özgürlüğünden ödün versin?

Sorunun yanıtı için Fichte’ye gitmemiz gerekiyor.

Fichte’ye göre, özgürlük insan “Ben”inin hem form ve hem de içerik olarak gerçekleşeceği bir ödevdir. Bu özelliği bakımından özgürlük ahlâka değil, ahlâk özgürlüğe bağlıdır. Ahlakın temelinde bulunan ödev ile bütünleşmiştir.

Öte yandan Fichte için “Özgürlük” en yüksek yaşama ilkesidir. Özgürlük yaratıcı yaşamadır; yaratma ile insan uzama ve zamana girer. Çünkü zaman da uzam da özgürlüğün gerçekleşme formlarıdır. Dolayısıyla Fichte’ye göre, insanın özgür eylemleri ancak bir üst yaşamada, bireyin özgün yaşamasında olanaklıdır. Günübirlik yaşamalar, sıradan yaşamalar, yığının, genelin, çokluğun yaşamasında özgürlük gerçekleşemez. Oysa insan için “Yaşamak” bir yüksek gerçekliktir. Böyle yaşayan insan ancak sağlıklı bir ben-sen ilişkisine girebilir.

Birlikte yaşamanın temelinde “Ben-Sen” bağlamı bulunmaktadır.

Toplumsal yaşama Ben-Sen ilişkisine dayanmaktadır. Ben de, Sen-Olan(lar) da isteyen varlıklardır. Dolayısıyla bu istemelerin çatışması, yani özgürlüklerin çatışması kaçınılmazdır. Bir istemenin, diğerini bastırması durumunda “Temel Hak”kın çiğnenmesi yani “Adaletsizlik” ortaya çıkar.

Fichte’ye göre, özgür yaşayan insan “Egemenlik” istek ve saplantısından, yani Platon’un Trasymakhos’a söylettiği biçimde “Adalet” anlayışından kurtulmuş, böyle bir yaşamanın üzerine çıkmış insandır.

Ele aldığımız sorunun yanıtı da buradadır: “Güçlünün işine gelen nedir?” demiştik, güçlünün işine gelen adalettir; adaletin kendisidir, özgürlüktür. Bu yaşamada özgürlük, başkalarına egemen olmak için değil, özgürlüğün kendisi için istenir, böylece başkalarının özgürlüğü de önem kazanır. Adalet özgürlükle burada temellenir.

Özgürlük bir değerdir, yaşamanın temelinde bulunan bir ödevdir.

Birey ancak bu ödeve uygun yaşadığı zaman hem özgür olur, hem de başka özgürlüklere saygı duyar. Ayrı deyişle “Adil” yaşar. Burada “Sen-Olan”ın özgürlüğünü gözetip, ona saygı duyarak yaşayan insan kendi özgürlüğünü “Sen-Olan” karşısında, kendi özgür kararı ile sınırlama gereğini duyar. Bu “Adil” davranıştır ve özgürlüğün tamamlandığı bir yüksek yaşamadır.

Devlet buradan doğar. Bu devlet, devlet formunun en yüksek biçimi olan, yani adaletin ve özgürlüğün en yüksek düzeyde bir ödev olarak gerçekleştiği “Demokrasi”dir. Burada artık bir toplum değil, tüm insanlar vardır; çünkü ödev insanı insanlara bağlar.

Böyle bir yaşama olabilir mi?
Böylesine bir felsefece iyimserlik gerçekleşebilir mi?

Kavramları açtığımız zaman karşılaştıklarımızla yaşamaya baktığımız zaman karşılaştıtklarımız uyuşmuyor. Felsefenin büyük işlevi de burada, insana güneşi gösterebildiği yerdedir.

Th. Hobbes’un belirlediği yaşama ortamlarına değinirken Status Naturalis’in aslında, Nasreddin Hoca’nın diliyle söylersem, “Allah İşi” yani doğa (physis) değil, insan işi yani Statuc Civilis olduğuna, fakat bir alt yaşama, yığının, sıradan olanların, genelin yaşaması olduğuna değinmiştim.

İnsan çok yaşamalı bir varlıktır. İnsan yaşamı onu oluşturan değişik yaşama bağlamlarıyla ve her yaşama bağlamının değişik düzeyleriyle renklenir, çeşitlenir. Bireyler kendilerinin her yaşama bağlamını kendilerine göre biçimlendirirler, canlandırırlar: İsterlerse Spinoza’nın Etika’da 3. kitaptan başlayarak ayrıntılarıyla belirlemeye çabaladığı ilkel, sıradan duygulanımların belirsiz, loş, kirleten kanallarında dolaşıp kırıntı hazlarla yetinirler, isterlerse onları insan kılan öz uyarınca yapıcı-yaratıcı, özgür ve adil bir yaşamanın aydınlığında yürürler.

Yaşamak bireyindir. O ona verilmiştir. O onun doğal hakkıdır; tıpkı “Adalet” gibi. Hak olanı bilip, bulup, yaratmak gerekir. Zor olan, fakat insana yakışan, insanca olan budur. İnsan çok zaman zor olandan kaçar.

Nasreddin Hoca ile başladığım yazımı gene onunla bitireyim.

Komşusu bir gün çarşıya giderken, bakmış Hoca Nasreddin yerde bir şey arıyor. Dönerken bakmış, Hoca yine arıyor. Gitmiş yanına;

“Hocam ne arıyorsun?”

“Yüzüğümü arıyorum, kaybettim de.”

“Öyleyse birlikte arayalım.”

Aramışlar. Bulamamışlar. Sonunda komşusu akıl edip sormuş; “Hocam sen yüzüğünü nerede kaybettin?”

“Ahırda,” demiş Hoca.

“Peki neden burada arıyorsun?”

“Ahır karanlık da ondan.”
 
 
Atilla Erdemli
 
 

Notlar & Açıklamalar:

Leviathan:Tevrat ve İncil’de kötülüğü temsil eden bir su canavarının adı olarak geçmektedir. Bu kavram 1651 yılında Thomas Hobbes’un ünlü “Leviathan” adlı eseri ile mutlak güç ve yetkilere sahip egemen bir devleti ifade etmek üzere kullanılmıştır.
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

3 YORUMLAR

  • Yanıtla Esat Öğütveren 6 Şubat 2019 at 14:42

    Üleşilmesi gereken sadece ceviz olsa iyi olacakmış aslında sayın hocam. Lakin bu örneğin bir benzerini ilk olarak Abd’de duydum. Onlar ceviz yerine tezek hammaddesi ve Hoca Nasrettin yerine de hızla dönen bir pervane koymuşlar, hayat ve adaletini anlatırken.
     
    Yazılarınızı ilgi ile okuyor ve yararlanıyorum.
     
    Saygılarımla.

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 7 Şubat 2019 at 02:06

    90’lı yılların sonu Edebiyat Fakültesi’nin tarihi binasında, kocaman amfide sizi hayranlıkla dinlediğim yıllara gittim. Muazzam bir yazıydı. “Muazzamdı da ne anladın Didem?” diye sorarsanız hocam; Antik Çağ’dan beri adaleti kovalamadığımızı ama bir türlü kendisine kavuşamadığımızı anladım derim 🙃
     
    Adaleti kişisel her türlü faydadan arındırıp sadece kendisi için istediğimizde ona ulaşabileceğimizi fakat bunun için de insanlığın daha kırk fırın ekmek yemesi gerektiğini anladım bir de 🙃
     
    Geçen haftaki yazınız Makine Bağımlılığı’ndaki yorumumda gelecekte olabilcek melez (makine+insan) bir ırktan bahsetmiştim. Hah işte belki onlar adaleti adalet için gerçekleştirebilir. Benim bizim sürümden pek umudum yok 😉

  • Yanıtla Atakan Balcı 7 Şubat 2019 at 15:20

    Değerli bir yazı; insanların büyük bir kesiminin adalet anlayışının doğrudan saptığı bu zamanlarda çok daha büyük önem gösteriyor.
     
    Teşekkürler

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan