Martan'ın Sepeti

Nasıl?

16 Şubat 2019

Nasıl? | Zeynep Mete

Kendime nasıl bir isim bulacağımı bilemedim, size bıraktım. Siz tüm olanları okuyunca bana nasıl bir isim bulacağınıza karar verirsiniz artık.

Fakirliğin kokusunu bilir misiniz? Ağır ve hüzünlüdür. Ekşimiş maya, gölgede kurumuş çamaşır, küflü peynir gibi kokar. Üstelik ne kadar temizlenip paklansan çıkmaz o koku…

On üç kardeştik biz, sizin bereketli Mezopotamya toprakları dediğiniz yerlerden, açlık yüzünden, ben henüz iki yaşındayken göçmüşüz büyük şehre. Babam bizleri okutmak için çok mücadele verdi, bana bile. Çünkü ben evin en küçüğü ve tek kızıydım. Bizim oraların insanları için bu nasıl bir mucizedir bilemezsiniz.

“Hadi artık,” derdi “Biitmedi mi daha okul?” Hepimizin okuduğunu gördü. Diplomamı aldığım gün öldü babam, dayanacak kudreti kalmamıştı besbelli… O kadar fakirdik ki abilerim sünnet olduğunda ağızlarına birer kesme şekeri zor bulup vermişti annem. Bazen yer bulamayıp tuvalette bile ders çalıştığımı hatırlıyorum.

Beyaz önlüğümü giydiğimde yirmi dört yaşındaydım. Mezun olduğum okul bırakmak istemedi beni, böylece okumak hiç bitmedi. Okumak, okutmak, öğrenmek ve öğretmek. Derken bir olanak doğdu ve ülke dışında çalışmaya başladım.

Bir gün yaralı bir kız getirdiler.

Kötüydü durumu, cam silerken balkondan düşmüştü. Herkes seferber oldu, kız hamileydi, muhtelif kırıkları vardı ve çok kan kaybetmişti. Ailesi tesadüf bu ya benim geldiğim ülke ve benim geldiğim toprakların insanlarıydı. Annesini bir kenara çekip durumu anlattım; “Ya piçini al gızın ya da gızı heç elleme ölsün daha temiz dohtur, aile yaşatmaz zati onu,” dedi.

Ne yapacağımı şaşırdım. Sadece kadından kızı kurtulana kadar kimseye bir şey söylememesi için söz aldım. Üç ay yattı hastanede. Aile başlarda sık sık geldi ziyarete sonra arkası kesildi gelip gitmelerin. Yaşadıkları yer hastaneye uzaktı ve anladığım kadarıyla evdeki herkes çalışıyordu. Bir gün aklıma delice bir fikir geldi, ona isterse çocuğu doğurabileceğini ve benim evimde bana ev işlerinde yardımcı olarak kalabileceğini söyledim.

Kabul etti.

Peki aileye bunu nasıl kabul ettirecektik? Onun da çözümünü buldum. Onlara hatırı sayılır bir paraya kızlarının bana ev işlerinde yardım etmesini istediğimi, böylece sağlığının da daha uzun süre kontrol altında olacağını söyleyince parayı kendilerine ödemem şartıyla teklifi kabul ettiler, anne de hiç soru sormadı. Zaten kız kimsenin umurunda değildi.

Ona o gün, o günün öncesi ve sonrasında hikayesi ile ilgili hiçbir şey sormadım. Olanlar yormuştu beni, üstelik çalışmak ve yorulmak yeterince büyük bir hikayeydi benim için, bir başka hikayeyi daha kaldıracak gücüm ve vaktim yoktu. Her şey yolundaydı ve biz bir şekilde idare ediyorduk. Aylar sonra bir kızı oldu, adını Umut koyduk. Şimdi anlatamayacağım yollardan Umut’un kağıtlarını şaşılacak bir çabukluk ve kolaylıkla çıkardık. Umut, tahmin edeceğiniz sebeplerden benim kızımdı ve üçümüz birlikte yaşıyorduk. Çok geçmeden Umut henüz üç yaşındayken annesi aklı başında işi gücü olan bir adamla evlendi. Evlenmeden Umut’un benimle yaşamaya ve anne demeye devam etmesine karar verdik. İyi ki de öyle olmuş.

Bir kaç yıl sonra Umut’un annesi ve zavallı eşi elim bir trafik kazasında can verdiler. Ben henüz üzüntü ve şoku atlatamamış, üstelik perişan bir haldeyken Kent Mahkemesinden bir kağıt geldi. Gittim; bana verilmek üzere bir zarf duruyordu masanın üzerinde. Tek bir şart vardı zarfı açmak için, on yıl sonra açılacaktı. Kimden ve ne ile ilgili olduğu meçhul zarfın varlığı ortada duruyor ve ben her yıl bulunduğum şehri bildirmekle yükümlü tutuluyordum. İstersem kabul etmeyebilirmişim. Nasıl? Elbette kabul ettim ve kimseye de bir şey söylemedim.

On yıl çok çabuk geçti

Hâlâ yurtdışındaydım, mutlu bir evliliğim ve biri Umut olmak üzere üç çocuğum vardı. Tahmin edebileceğiniz gibi bir gün resmi makamlar tarafından arandım, gün tespit edildi ve randevu günü eşimin tüm ısrarlarına rağmen kendi isteğimle yalnız başıma zarfı almaya gittim.

Oda da üç kişiydik. Önce zarfın kimden geldiğini sordum, oysa biliyordum ve yanılmadım. Umut’un biyolojik annesiydi mektubu yazan. Zarfı aldım, teslim tutanağını imzaladım ve dizlerim titreyerek odayı terkettim. Binanın bahçesinde oturacak bir yer buldum ve zarfı açtım.

Umut’un babasından söz ediyordu. Adı ve soyadını da yazmıştı. Onu sevmiş, birlikte olmuş ve terk edilmişti hepsi bu. Eğer ona bir şey olursa Umut reşit olduğunda olanları ve babasının kimliğini ona söylememi istiyordu, oysa anlaşmıştık, Umut benim çocuğumdu… O da öyle diyordu mektubun sonunda “Karar senin!”

Nasıl?

Eşim Umut’un durumunu biliyordu, ona son durumu da anlatınca o da aynı şeyi söyledi; “Karar senin.”

Peki!!!! Nasıl?

Günlerce düşündüm hatta çocukları, eşimi bırakıp tatile çıktım, düşündüm. İzin dönüşümde de hem çalıştım hem düşündüm. Yeniden ve yeniden, düşündüm ve düşündüm…

Adamın kim olduğunu bilmiyordum, yalnızca adı, soyadı ve nereli olduğu yazılmıştı mektupta. Bir de küçük resim vardı…

Onu on sekiz yaşının baharında elindeki resme inat kocaman bir dertle başbaşa bırakamazdım, eğer babasını bulmak isterse ben de yanında olacaktım.

İşlerimi, o on dokuz yaşını doldurduğu yazın sonunda ancak yoluna koyabildim, güzel bir tatil planı hazırladım ve onunla babasının hâlâ yaşadığını umduğumuz şehre başbaşa tatile gittik. Sonra ona o şehirde bir sabah her şeyi anlattım…

Önce dinledi, sonra uzun uzun sustu ve nihayet konuştu; “Neden geldik bu şehre? Benim ailem sensin, kardeşlerim ve Michael bana yeter….”

Ona “Düşün!” dedim. İstemezsen geri döneriz, vaktimiz var. Eskisi gibi keyifli olmasa da tatilimize devam ettik. Görüyordum neşesi adeta uçup gitmişti ve bir akşam bana “Onu tanımak istiyorum,” dedi.

Çok kardeş olmanın faydaları, abilerim adamı hemen buldular. Adı Ziya’ydı, iyi bir aileye mensup, iyi eğitim almış ve oldukça varlıklıydı, ancak son yirmi yıldır yaşadığı evden dışarı adımını bile atmamış bir meczuptu. Üstelik yarısı yıkık, hırsızların sık sık yağmaladığı tarihi bir evde yaşıyor, kimseyle görüşmüyor ve kimseyi kabul etmiyordu… Yine de onu görmeli ve tanımalıydı kızım ama nasıl?

Onu seviyor ve anlıyordum. Yıllar önce bir yaşam şansı olsun diye, elimi uzattığım kızımın dileğini yerine getirmek adına elbette bir plan yapacaktım ve yaptım da. Anneler mucizeyi yaşanabilir kılmak için yaratılmamış mıydı?

Not:
Bu öykü birbirine bağlı dört hikayenin sonuncusu. Diğerlerini de okumak için alttaki bağlantıları tıklayabilirsiniz.

Ne?
Kanatlar
Nasıl?
Cennet

Zeynep Mete

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

13 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Elif 16 Şubat 2019 at 13:15

    Ne kadar güzeldi. Roman tadında. Son öyküyü merakla bekliyorum.
     
    Sevgilerimle…

    • Yanıtla Zeynep Mete 17 Şubat 2019 at 11:51

      Her zamanki gibi çok zarifsiniz, teşekkürler.
       
      Sevgilerimle

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 16 Şubat 2019 at 17:01

    Birbiriyle bağlı bu üç öyküye bayıldım ve sonuncusunu büyük bir merakla bekliyorum.
     
    Öykünün her satırı çok güzeldi ama bir kitapta okuyor olsaydım kesinlikle şu satırların altını çizerdim. Çok sevdim 😍
     
    Fakirliğin kokusunu bilir misiniz? Ağır ve hüzünlüdür. Ekşimiş maya, gölgede kurumuş çamaşır, küflü peynir gibi kokar. Üstelik ne kadar temizlenip paklansan çıkmaz o koku…
     
    Kucak dolusu sevgiler 🤗❤️

    • Yanıtla Zeynep Mete 17 Şubat 2019 at 12:08

      Sevgili Didem;
       
      Fransızcada bir sözcük var;
      Sillage” kokuyu takip etmek, uyanmak ya da ayrı düştüğün bir durum veya varlığı kokuyla hatırlamak gibi bir çok anlam daha içeriyor.
       
      İnsanlar bir durum ya da bir hissi anlatırken kelimeleri duygularına yetmediği zaman sanırım beş duyu verilerini de kullanıyor ve senin bu satırları gözden kaçırmamış olman yüreğinle bizleri takip ettiğini gösteriyor. Ne mutlu bana ki yollarımız kesişti.
       
      Çok teşekkür ediyorum sevgili editörüm.

  • Yanıtla Prenses 16 Şubat 2019 at 21:20

    Muhteşem bir hikaye…
     
    Bir numaralı takipçiniz
    ve hayranınızım 😉

    • Yanıtla Zeynep Mete 17 Şubat 2019 at 12:10

      Böyle bir değerlendirmeyle inanın günüme ışık oldunuz…
       
      Çok teşekkür ediyorum.

  • Yanıtla Mehmet Gökcük 17 Şubat 2019 at 14:32

    Anlatımdaki akıcılık, içerikteki detayların anında hise dönüşmesi bu öyküyü yazan kalemin başarısı… Durup düşündüm, devam ettim ve bazı noktalarda yine düşündüm okurken…
     
    Yokluktan mutluluk çıkarabilmek, her şeye rağmen mücadele edebilecek gücü bulmaktan geçiyor diye noktalandı hissim…
     
    Ve tabi karşınıza iyi insanların çıkması da bu konudaki başarıya ulaşma ihtimalini güçlendirir…
     
    Yüreğinize, kaleminize sağlık…

    • Yanıtla Zeynep Mete 17 Şubat 2019 at 18:59

      Sevgili Mehmet Gökcük;
       
      “Yokluktan mutluluk çıkarmak” muhteşem bir çıkarım. Çok teşekkür ediyorum. İnanıyorum ki böyle zengin bir ruha,böyle hassas bir kalbe sahip olan, böyle güzel, vurucu çıkarımlarda bulunan sizin gibi genç bir adam, ömrü boyunca sevgi ve şefkatle sarılır sevdiklerine. Çok yaşasın güzel yüreğiniz.
       
      Güzel övgüleriniz için bin teşekkür…

      • Yanıtla Mehmet Gökcük 18 Şubat 2019 at 00:34

        Estağfurullah, dediğim gibi anlatımınızdaki güzellik bu çıkarıma götürdü beni…
         
        Çok teşekkür ederim…
         
        Sevdiklerimize sevgimizi doyasıya,
        hakkıyla yaşatabilmek dileğiyle…

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 17 Şubat 2019 at 16:58

    Genellikle, hikaye beni kendine çekmezse sıkılır ve o hikayenin sonunu getiremeyebilirim. İlk satırlarda hissediyorum zaten beni nasıl bir öykü beklediğini. Bu hikayeye gerçekten bayıldım, hiç sıkılmadan okudum. Bir sonraki hikayeyi merakla bekliyor olacağım. 😍
     
    Kaleminize sağlık.

    • Yanıtla Zeynep Mete 17 Şubat 2019 at 19:02

      Sevgili Pınar;
       
      Başarın ve güzel yüreğin daim olsun. Senin gibi gençleri gördükçe yarına olan inancım çoğalıyor. Varlığın ve güzel satırların için teşekkür ediyorum güzel kızım.

  • Yanıtla Beril Erem 20 Şubat 2019 at 01:00

    Ah yine şahane! Ve bende koca bir merak! Ne gelir bundan sonra?
     
    Şimdi yeni nesil belki bilmez ama hani biz eskiden çok oynardık; İsim-Şehir-Hayvan-Eşya… İşte o oyun geldi aklıma 🙂
     
    Öyküler arası seyahat ve o seyahatin sonunda bir tamamlanma. Yolun sonu. Sonu mu olacak gerçekten? Olmasın, yeniden başlasın demek geliyor bir okuyucu olarak içimden.
     
    Her defasında çok beğeniyorum sizin yazdıklarınızı. Okumaktan büyük keyif alıyorum.
     
    İyi ki yazıyorsunuz 🙂

  • Yanıtla Zeynep Mete 20 Şubat 2019 at 15:16

    Ah yüreği güzel, sözcükleri güzel Beril Erem;
     
    Çok teşekkür ediyorum, inanın sizlerle olmak, sizleri tanımak o kadar çok şey kattı ki bana bilemezsiniz. Bu tıpkı Dünya’yı yeni gözlerle görmek ve bakmak gibi…İyi ki varsınız ve hakikaten iyi ki buradayım…
     
    Sevgiler

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan