Minerva'nın Baykuşu

Post Seçim – Sürrealizmin Dibi

5 Nisan 2019

Yazı: Post Seçim - Sürrealizmin Dibi | Yazan: Ahu Kınay Zabun
Seçim sonrası memleketteki ortam bildiğiniz David Lynch filmleri kıvamına gelmişken bu haftanın yazısını politikaya ayırmaya karar verdim. Bizim coğrafyamızda siyaset, herkesin üzerine bolca laf ebeliği yaptığı, fikirlerin bilimsel gerçekler muamelesi gördüğü bir konudur malumunuz. Yani ne kadar isteseniz de kulak misafiri olmaktan kaçamadığınız, her an ağırlığını üzerinizde hissettiğiniz ve üstelik son zamanlarda konuya ilişkin konuşurken çok da dikkatli olmanızı gerektiren bir mevzu durumundadır.

Eğer herhangi bir şey gündelik hayat içerisinde varlığını diğer yaşam alanlarından daha fazla hissettirmeye başladıysa o şeyle ilgili norm dışı bir hal var demektir. Bizim içinse bu anormallik o kadar normalleşmiş durumdaki kendimi bir Kuzey Avrupa ülkesinde yaşarken hayal etmemle uzay boşluğunda hayal etmem arasında hissiyat açısından neredeyse sıfır fark var. Bünye o derece bağımlısı oldu anlayacağınız.

Gelelim seçim öncesi ve sonrası atmosferin düşündürdüklerine. Doktora tezini siyaset felsefesi üzerine yapan ve politik görüşlerini temsil eden bir partinin ülke tarihi boyunca var olmadığı (muhtemelen de birkaç kuşak daha olmayacak) bir vatandaş olarak her seçim zamanı benim için karın ağrısı mevsimidir.

Malum artık iki kamplı bir siyasetimiz var.

Seçim öncesinde maruz kalınan sorular ile sonrasında rızanız dışında üzerinize boca edilen yorumlar karşısında takındığınız tavırla her ikisine de yaranmanız mümkün değil. Zaten esas sorun da burada. Siyaset bir spor müsabakası değil arkadaşlar, temelinde insanı diğer canlılardan ayıran bir aktivite ve herkesin canı istediğinde fiilen dahil olması gereken bir eylem alanı. Ama bizim durumumuzda politikayla uğraşmak ciddi yatırım isteyen bir iş dalı haline geldiği için çoğunluğun sadece bol bol çene yarıştırmak dışında “zoon politikon” olduğu ya da olabildiği de yok.

E tabii konuş konuş nereye kadar? Son tahlilde herkes kendi tuttuğu takım gol attığında tatmin olabiliyor. Topçu olamıyorsun ama taraftar olmak için de beceri aranmıyor. Bu şekliyle de siyaset, siyaset olmaktan çıkıyor. Çünkü siyaset aslen bir yarış değil. Tam tersine bir arada olabilmemiz, farklılıklarımızla birlikte zenginleşerek yaşayabilmemiz, toplum olarak gelecek her bir nesile daha iyisini bırakabilmemiz için gerekli olan bir araç. Bu yüzden Antik Çağ’da “Agora” denilen şehir meydanları siyasetin meskenleri olmuş. Herkes fikrini korkusuzca seslendirebilsin, tüm toplumu ilgilendiren konular şeffafça konuşulabilsin, herkes kendi düşüncelerini diğerlerinin geri bildirimleri üzerinden sınayabilsin ki doğru bildiği yanlışlarda ısrarcı olmasın diye.

Üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen günümüzde siyasetin, sadece seçkinlere (dikkat seçilmişler demiyorum) ait bir alana dönüşmesine ve fikirlerin dogmalar haline gelmesiyle her şey ilerlerken gerilemesine hayretle bakıyorum.

Kimse gelinen noktada bırakın karşısındakini anlamaya çalışmayı, kendi fikirlerini sınamaya ihtiyaç dahi duymuyor.

Kendisinden olmayanı ya da kendisi gibi düşünmeyen herkesi aynı çuvala koyup küçümsemek iki taraf için de olağan hatta olması gereken bir tutum. Tellioğulları ile Seferioğulları arasındaki bu boğucu gerginlik insanı inanılmaz yoruyor. Bir gün bir Tellioğlu dönüp diğerlerinin aslında ne kadar cahil ve pragmatik olduğundan dem vururken; ertesi gün bir Seferioğlu karşı tarafın ne kadar vatan haini ve rantçı olduğunu yüzünüze haykırıp sizden de teyit bekliyor. Aslında her iki tarafın, içerikleri farklı olsa da ne kadar dogmatik, ne kadar muhafazakar ve ne kadar uzlaşmadan kaçınan kafalar olduğunu; birbirlerine aslında ne kadar çok benzediklerini ve varoluşlarının birbirlerine ne kadar bağlı olduğunu söylediğinizde ise ya gözler fal taşı gibi açılıyor ve size deli muamelesi yapılıyor ya da içlerinden ettikleri küfürleri yüreğinizde hissediyorsunuz.

Öncelikle, her iki taraf için ne kadar acı olduğunu bilsem de birbirlerinin varlıklarını artık kabul etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu kabul ediş olmadan neden var olduklarını ve neden “böyle” var olduklarını anlamaları için gereken başlangıç ayağı eksik kalıyor. Sonrasında ise bakış açılarını değiştirmeleri gerekiyor. İşte bu biraz zor olabilir ama imkansız da değil.

Friends dizisinin 2. Sezon 7. Bölümü en sevdiklerimden biridir.

Pheboe, paleontolog olan Ross’a evrim teorisine inanmadığını söyler ve Ross için böylesi bir bilimsel gerçeğin reddedilmesi düşünülmesi imkansız bir olasılıktır. (Bizim “dinine küfür etsen daha iyiydi” diye bir tabirimiz vardır ya işte tam olarak o.) Ross tüm bölüm boyunca Pheobe’ye evrime ilişkin kanıtları sıralamaya çalışır ve bunların bilimsel gerçekler olduğunu vurgular. Sonunda Pheobe Ross’a döner ve der ki: “Bir zamanlar bilim adamları dünyanın düz olduğunu da savunuyorlardı. Sen şimdi evrimin gerçek olmadığına dair minicik, küçücük bir ihtimalin olmadığını mı söylüyorsun?” Bu soru karşısında afallayan Ross minicik, küçücük, mini minnacık da olsa böyle bir ihtimalin olduğunu kabul etmek zorunda kalır.

Sonuç olarak hayatmızı bu kadar kolaylaştıran, artık teknolojik gelişmelerin önündeki tüm engelleri neredeyse tamamen kaldırmış olan, yapay zekalara, atom altı evrenlere falan geçebilmiş bilim bile kendi içerisindeki teorileri çürütmeye çalışarak ilerlerken siz hiç kendi fikirlerinizin gözden geçirilmesi gerektiğini düşünmüyor musunuz? Yanlış düşünüyor ve karşınızdakileri yanlış anlıyor hatta yanlış tanıyor olabilme ihtimaliniz olamaz mı? Minicik, küçücük, mini minnacık bir ihtimal?

Gül Gültekin

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 8 Nisan 2019 at 10:45

    Harika bir konuydu Gülcüm. İnanılmaz objektif yaklaşmışsın. Tamamiyle katılıyorum yazdıklarına, yıllardır da aynı şeyi anlatıp duruyorum etrafımdakilere.
     
    Futbol takımı tutar gibi siyasi parti desteklenmez. Kendi partinin doğrusunu elbette alkışlayacak fakat hatasını da aynı netlikte göreceksin. Karşıt düşünce doğru bir tez ortaya koyduğunda da sırf söyleyen ağzı sevmediğin için fikri kötülemeyeceksin…
     
    Bilmiyorum bu ülke vatandaşının daha kaç fırın ekmek yemesi lazım didişip durmak yerine üretmesi için…

  • Yanıtla Gül Gültekin 8 Nisan 2019 at 16:34

    Saol kuzucum. Herkes siyaset konuşunca sanki hepimiz politikmişiz gibi hissediyoruz ama politik alanın o kadar dışında kaldık ki artık sadece taraf olabiliyoruz. Öyle olunca da siyaset tam bir kısır döngü halini alıyor. Rantını yiyenler ve onlar yüzünden kavga edenler şeklinde ikiye bölündük. Oysa olan çocuklarımızın geleceğine oluyor. Politika ile ilgili kavramları da allak bullak ettiler sağ olsunlar, artık tam bir arap saçı. Neye yanlış desen birini mutlaka kızdırıyorsun. Umarım bizden sonrakiler hak ettikleri özen ve şeffaflıkla yönetilebilirler.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan