Sentez

Yumru

21 Nisan 2019

Öykü: Yumru | Yazar: Özge Can
İçtiği su boğazından geçemedi, öksürükle birlikte iki büklüm olarak ciğerinin derininden gelen solumayla kesik öksürüklere devam etti. “Bu yumru ne zaman geçecek?” diye içinden kendi kendine sitem ediyordu.

İki büklüm haldeydi hâlâ. Kolundaki saate baktı geç kalmak üzereydi. Doğrulup bir yudum su içmeyi denedi yeniden, yumru olduğu yerdeydi ama bu kez suyun geçişine izin verdi.

Her zamanki telaşlı hareketlerle montunu giydi, postallarını ayağına geçirdi, aynaya bakmayı aklına bile getirmeden çıktı evden. Asansörü beklemeden koşar adım indi merdivenlerden, neyse ki gar çok yakındaydı, herhangi bir vasıtaya ihtiyaç duymadan geçebiliyordu.

Tren yine geç kalmıştı.

Dışarıdaki banklara oturup sigarasını yaktı. Boğazında hissettiği yumru böyle zamanlarda daha çok hissettiriyordu kendini. Sigarasından çektiği her nefes o yumruya takılıp öyle iniyordu ciğerine. Sigarasından çektiği nefes aralıkları bu sebeple daha da şıklaşmış, ardı ardına çektikçe yumru yok olacak yanılgısıyla, onu sigaranın dumanıyla yok edebilecekmiş gibi sigara sayısını arttırmıştı.

Tren yolunun karşısında yaprakları dökülmüş ağaçların üzerine yüzlerce karga tünemiş ötüyorlar, bir tanesi dala konunca hepsi aynı anda havalanıyor, tekrar dala konuyorlar, kendi aralarında bir anlaşma gereği, aynı rotaya hep beraber uçup gidiyorlardı. Nuri Bilge Ceylan filmlerinden bir kesit gibiydi gördüğü manzara. Güneş batmak üzere, gökyüzü karanlığa göz kırparken diğer taraftan da karanlığa gömülmeden bir süre grilikte kalmaya direnir halde, bir kaç binanın önünde yapraklarını dökmüş ağaçlar, binaların birinin balkonunda eliyle sakallarını sıvazlayıp sigarayı tek nefeste dibine kadar bitirecek gibi içen adam. Dallardan uçuşan karakargalar.

Ve uzaktan duyulan trenin insanın içini yakan kornasının sesi…

Gördüklerini zihninde yorumlarken trenin yaklaştığını fark edip perona doğru yürümeye koyuldu.

“Alışıyorum seninle yaşamaya sayın yumru, bak artık ünlüyorum bile seni,” diyen kendi sesini duydu.

Tren önünde durdu. Koltuğunu bulup oturdu. Kulaklığından müzik dinleyerek kitap okuyacaktı. Çantasından kitabını çıkartırken, son anda koyduğu defteri gördü ve son anda koymayı unuttuğu kalemi hatırladı.

Tren yolculuklarının yarattığı melankoli ile yazarım diye akıl etmişti defteri. Kalemsiz hiçbir işe yaramayacağının gerçekliğiyle içi sıkıldı. Yine de çıkarttı defteri, daha önce yazdıklarını okuyacaktı.

“Sayın yumru, sizin için de bir sakıncası yoksa müzik dinleyeceğim,’ dedi, bu sefer içinden konuşmayı akıl etmişti.

Telefonundaki listeyi tıklayıp, kulaklığını taktı. Beyninin bütün odaları Sezen’le doldu.

Özel ciltle hazırlanmış defterinin kapağını okşadı.

Boğazındaki yumru kalbine baskı yapıyordu. Derin derin soluyup açtı kapağını. Yolculuklarında kullandığı bir nevi yolculuk güncesi olan defterde tarihler, notlar, taslak olarak karalanmış gezi bilgileri, karışıklığın içinde bir düzen halini almış, kendi el yazısından oluşan bir nevi gezi rehberini incelemeye başladı.

Kişiye özel hazırlanmış tur broşürü gibiydi defterdeki bilgiler. Şehrin gidilecek tarihi mekanları, gidilecek hafta gösterimdeki tiyatrolar, konserler, şehrin yetiştirdiği bir yazar, şair varsa onun evi, festival gibi o şehre alt bilgileri tek tek not etmişti. Kiminle ya da kimlerle gittiyse onlara ait kişisel bilgiler de içeriyordu defter. Şehirde gördüğü bir duvar yazısını da not etmişti deftere.

“Gülümse, ilaç alacak param yok!”

Okurken istemsiz gülümsemişti ama yumru hemen kendini hatırlatmıştı, ben buradayken gülümsemek sana haram der gibi…

Bir kaç sayfayı daha karıştırdı. Biraz mola verip müziğe bırakıp kendini, tren yolu üzerindeki yerleşim yerlerinin yanan ışıklarının aldatıcı ışıltısına daldı. Yan koltukta oturan küçük çocuğun kocaman gözleriyle defterini kendine uzatmasıyla ana döndü yeniden.

“Bu da içinden düştü,” deyip, bir kâğıt uzattı çocuk.

Küçük kare bir kâğıda not edilmiş yazıyı görünce, el yazısından tanıdı notun sahibini.

“Bakışın mı, gülüşün mü,
Dokunuşun mu, öpüşün mü,
Sevişin mi, sevilişin mi….”

Dizelerin devamını içinden tamamladı. Notla defteri eline alıp dizlerinin üzerine bastırdı. Boğazındaki yumru büyüdü, kalbini, ciğerini sardı. Nefes alamadığını sandı bir süre. Derin derin soluyordu, kuş gibi çırpınıyordu bedeni. Yumru beynine kadar sardı bedenini.

Trendeki vagondan çıktı ruhu, yükselmeye başladı.

Trenin camından gördüğü ruhu çekilmiş bedenine acıyarak baktı. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu defter ile not kâğıdı vücudunun devamı gibi doğal, dizlerinde duruyordu. Kapalı gözlerinden süzülen gözyaşı yüzünde elmas gibi parlıyor, donuklaşmış yüzü mermerden oyulmuş, acının tüm hatlara sindiği Rönesans dönemi çalışmalarındaki büstler gibi duyguları okunabiliyordu.

Ruhun da boğazında aynı yumru hissediliyordu.

Not kâğıdının sahibinin yüzü, sesi geldi gözünün önüne. Sona gelindiğini anladıkları anda oturmuştu bu yumru boğazına. Son gibi değildi de aslında, kapılar açık bırakılmış, köprüler yakılmamıştı. Bir şans belki yeni bir fırsat, karanlığı aydınlatacak bir ışık olur, bir umut belki diyerek vazgeçmişlerdi. Tam o vazgeçişten sonrası yoktu oysa. Başka hayatlara, başka bir yaşamın içinde var olmaları tercih olmasa da zorunluluk olmuş, birbirlerinin tam zıttı hayatlara savrulup kaybolmuşlardı bildikleri alanlardan. Gönüllü ya da zorunlu bir mahkûmiyetti bu, müebbet yenmiş bir hayatın savrulanı olmuşlardı.

Geriye kalanlar, yitirilenler kelimelerin anlamlarından daha derindi, bu derinlikte boğulmasındandı bu yumru da zaten.
Bu yumrudan kaçış olmayacağı, bununla yaşanması gerektiğinin ayrımıyla bedenine yeniden döndü ruh.

Tüm bedeni hükmü altına alan yumru, yeniden ait olduğu alana dönerek yaşanabilir sınırlara çekilip, ait olduğu bedenin güvenli korumasına yerleşerek özgürlüğünü ilan etti.

Kulaklıktaki müzik tüm vagonu sarıyordu, Sezen avaz avaz haykırıyordu;

“…
Yaralı kuşum, hazan güneşim
Güz ayazında kor ateşim
Bir sözün uçur, göğüm gül açsın
Yad eller aldı bizi
Haberini sal kara bahtlım,
Beni yanına al yarası saklım
Üzerime hatıran yağıyor
Bu yokluk yaktı bizi….”

🎶 Yarası Saklım, Sezen Aksu

Özge Can

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan