Bir Kahve Molası

Terk Edilenlerin Ana-Babası

30 Mayıs 2019

Öykü: Terk Edilenlerin Ana-Babası | Yazar: Edibe VuralBalat’ın en eski evlerinden birinde oturuyorlardı. Kiradalardı, yoksullardı. Dışardan bakılınca döküldü dökülecekti ev. Üç katlı, ahşap bir evdi. Henüz pencereleri plastiğe bulaşmamış tüm dünyanın değişimine ayak uydurmayı reddeden, başkaldıran bir ev…

13 Numara

Mekanın ruhu vardır derler ya umutları olan iki yıkık dökük insanın zamana, yoksulluğa, şartlara, depremlere direnişiydi bu ev. Temellerinin sağlamlığındandır belki de… Burası Ali ve Ezo’nun yıkık dökük yuvalarıydı. Dışarıdan bakılınca bu harabe ev terkedilmiş bir evi andırıyordu oysa bu üç katlı yapı kaç terk edilmişe sahip çıkıyordu. Ali ve Ezo en üst katta yaşıyorlardı, tüm hikayeleri görebiliyorlardı, temaşa edebiliyorlardı.

Ali yirmi yaşındayken ve Ezo henüz 15 yaşındayken kaçarak ailelerinin yaşadığı sokağın bir alt sokağında bir yuva kurmuşlardı kendilerine. “Çok kaçamadık be Ezo” derdi Ali annesinin evinin önünden geçerken. Ezo gülümserdi ona “Olsun be Ali’m, bak ahretliklerimden ayrılmadım iyi oldu” derken. Ezo hep gülümserdi aslında. Ezo’nun gülümseyişi köklü bir ağacın toprağa tutunuşu gibi güçlü ve sadıktı.

Ali sabah beşte uyanıp kağıt toplamaya giderdi kadim şehrin en güzel semtlerinde. “Of ulan benimki de ne iş! Hangi iş adamı sabah çayını boğaz manzarasında yudumlarken milyarlar vermesine gerek kalmıyor? Sahi bu iş adamları çaya kaç para veriyor ya da çay içiyor mu?” derdi birine işinden bahsederken.

Ezo ise sabah Ali’den biraz daha erken uyanır bir çay koyar iki parça peynir, biraz zeytin bir de alt komşu Halime Ablanın memleketi Hatay’dan getirdiği çökelek ve tuzlu yoğurtla kurardı sofrayı. Ezo’nun o güleç yüzü Ali için kaymak ile baldı zaten. Ali’yi uğurladıktan sonra çamaşırlarla uğraşır, evi süpürür, tozları alır sonra eline ipliği ile tığını alır mutfak masrafına yardım edebilmek için oya işlerdi rengarenk. Umut kokan oyalar işlerdi. Ali gelmeden yemeğini yapar, saçlarını tarar, al yanaklarına boyaya gerek olmaz dudaklarına bir ısırık atardı pembeleşsin diye.

Ali’nin gelme saatine yakın ne yapacağını şaşırır eli ayağı birbirine karışır, tüm gün kupkuru olan alnı ter damlacıklarıyla dolardı buna ne sinirlenirdi Ezo. Ali’yi beklerdi adada bir gemi bekler gibi. Adalar öyledir ya hani, eğer bir adalıysanız sizin için umuttur gemiler, yolcular, postacılar, gelen yükler… İşte Ali, Ezo için bir gemiydi…

Ali ile Ezo’nun sevdikleri bir oyun vardı.

Ezo’nun maharetli ellerinden çıkan yemeklerini yedikten sonra sevgileri kadar sıcak ve taze çaylarını yudumlarken Ali bir torba getirirdi odanın ortasına. Torbanın içi terkedilmiş eşyalarla dolu olurdu. Bazen bir çift bebek patiği, bazen bir kol saati, bazen kağıtları sararmış bir kitap, bir tencere, bir sandalye, bir oyuncak kamyonet, bir güneş gözlüğü, bir yapma çiçek… Ve daha nicesi.

Ellerine bu terkedilmiş eşyaları alıp onlar hakkında hikayeler üretmeye, onlara isim koymaya bayılırlardı. Bazen bu oyunu sabahlara kadar oynar gülmekten ya da hüzünden yorulurlardı. Bir başkasının terk ettiği eşyaya bin bir anlam yükler onu yeniden canlandırırlardı.

Bir keresinde Ali torbanın içinden bir terkedilmiş ayna çıkardı aynanın kenarları öyle güzel işlenmişti ki, özel bir ayna olduğu belliydi. Biraz da yaşlanmış bir aynaydı. Düşündüler uzun uzun kaç yüz görmüştür bu ayna?

Bir kadının sahip olabileceği bir aynaya benziyor dedi Ezo. Acaba nasıl bir kadındı? Bence sarışındı adı Selma ve kahverengi ruj sürerdi. Saçları hafif dalgalıydı, gözleri elaya çalardı. İlk çocuğunu doğurduktan sonra yarı yarıya düşürdü bakmayı bu aynaya, ikinci çocuktan sonra terk etti aynayı.

Ali giriyor araya salıncak sırasını bekleyen bir çocuk heyecanıyla. Bence kadın esmerdi, ismi Gülnaz, dudaklarına da çingene kırmızısı sürerdi. Bu aynayı ona sevdalılarından biri aldı. Saçlarına ille de bir çiçek takardı, göbek atmayı severdi, neşeliydi. Neşesi yeterdi. Sevmezdi sevilirdi… Bir gün o da sevdalandı, artık aynaya gerek duymadı. Sevdiğinin gözbebeğinden kendini görmeye başladığından beri terk etti aynayı.

Ezo çayı tazelerdi, torbadan yeni bir hikaye çıkarırdı Ali…

Ali’nin gözleri artık kağıttan çok terk edilmiş eşyalar arardı. Akşam olsa da terk edilmişlerin anası babası olsak Ezo’mla diye beklerdi…

Bebeleri olmuyordu dört yıldır doktorlara gidiyorlar, hocalara üfletiyorlardı kendilerini. Ezo alt komşu Halime’nin yeni doğan bebeğini gördükçe iç çekiyor, bazen ağlıyordu. Geceleri ağlayan bebeğin sesini duyan Ali ve Ezo uyuyamıyordu.

Ezo’nun içindeki anne bir başkaydı. Herkesi kucaklayan, dizlerine oturtup saçlarını okşayan, sırtını kaşıyarak uyutan, en güzel ninnileri güzel sesiyle ve tebessümüyle süsleyen bir anne.

Ezo Ali’ye dönüyor yüzüne bakıyordu umut doluyordu içi, bir bebeleri olsaydı… Çok istiyorlardı. Ama onlar artık terkedilmişlerin anası babasıydı.

Hem her gün değişiyordu çocukları, hikayeleri…

Bir gün Ali terk edilmiş bir oyuncak bebek getirdi eve. Çayları birkaç zamandır daha demliydi tıpkı sevgilerinin koyuluğu ve su katılmamışlığı gibi. Ali, Ezo’ya döndü eline oyuncak bebeği alarak;

“Ezo, bu bebeklerin canlısı varmış hem de terkedilmiş, ona bir hikaye uyduralım mı? Hatta alıp yaşayalım mı? Tıpkı terk edilmiş bir eşyaya uydurduğumuz hikayeler gibi. Ama bu hikaye en güzeli olsun. Hep uyduruyorduk, kuruyorduk ya bu kez yaşayalım mı? Adını bile koyarız he ne dersin?”

Gözleri parladı Ezo’nun. Ezo dayanamadı sarıldı Ali’ye başını omzuna gömerek. Terk edilmiş eşyaların olduğu torbayı hatırladı. Salonun ortasına gelen o torbayı. Meğer o torba benim umutlarım, hayallerim, dertlerim, sevinçlerim, çocuklarımmış.

“Ali” dedi “Biz seninle tüm terk edilmişlerin anası babasıyız.”

Bir fincan, bir kupa, bir bardak kahvenizin yanına bir küçük tarçınlı-havuçlu öykü bırakıyorum. Afiyet olsun…
Edibe Vural

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

16 YORUMLAR

  • Yanıtla Kübra Mısırlı Keskin 30 Mayıs 2019 at 10:34

    Edibecim;
    Öncelikle hoş geldin aramıza. Sımsıcak bir hikaye olmuş, tam da tarçınlı havuçlu kekin o muhteşem tadında 🙂 Umut olmayı ve yaşadığın her anın tadını çıkarmanın tamamen bize kalmış bir seçenek olduğunu ne kadar güzel resmetmişsin. Kalemine sağlık canım.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Edibe Vural 30 Mayıs 2019 at 10:54

      Siz Sayın Kübra Mısırlı Keskin;
      Umut olmayı ve yaşanılan her anın tadını çıkarmayı siz olmasanız kendime saklayacaktım. İyi ki atla dedin. Beğenmene o kadar sevindim ki…
       
      Öpüyorum, sarılıyorum 🙂
       
      Çok sevgiler.

  • Yanıtla Merve Ferhet 30 Mayıs 2019 at 11:03

    Türkiye’nin en doğusunda otururken bir anda eski ama huzur kokan bir evin, hüznün varolduğu belli ama mutluluğun, bağlılığın ve sevginin çok üstün geldiği bir yerin içinde buldum kendimi. Bir an boğaza karşı günün doğuşunu ıssız bir bankta çay içerek bekledim, bir an oldu eve bir heyecanla hızlı ama yükünden yavaşlayan adımlarla yürüdüm. Tüm bunları hissettirerek yazdığınız için çok teşekkür ederim.
     
    Hayat yolunuz hep aydınlık olsun Edibe Hanım.

    • Yanıtla Edibe Vural 30 Mayıs 2019 at 11:15

      En az benim kadar hissetmişsiniz o zaman Merve Hanım. Ve bu benim için ne kadar değerli bir bilseniz. Türkiye’nin en batısından en doğusuna bir kız kardeşe, küçük anneme sarılır gibi sarılıyorum. 🙂

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 30 Mayıs 2019 at 11:57

    Tebrikler.
     
    Balat’a goturdunuz beni 👏👏👏
     
    Sevgiler…

    • Yanıtla Edibe Vural 30 Mayıs 2019 at 12:44

      Bu fotoğrafı da Balat’ta çekmiştim. Henüz bir öyküsü yokken… Ben de terk edilmiş her şeyin bir hikayesi de vardır dedim 🙂 Ne mutlu bana…

  • Yanıtla Zeynep Mete 30 Mayıs 2019 at 12:37

    Hoş geldiniz Edibe;
     
    Öykünüz ve tarçınlı havuçlu umut kokan sıcacık kek için teşekkürler. Başarılar diliyorum. Harika bir öykü.
     
    Sevgi ve saygılar.

    • Yanıtla Edibe Vural 30 Mayıs 2019 at 12:45

      Tadını beğenmenize çok sevindim, umut kokan kekleri hep sevelim 🙂
       
      Sevgiler.

  • Yanıtla Nalan Erpolat 31 Mayıs 2019 at 07:46

    Sıcacık, çok güzel bir hikayeyle, içimizi ısıttınız. Aramıza hoş geldiniz…

    • Yanıtla Edibe Vural 31 Mayıs 2019 at 14:14

      Sıcacık bir yürek okumuş belli ki… Çok teşekkür ederim. Hoş buldum 🌀😇
      Sevgiler.

  • Yanıtla Demet Uncu 31 Mayıs 2019 at 15:39

    Kaleminize, yüreğinize sağlık Edibe Hanım. Sıcacık bir öykü olmuş. Hoşgeldiniz bu arada 😊

    • Yanıtla Edibe Vural 1 Haziran 2019 at 03:46

      Hoş buldum Demet hanım.
      Bölümümden mezun birinin böyle güzel bir yorum yapması çok mutlu etti beni. Birazcık ısıtabildiysem yüreğinizi ne mutlu bana.
      Sevgiler 😍

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 1 Haziran 2019 at 21:43

    Sıcacık bi’ öyküydü. Okurken çok keyif aldım, kaleminizi çok sevdim.
     
    Sevgiler ♥️

    • Yanıtla Edibe Vural 3 Haziran 2019 at 09:15

      Çok teşekkür ederim beğenmeniz beni çok mutlu etti. Sıcacık yüreklerde iyi durur diye düşündüm…🎈
       
      Sevgiler🌀

  • Yanıtla Mehmet Karaaslan 2 Haziran 2019 at 19:33

    Sevgili Edibe,
     
    Öyküyü okudum. Harika bir eser ortaya çıkartmışsın. Gerçi ben kakaolu keki severim ama havuçlu ve tarçınlı da fena olmamış. 😋
     
    Çok daha iyilerini yapabileceğine inanıyorum.
     
    Diledigin tüm güzelliklerin gerçekleşmesi dileği ile…
     
    Her şey gönlünce olsun

    • Yanıtla Edibe Vural 3 Haziran 2019 at 09:14

      Yorumunuz benim için çok değerli. Yakın zamanda belki bir kakaolu öykü de çıkarabilirim fırınımdan 🙂 Daha iyileri için çabalayacağım.
       
      Sevgi ve saygılar 😇🌀

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan