Yurt İçi Gezi

1500 Km’lik Rotamız

8 Eylül 2019

Yazı: 1500 Km’lik Rotamız | Yazan: Hande Sönmezerler Sinan

Çoocukluk arkadaşım aynı zamanda dergimizin kurucusu Didem‘le gerçekleştirdiğimiz rotanın anı kısmını Çocuklarla 1500 Km yazısında Didem anlatmıştı, ben de biraz daha detay vererek bir gezi yazısı yazayım istedim.

Daha önceki yurt içi gezi yazılarımdan da bildiğiniz üzere aslında benim olayım rota çizmek. Açıyorum haritayı; daha önce mümkünse görmediğim veya görsem bile üzerinden hayli vakit geçmiş yerleri de içine katarak bir gezi listesi oluşturuyorum. Sonra bol bol araştırıp bir de PowerPoint sunum hazırlıyorum 🙃 Kocam benim Excel ve PowerPoint sunumlarıma çok alışık ama Didemcim ilk kez maruz kaldı. Tabii şok geçirdi doğal olarak, çünkü PP sunum hazırlayan gezgine alışık değil bünye tabii 😉

Neyse işte benim metodum bu. Rota çizerek, yarı esnek bir plan ile gezmek iyi oluyor. Otelleri bile yolda ayarladık; o kadar esnek davrandık. Örneğin daha önce BilecikEskişehirUşakPamukkale rotası çizmiştim. Bu yazılarım da dergimizde yayınlandı.

Ha bir de mümkünse bir festivale denk getirebilirsek harika oluyor 💃🏼

Planlanan Rota

Bu seferki rotamızı çizerken Didem işi bana bıraktı ama elbette özellikle görmek istediği yerleri de ileterek. Bazılarını ekleyebildik ama bazılarını zamansızlıktan dolayı elemek zorunda kaldık.

Bu rotamız şöyle idi:

➢ Salda Gölü
➢ Isparta – Gül Bahçeleri
➢ İnsuyu Mağarası
➢ Kaş – Kaputaş Plajı
➢ Fethiye – Ölüdeniz, Kabak Koyu ve Faralya

Aslında ikimizin çocuklarının okuldaki son haftası idi ve Didem’in oğluşu ağır bir sınav hazırlık dönemi atlatmış ve Didem de onunla beraber adeta sınava tekrar hazırlanmıştı. Dolayısıyla bana sordu: “Oğlum çok yoruldu bu sene acaba okullar kapanmadan ve kalabalık artmadan gitsek mi?”

Bence harika bir fikirdi, kalabalık sevmediğimden ötürü hemen bu fikre atladım, zaten benim oğluşumun okulunda da son haftada artık sıkı olmayacaklarını biliyordum, dolayısıyla geri kalacağı bir durum olmayacaktı. Hem ayrıca gezmek de öğrenmek bence…

Ben ve oğlum İstanbul’dan Bursa’ya geldik önce ve hep beraber Bursa’dan hareket ettik.

İlk durağımız Salda Gölü

Salda Gölü, Burdur

Akşam saatlerine denk geldi; otelimize geçmeden güneşin batışını burada seyredelim dedik.

Salda Gölü hakkında daha önce yazmıştım; buradan ulaşabilirsiniz 👉🏻 Salda Gölü, Sagalassos Antik Kenti & Lavanta Kokulu Köy

Didem daha önce çocukları olmadan Salda’ya gittiğinden bu sefer onlar da görsün istiyordu. Bu sebeple rotaya Salda Gölü’nü de eklememi rica etmişti. Tam da yolumuzun üzerinde yer alan, benim de hayranı olduğum ve bir kez daha görmek istediğim Salda’yı bu şekilde rotamıza dahil ettik.

Bu konuda sadece güncel olduğu için bir iki laf etmek isterim. Öncelikle böyle bir doğa harikasının kesinlikle bir beton yığını haline getirilmesine karşıyım, çünkü daha önce de yazdığım gibi çok değerli ve önemli bir doğa harikası ve dünyada sadece bir iki noktada böyle bir oluşum var. Bir düzenleme elbette şart ama konu işin düzenlemede kalıp kalmayacağı… Yani sadece düzenleme yapılırsa sorun yok ancak rant isteğine heba edilecekse hiç yapılmasın daha iyi.

Düzenleme ile kastettiğim ise şöyle; mesela çevrede bazı alanlarda gözlemeci vb ufak işletmeler var, açıkçası görünüm olarak da hiç estetik değiller, tuvalet ve duş önemli bir sorun.

❗️Bunlar çözülmeli ama kırmızı çizgi: Rant arzusu.

Isparta Gül Bahçeleri ve Gül Festivali

Isparta Gül Bahçeleri ve Gül Festivali

Sabah kahvaltıdan sonra yine düştük yollara ve bu bölgede bir diğer hedefimiz olan gül bahçelerine ulaştık. Biliyorsunuz son yıllarda Isparta, adını Lavanta Hasatı ile duyurmuştu; biraz da Aix en Provence etkisi ile ama biz ortaokulda ve lisede coğrafya derslerinde, güllerin Isparta ve hatta Türkiye ekonomisi için çok önemli olduğunu öğrenmiştik. Gidip de o güzelim gül bahçelerini görmeden insan, nasıl bir manzara ile karşılacağını tahayyül edemiyormuş meğer ki…

Biz bahçeleri ararken tarla sahibi olan Esin Hanım ile karşılaştık. O yürüyordu biz de onu arabaya alalım hem iki çift laf ederiz hem de biraz da bilgi ediniriz diye düşündük. İyi ki de öyle yapmışız. Çok neşeli bir sürüş oldu ve hatta bizi kendi gül bahçesine götürdü; bu sayede hem yerel insanlarla sohbet ettik hem de hasatı bizzat gördük. Üstelik bir an geldi; etrafta sadece rüzgarın ve arıların sesi vardı; hayatımda yaşadığım en huzurlu anlardan biriydi. Gül bahçesi harika idi.

Biraz bu güzel çiçeklerden bahsedeyim:

Gülün orijini Doğu Asya imiş aslında ve kesin olmamakla birlikte gül yağı ve gül suyunun ilk olarak İran veya Hindistan’da üretildiği, buradan Anadolu, Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya’ya yayıldığı düşünülüyor. İlk zamanlarda gülün kokusunu kalıcı kılmak için yağlarla maserasyon yani gülleri belli yağlar içinde bekleterek kokusunu salmasını bekleme yöntemi kullanılmış, ilerleyen zamanlarda yani MÖ 3500 civarında suda bekletme ve suyu süzme işlemi kullanılmış, son olarak da MÖ 50 civarında damıtma ile gül kokulu yağ tanecikleri toplanarak gül esansı elde edilmiş.

Isparta’da gülcülük 150 yıl kadar önce başlamış ve yağ gülü yani Rosa Damascena Mill türü sayesinde gül esansı hazırlanıyormuş. Dünyada yaklaşık 1350 Rosa (gül) türü tanımlanmış. Türkiye florasında ise 24 gül türü kayıtlı olmasına rağmen gül yağı elde etmek amacıyla kullanılan tür Rosa Damascena Mill olarak ön plana çıkmış.

Rosa Damascena Mill türünün bir çok çeşidi olmakla birlikte özellikle “Trigintipetale” çeşidi başta Bulgaristan ve Türkiye olmak üzere Fas, Mısır, İran, Suriye, Hindistan ve Kafkaslar’da gülyağı elde etmek amacıyla yetiştirilmektedir. Günün birinde Bulgaristan’daki gül hasatına da gitmek isterim.

Hemen yanıbaşımızdaki gül hasatı ise her yıl mayıs ayı içinde gerçekleşiyor ve az bir miktar da hazirana sarkıyor yani biz sonuna yetiştik ama kalabalıksız bir anda gönlümüzce gezebildik. Siz isterseniz İnternetten Güney Kent Belediyesi‘ni takip edip Gül Festivali’nin tam zamanını öğrenebilirsiniz.

Yunus Emre’nin Kabri

Esin Hanım bizi çok güzel başka bir yere götürdü. Ağaçlıklı harika bir yoldan ilerledik ve Yunus Emre’nin mezarına vardık. Huzur dolu bir ufak gezi oldu.

Tasavvuf şiirinin en önemli temsilcilerinden Yunus Emre, 1240-1320 yılları arasında yaşamış, hakkında fazla bir bilgi yok, şiirleri herkesi kendine hayran bırakan bir halk şairimiz. Bilinen şiirlerinden bir kıtasını ekliyorum buraya:

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Esin Hanıma teşekkür ederek oradan ayrıldık. Tekrar yola çıktık ve rotamızdaki bir diğer yere geldik: İnsuyu mağarası

İnsuyu Mağarası

Yazı: 1500 Km’lik Rotamız | İnsuyu Mağarası

Burdur’da yer alan ve ülkemizin turizme açılan ilk mağaralarından biri olan İnsuyu Mağarası’nı ben ilk kez çocukken ziyaret etmiştim ve oğluşa ve arkadaşımın çocuklarına da göstermek istedim. Neden bilmiyorum ama mağaralar beni büyülüyor. Belki de çocukken okuduğum Jules Verne romanları sebebiyledir. 😉

İnsuyu mağarası, Burdur-Antalya karayolunun 13. kilometresinde Mandıra köyünde yer alıyor. Toplam 597 m uzunluğunda yatay bir mağara. Mağarada irili ufaklı 9 göl mevcut ama bu sefer gittiğimizde maalesef kuraklık sebebiyle hepsi kurumuştu.

Dışarısı 30 derece iken biz bir anda içeri girdiğimizde 15-16 dereceye düşünce ufak bir şok yaşadık. Yani çocuklarınız ve kendiniz için ince bir hırkanız olsun yanınızda. Bir ara ışıklar kesilince pek eğlendik ama korkmayın kameralarla izleniyorsunuz 🙃

Mağaradan ayrıldıktan sonra dört günümüzü geçireceğimiz Kaş’a doğru yola çıktık.

Kaş

1500 Km’lik Rotamız | Kaş

Kaş aslında bizim için ağırlıklı olarak dinlenme ve yüzme mekanı oldu. Hatta oraya yerleşen arkadaşımız Didem Elif ile de görüştük.

Kaş’ın merkezinde yer alan Uzun Çarşı çok sevimli, ben en son 17 yaşımdayken gelmiştim ama arkadaşlarım için çok gözde bir yer, nasıl olmasın ki: harika ve berrak bir deniz, lezzetli yemeklerin olduğu restoranlar, barlar, yerel el sanatlarının satıldığı minik güzel dükkanlar… Bir de yokuşun sonundaki Likyalılar’dan kalma Aslanlı Lahit.

Kaş’ın eski ismi Antiphellos. Likya medeniyetlerinden önemli olan bir başka şehir. Kaş’ın merkezine yakın olan tiyatroyu da yürüyerek gezebilirsiniz. Biz genelde bilinen Küçük Çakıl ve Büyük Çakıl plajlarına gitmedik, ama belediyeye ait bir plaja gittik, sakindi ve rahat ettik. Bir başka gün de biraz dışarıda kalan bir kamp alanından denize girdik. Tek sorun taşlık olması yani ayaklarım mahvoldu 🥵 Yanınızda mutlaka deniz ayakkabısı bulundurun derim.

Kaputaş Plajı

1500 Km’lik Rotamız | Kaputaş Plajı

Kaş’a çok yakın yaklaşık 20 km kadar bir mesafede yine bir doğa harikas Kaputaş Plajı yer alıyor.

Makul fiyatta şezlong ve şemsiye ücreti ödüyorsunuz, restoranı da aynı şekilde makul fiyatlı. Deniz harika, fotoğraf çekmek için ise girişe yakın ama yol boyunca aşağı doğru yürüdüğünüz bir kısımda bir kaya parçası var ki orası fotoğraf çekim noktası 😉 Dikkat ederek fotoğrafınızı çekiniz.

Önemli detay; bu sene bir kez daha bayram zamanı gitme hatasına düştük biz, siz sakın bayramda gitmeyin; park edecek yer bulmak zor, şezlong ve şemsiye hiç bulmazsınız. Ya da sabah erken giderseniz belki 🤔

Biz Kaş’ta iken gidemedik ama benim başka gezilerimden aklımda kalan beni çok etkileyen birkaç yer tavsiye etmek isterim:

➢ Kekova Adası ve Kaleköy için tekne turunu tercih edebilirsiniz.
➢ Demre – Myra Antik kenti Noel Baba olarak bilinen (St Nikolas’ın yaşadığı yer)
➢ Kalkan Koyu
➢ Patara Antik Kenti ve Plajı (Ki bu sene gezdik; başka bir yazıda anlatacağım)
➢ Xanthos ve Tlos Antik kenti (İkincisini daha önce gezdim ama ilkini hala gezemedim)
– Saklıkent Kanyonu (Üçüncü kez bu sene gene gezdik, başka bir yazıda anlatacağım.)
– Meis Adası (Öceden vizenizi hazır edin derim)

Kaştan Sonraki durağımız: Fethiye

1500 Km’lik Rotamız | Fethiye


Antik Likya Kaya Mezarları, Fethiye

Fethiye’ye yıllardır giderim ve çok da severim hatta geçen sene Didem ile gittikten sonra tekrar bu sene yine gittik. Havası ve doğası çok güzel, kalabalık nispeten daha az. Yerleşim olarak yatay bir alan ve nispeten düzenli gelişmiş olması sebebiyle daha rahat gezilebilen bir beldemiz.

Fethiye’de tabii ki herkesin görmek istediği yer öncelikle Ölüdeniz Plajı.

Ölüdeniz Plajı

1500 Km’lik Rotamız | Ölüdeniz

Biz ailecek daha önce iki üç kez gelmiştik ve her seferinde maalesef aynı duygu ile doluyorum burada; üzülerek söylüyorum; özellikle buruna doğru asla ve asla fotoğraflarda bulduğunuz o muhteşem maviliği göremeyeceksiniz, belki eskiden öyleydi ama son 3-4 senedir gittiğim için biliyorum artık öyle değil veya onlar photoshop harikası resimlerdi belki de.

İçeri giriş paralı, bunda sorun yok fakat asıl sorun restoran kısmında; fiyatlar çok yüksek. Yanlış hatırlamıyorsam bir lahmacun fiyatı 25 TL idi örneğin. Basit 10 TL’lik bir oyuncak 30 TL. Açık söyleyeyim şu dünyada en sinir olduğum şey saygısızlık ve biz maalesef bunun her türü ile karşılaşıyoruz; örneğin kazıklama ve enayi yerine koyma çok yaygın Türk turizminde; ben sonuçta İstanbul gibi yaşam maliyetinin yüksek olduğu bir şehirde yaşıyorum; hadi anladık; sen de esnafsın, sezonu açtın, para kazanacaksın, iyi de bunun bir sınırı olmamalı mı? Yani neden bir yiyeceği normalinin 3 katı fiyata satıyorsun? Bana bunu kimse “İşte efendim tek sezon çalışıyorlar da bıdı bıdı da…” diye açıklayamaz. Bu bildiğin açgözlülük, başka bir tanımı yok. Kısaca demem o ki maalesef iç kesimde doğal güzelliği yok; dış kesimde deniz biraz daha iyi; aşırı kalabalık ve de çok pahalı. Kazıklanarak bir gün geçirmek isteyenler; buyrun Ölüdeniz Koyu’na…

Ama kazıklanmayayım fakat harika bir doğal güzellik göreyim derseniz de tavsiyem Kabak Koyu.

Faralya ve Kabak Koyu:

Kabak Koyu’na gitmek için Faralya’dan geçtik, muhteşem bir doğa; hatta bir nokta var; keçilerle beraber fotoğraf çektiriyorsunuz; efsane bir alan; kocaman bir uçurum; keçilerle göz gözesiniz ve fotoğraf çekme derdindesiniz; harika şekilde korkutucu o uçurum ama görmek şart…

O alandan çıkıp araba ile belli bir noktaya gidiyorsunuz ve park ediyorsunuz, o kısımda sizi aşağıdaki koya indirecek olan minibüslere biniyorsunuz ve abartmıyorum; korkudan dehşet içinde kalarak koca minibüsün tek araçlık bozuk orman yolundan aşağıya inerken sarsılırken bildiğiniz tüm duaları ediyorsunuz ya da benim genelde yaptığım gibi sinir sinir gülüp milleti gıcık ediyorsunuz.

Yolun sonunda ise size bir ödül bekliyor; küçücük bir koy ama o nasıl bir mavilik öyle! Benzerini daha önce dünyanın başka bir köşesinde gördüm… Koyda tek bir tesis gördük ve hemen yerimize kurulduk; yemekler çok iyi idi ve makul fiyatlı idi.

Bu koy aslında o geçtiğimiz ağaçlıklı dağ yolundaki pansiyonlarda kalanların aşağıya indiği yer ve şezlong veya şemsiye hizmeti yok; kendiniz yanınızda getirmelisiniz. Değiştiyse bilemem ama kontrol edin gitmeden. Ya da bizim yaptığımız gibi tesiste yiyin, için, kurulun ve dinlenin.

Burada önemli bir konu var uyarmak istediğim; oldukça dalgalı yani yüzmeniz iyi değilse dikkatli olun veya çocuklarınıza çok iyi göz kulak olun derim. “Yok ben sadece maviliğe bakıp kendimi kaybetsem de olur,” derseniz de olur ama gerçekten benim en favori yerim oldu burası. Bir de tabii Faralya’nın doğası. Burada yoğun şekilde kızıl çam ormanları var; sarp yamaçlarla çevrili bir koy; o kadar sık ve neredeyse el değmemiş bir orman ki eminim gece kalmak harika olacaktır ve de pek çok canlı türü vardır. Kabak Koyu’nda kamp alanları da bulunuyor; bungalovlar ve ağaç evler de… Müthiş bir deneyim olmalı…

Kelebekler Vadisi

1500 Km’lik Rotamız | Kabak Koyu | Fethiye

Bu gezide değil ama daha önce gittiğimiz ve ismini temmuz–eylül arasında görülen kelebeklerden alan Kelebekler Vadisi de mutlaka görülmeli; biz tekne turu ile gitmiştik; tekneden indik ve 15 dakika kadar vadinin içine doğru yürüdük; harika bir doğa; insan kendisini çok iyi hissediyor. Burayı görmenizi ve iç kısma yürümenizi çok çok tavsiye ederim; ruhunuza çok iyi gelecek. İç kısımda minik bir şelale var, beklentinizi düşük tutarak gidin; yolculuğun kendisi yolun sonundaki hedeften daha güzel, buna garanti veriyorum. Burada da yine kamp alanında kalabilirsiniz.

Fethiye’de iki gün kaldığımız için kısıtlı sayıda yer gördük bu gezimizde ama olsun gördüğümüz güzellikler yanımıza kar kaldı. Gezimizin bir sonraki ayağı Bodrum’du.

Yaptığımız bu rota harika bir iz bıraktı diyebilirim. Birlikte başka rotalar da çizeriz umarım.

Referanslar ve Detaylı bilgi için

Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü | Türkiye’nin Gül Bahçesi
Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü | İnsuyu Mağarası, Burdur
Antoloji

Hande Sönmezerler Sinan

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

3 YORUMLAR

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 9 Eylül 2019 at 09:53

    Günaydın,
     
    Evde yaşadığım ve hâlâ halledemediğim bir sorun nedeni ile, çok keyifsiz başlamıştım güne bu sabah. Problemim yazdıklarınızı okuyunca kafamda biraz daha küçüldü ve bir de baktım tebessüm ediyorum. Sorun hâlâ orada duruyor ama ben daha iyiyim galiba.
     
    Bir çoğunu defalarca gördüğüm yerleri öyle güzel anlatmışsınız ki… Hem de bana asla unutmak istemediğim bir sürü güzel anılarımı hatırlatarak.
     
    Sadece teşekkür etmek istedim. Güzel seyahatler sizlere.

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 9 Eylül 2019 at 15:34

    Resmen yeniden yaşadım. Harika anlatmışsın canım. Umarım en yakın zamanda en az bunun kadar keyifli yeni bir rota yaparız birlikte.
     
    Öperim güzellik 😘

  • Yanıtla Burak Süalp 5 Temmuz 2020 at 15:17

    Salda, Burdur Gölü buralar özel olarak koruma altına alınması gereken coğrafi miras olarak görülmeli kanımca. Asfalt ve betonun girmemesi gereken yerler. Rant arzusunu ne yapacağız onu hiç bilemiyorum.
     
    Gül konusunda ise bu yazıdan çok şey öğrendim. Hiç bilmiyormuşum.
     
    Gittiğiniz hemen hemen her lokasyona dair benzer duygu ve düşünceler içindeyim. Özellikle tek sezon çalışıyoruz bahanesiyle turist kazıklayanlara hiç katlanamıyorum. İnsanları kazıklamanın hiçbir gerekçesi olamaz bence.
     
    Çok güzel bir tur ve yazı olmuş.
     
    Kalemine sağlık…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan