Bir Kahve Molası

Baba Mesleği

19 Eylül 2019

Öykü: Baba Mesleği | Yazar: Edibe Vural

Babam; tenleri bakırdan bronz, kalpleri bakırdan sağlam, kültürleri bakır kadar eski insanların yaşadığı memleketim Gaziantep’te bakır işlemeciliği yapardı. Hannan Usta deyince tüm bakırcı eşrafının aklına evvela babamın çizgilerle dolu yüzüne oturmuş tebessümü, ardından ismiyle müsemma merhamet dolu gözleri, çalışkan ve yetenekli elleri gelirdi. Çarşıda sözü dinlenen, çayı içilen, sohbeti doyurucu bir adamdı. On yaşında dedemin yanında çırak olarak başladığı bakır işlemeciliğine aşıktı, bakıra hayrandı.

Önceleri dedemle babam bakırcı diye bize “Bakırcılar” diyorlar zannediyordum. Sonraları soyadımızın Bakırcı olduğunu öğrenince anladım ki zannettiğimden de eskiydi bu meslek bizim ailemizde.

Babam “Bakır biziz, biz bakırız” derdi. Çocukken anlamazdım bu sözleri “Ne saçma, biz bakırız da ne demek oluyor?” diye sorardım. Sonra bakırın tarihinin milattan önce 7 Bin yıla kadar uzandığını öğrendiğimde anladım.

İnsan kadar eski bakır bizdik, biz bakırdık…

Sabah altıda kalkar ekmek kapısının yolunu tutardı. Evde kahvaltı yapmaz, dükkâna giderken çarşıdaki pide fırınına uğrayıp “Küncülü” (susamlı) ekmek alırdı. Annemin evde hazırlayıp babamın yanına verdiği kahvaltılıklarla iyi bir kahvaltı yapardı dükkân komşularıyla. Beni de götürse diye can atardım.

Çarşı yaşayan bir yerdi. Hâlâ öyle. Adımınızı attığınız andan itibaren beş duyu organınıza birden selam verir bu çarşı. Baharatların o eşsiz, yoğun kokusu, fıstıkçıların, yörenin en kaliteli fıstıklarından bir avuç sunuşu, bakırın çekiç ile dövülerek hayat buluşu; kutnu kumaşın, sedef aynaların, tarakların, sandıkların eşsiz görseli… Yani her şeyiyle yaşar bu çarşı. Size gezindiğiniz yerin ayrıcalıklı olduğunu her adımda gösterir. Bu çarşı, deli ile veliyi aynı dükkâna sokar, hasbihâl ettirir.

Böyle renkli hareketli bir mekânda can sıkıntısı diye bir şeyin bahsi bile olamazdı. Cumartesi gününü iple çekerdim çünkü cumartesi günleri babamla ben de giderdim ekmek teknemize. Gün boyu babam çalışır, ben de çarşıdaki nacarları (marangoz), yemenicileri, sedef kakmacıları, bakırcıları izler; babamın dostlarına, müşterilerine çay taşırdım. Her cumartesi bugün acaba babam elime o bakır levhayı verecek mi? diye bekler dururdum. Hevesliydim. İstekliydim.

O cumartesi günü tam on yaşıma basmıştım.

Babamın peşi sıra koyuldum dükkân yoluna. Babam ve çarşı esnafıyla güzel bir kahvaltı ettik.

“Haydi iş başına bakalım Cemil Bey” dedi babam.
“Peki baba, kaç çay getireyim?” diye sorunca,
“Bugün bakırcı çırağı olacaksın evlat” deyişini hâlâ hatırlarım.

O an gözlerim parladı, mutluluktan havalara uçtum. Artık büyümüştüm. Çıraktım. Birkaç aya kalmaz kalfa da olurdum, ne de olsa babamın dükkanıydı. Ben bunları düşünüp, ağzı açık ayran budalası gibi bakarken babam bana sorular sormaya başladı.

“Söyle bakalım Cemil, Hitit motifleri hakkında ne biliyorsun? Peki Selçuklu? Osmanlı?”

On yaşındaydım ve çarpım tablosunu öğreneli sadece bir yıl olmuştu. Onu bile ara sıra karıştırıyordum ya neyse… Benden çıt çıkmadığını görünce “Peki otur bakalım şu iskemleye döndür bakırı, vur çekici” dedi.

Oturdum korkarak, elbette beceremedim. Bu işin ne denli zor olduğunu anlamaya başladığım gün o gündü. Hayallerim yıkılmıştı. O eğlenceli çarşı bana yavaş yavaş emeği, sanatı, özveriyi, geceyi gündüz etmeyi öğretiyordu.

“Üzülme pişeceksin, öğreneceksin, izleyeceksin. Yeter ki görmek iste” dedi babam. Uzun bir süre dükkan süpürdüm, çay taşıdım, bol bol izledim. En çok izledim…

Biz bakır işlemecisiydik.

Gaziantep’teki bakırcılığın en önemli özelliği “yekpare” yani herhangi bir kaynak işlemi olmaksızın bakırı işlemektir. Birçok işlemden geçer bakır. Yan dükkanımızdaki Hasan Abi tornacıdır, oğlu da tornacı oldu. Karşı komşumuz kalaycıdır, bir başkası sıvamacı, biz nakışçı… Çarşıda beraber çalışır, beraber üretirdik. Cömert tabiatın bize sunduğu maden olan bakır buradaki beşerin yaratıcılığından nasibini alırdı elbette. Cömert tabiatın bize sunduğu maden olan bakır buradaki beşerin yaratıcılığından nasibini alırdı elbette. Babam “Bir nakışçı bakınca görmeli, ölçmeli, tartmalı, yansıtmalı” derdi.

Nakışçıydık; işimiz görmek, ölçmek, yansıtmaktı.

Üniversite sınavına girene kadar bir fiil babamın yanında bakır işledim. Babam git oku dedi.

“Şu dünyaya bir daha gelsem yine bakırcı olurdum ama tahsil görmüş bakırcı olurdum. Git dünyayı gör.”

Ben de İstanbul’da Sanat Tarihi bölümünü kazandım ve on yaşından beri içinde olduğum, yaşadığım şeyin tarihini öğrenmeye başladım. Öğrendikçe bakıra olan ilgim başka boyutlara ulaştı. Babama olan saygım katlandı. Babam bakır işlemecisi Hannan Usta ilkokul mezunuydu evet, ama bir arkeolog kadar toz yutmuş, bir tarihçi kadar geçmişe hâkim, bir filozof kadar sorgulayıcıydı. Aynı zamanda sanatçı ve zanaatkardı. Dört yılımı öğrenmenin verdiği büyük keyif ve bakıra özlem ile geçirdikten sonra mezun oldum. Memleketime döndüğümde babam epeyi yaşlanmıştı. Fakat hâlâ çalışıyordu.

“Bakırcılıkta emeklilik olmaz, üretim ancak kalp durunca biter” derdi. Öyle de oldu.

Bir gün elinde çekici durdu kalbi.
Bir ömür kuytu bir dükkânda bakır dövdü,
yüreğini nakış nakış işledi bakıra.
Şekil verdi, emek verdi, ömür verdi, can verdi.
Bakırı adam etti.
Bazen sevdi bazen dövdü.
Vurdukça vurdu.
Yorulunca bir türkü tutturdu.
Çekici ile beraber gömdüler.
Mezarına bakırdan bir taş diktiler.
Adını yazdılar yaşını vermediler.
Ustalar ölmez dediler.

Babamın bu dünyadan göçtüğü gün bir oğlum oldu. Adını Halef koydum. Adını yaşasın dedim. Halef birinin ardından gelip onun görevini devam ettiren kimse demektir.

Bir bakırcı gittiyse bir halefi gelmişti.

On yaşındaki çırak Cemil anlamıyordu “Bakır biziz, biz bakırız” cümlesini. Şimdi ise kırk yaşındaki Cemil usta her gün bu cümleyi sarfediyor. Bakır ölmedikçe babam da ölmeyecek ben de oğlum da…

Şimdi cumartesileri dokuz yaşındaki oğlum Halef ile dükkanın yolunu tutuyoruz. Yerleri süpürüyor, çay getiriyor, izliyor izliyor izliyor…

Bu hafta sizin için Hannan Usta’nın maharetli ellerinden çıkan bakır cezvesi ile yapılmış menengiç kahvesinin eşşiz kokusu ve tadını anımsatan bu öyküyü hazırladım…

Afiyet olsun.

Edibe Vural

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 19 Eylül 2019 at 10:56

    Edibeee,
     
    Urfa’dan gelme kaçak çayım eşliğinde Gaziantep Bakırcılar Çarşısı’nı bir daha gezdim sayende. O coğrafya bambaşka. Antep insanının, doğu insanının çalışkanlığı bambaşka…
     
    Tebrikler, harikasın..

  • Yanıtla Edibe Vural 23 Eylül 2019 at 22:45

    Gökçe Ablacım;
     
    Yorumun beni çok mutlu etti. Çok çok öpüyorum. Afiyet olsun. Buralara beklerim.
     
    Çok sevgiler…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan