Sentez

Yolun Başı | 1

15 Eylül 2019

Öykü: Yolun Başı | Yazar: Özge Can

 

İndeks

Yolun Başı: Birinci Bölüm
Yolun Başı: İkinici Bölüm
Yolun Başı: Üçüncü Bölüm
Yolun Başı: Dördüncü Bölüm
Yolun Başı: Beşinci Bölüm

 
Çocukken çizilen resimlerdeki yol manzaralarının aynısı, yılan gibi kıvrılarak uzanıyordu önünde. Tek farkı, çocukluğun acemi çizgilerinden uzak, doğanın lütufla gözlere sunduğu eşsiz manzaraydı.

Sarı toprak yolun her iki yanında, zamanında buralarda yaşayan ve estetik görüsü gelişmiş bir zatın, görsel güzelliğe verdiği önemin nimetiyle diktiği ağaçların yeşil tonları, sarı sıcaklıkta yeşillikle köye girerken huzura davet oluşturuyordu.

Navigasyon uygulamalarının hiçbirinde köye giriş yolu tanımlanmadığından, şehirden birilerine sora sora buraya kadar gelmişti. Şehir insanlarının “Bu sağdaki asfalt yoldan çıkınca fark edeceksin köy yolunu, endişeye mahal yok, köy seni çağıracak zaten” derken gülümsemelerinin sebebini yolu gördüğünde anlamıştı Gizem. Bozkırın sarılığı içinde vaha gibi parlayan köy yolu her yerden fark ediliyordu.

Yüksek dağın yamacına kurulmuş köy, gözün görebildiği tek yeşil alan olarak zaten çağırıyordu insanı.

Bu doğallığın güzelliğinde mest olurken, araçla toprak yolda ilerlemeye çalışmanın yarattığı sarsıntı başını sersemletmiş, bıkkınlığa teslim olmak üzereyken köy yoluna kurulmuş hayrat çeşmenin varlığını fark etmesi ile sağa çekmişti aracı.

Aracın toprak yolda çıkarttığı toz bulutunun geçmesini beklemeden atmıştı kendini araçtan. İner inmez sırtında hissettiği ürperti, karasal iklimin mevsim geçişini bütün bedenine indirgemek üzereydi. Hızlı adımlarla çeşmenin başına gidip ellerine, boynuna soğuk suyu çarptı. Çevreyi gözleyip kimsenin olmadığından emin olduktan sonra, sandaletlerini çıkartıp, bacaklarını da soğuk suyun serinliğinde yıkadı. Tozun vücuduna yapıştığı, teninin sarardığı izleniminden böylece kurtulduğunu düşündü.

“Hanım kızım kime geldin sen?” seslenişiyle aniden sesin geldiği yöne doğru döndü Gizem.

“İbrahim Çarık’ı görmeye geldim, tanır mısınız?”

“Çarık’lardan kimse kalmadı köyde kızım, en son Emin vardı o da şehre gitti, dediler.”

“İbrahim’e n’oldu peki? Muhtar filan bilir mi nerede olduğunu?”

“Sen beni takip et, götüreyim.”

Gizem kalbinin üzerinde hissettiği sancılı çarpıntıyla araca yöneldi.

Yola baktığında az önceki köylüyü göremedi. Yolun kenarında dizili olan ağaçların arkasından bir traktörün hareket ettiğini fark edince kullananı tanıyıp, yan yana köye doğru gittiler.

Köyün içi taş ve kerpiç tek katlı evlerden oluşuyordu, meydan diye adlandırılan alanın ortasında eski taşlardan çevrelenmiş bir havuz, havuzun ortasında da yüksek bir direkte sallanan bayrak vardı. Neredeyse her evin bahçesinde var olan ağaçlar olmasa meydandaki sarılık dışındaki tek renk al bayrak olurdu. Eski fotoğraflardan bir görsel gibi duran köy içi, 21. yüzyılı inkar eden yapısıyla yaşamını 1800’lü yılların sonunda bırakmış gibi duruyordu. Çok değil, köyün yirmi kilometre ilerisinde 21. yüzyılın bütün nimetleri şehirde kendini gösterirken, buranın böyle kalmış olması inanılmaz göründü Gizem’e. Meydanın yanındaki kahvede oturan köy halkından utanmasa makinesini çıkartıp poz poz fotoğraf çekecekti. “Asıl meselemi çözeyim de gitmeden birkaç poz fotoğraf çekerim,” diye düşündü.

Köy kahvesinin üstüne rengi solmuş, eski olduğu çevresindeki ahşaptan belli olan tabelada “Boz köyümüze hoş geldiniz” yazıyordu. Tabela da köyün rengine itaat eder şekilde sarımtırak bir renge bürünmüştü.

Kahveye girmek için köyün girişinde karşılaştığı kişiyi bekledi Gizem.

Bu bekleme süresinde de tüm kahve müdavimleri tek bir hareketle Gizem’e odaklanmış, gelen kişinin kim, ne niyetle gelmiş olabileceği, neden orada beklediği sorunsalı çevresinde, aynı noktaya bakarak akıl yürütüyorlardı. Rutin yaşamlarında dengeleri bozacağı belli olan kadının niyeti hakkında bir fikir sahibi olamasalar da yeniliğe kapalı oldukları her hallerinden belli olan Boz Köyü sakinleri meraklı gözlerle göz hapsine aldılar Gizem’i.

Traktörle meydana gelen Ruhi, kahvenin önünde birkaç dakika duraklayıp kahve ahalisi ile kısa bir sohbet ettikten sonra eliyle Gizem’e kendisini takip etmesini işaret ederek, meydanın solundaki yola döndü. Kahveye girmek zorunda kalmadığına sevinen Gizem, traktörü takip etti.

Traktör yüksek duvarlı, büyükçe bir kapının önünde durdu. Ruhi, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle traktörden tek hamlede atlayıp kapıya vurmaya başladı, aynı anda sesleniyordu da “Muhtaaar” diye. Gizem, Ruhi’nin aksine daha yavaş hareketlerle araçtan inip, kapıya ulaştı. Kapıyı genç bir kız açıp, buyur etti içeriye.

Evin mimarisi köydeki diğer evlerden farklı olarak yüksek duvarlar ardında bahçesinde havuzu olan, çift katlı taş evlerdendi. Bahçenin içinde rengarenk çiçekler, ağaçlarla özel bir düzenleme yapılmıştı. Teras benzeri balkondan orta yaşta biri seslendi:

“Ruhii, gelin yukarıya.”

“Muhtar işim var benim, bu hanım kız seni sordu, Çarık’ları soruyor, var sen yardım et, ben işime döneyim.”

Ruhi, Gizem’e dönüp “Benim tarlada işim var kızım, sen muhtarla işini gör, hadi bana eyvallah,” dedi.

Gizem Ruhi’ye teşekkür edip uğurlarken bir yandan da hayran kaldığı evin bahçesinden gözlerini alamıyordu.

Kapıyı açan genç kız, Gizem’e yolu gösterip, üst kattaki terasa çıkarttı.

Muhtarla tanışma evresi geçildikten sonra, Gizem direkt konuya girdi.

“İbrahim Çarık’ı arıyorum ben muhtar. Bu köyde olduğunu biliyorum sadece.”

Muhtarın gözünden bir ateş yalımı geçse de hiç bozuntuya vermeden küçük bir öksürükle boğazını temizleyerek konuşmaya başladı:

“Gizem Hanım, siz İbrahim Çarık’ı neden sorarsınız? Yıllar oldu ki gelip de bir Allah’ın kulu sormamıştır. Onların sülaleden bir tek Emin vardı, o da kimi kimsesi yok köyde diye şehre gitti. Arkasızlık kötü bir şeydir Gizem Hanım, yerinden yurdundan olursun, barınamazsın baba ocağında.”

“Ben İbrahim Çarık’ın kızıyım.”

Gizem “Kızıyım” dedikten sonra muhtarın yüzünde beliren soru işaretleriyle dolu ifadeyi dindirdi hemen.

“Annem de bu köyden, siz yaşınız gereği belki hatırlamazsınız. Ben de bu köyde doğmuşum, sonra annemle gitmişiz. Babam burada kalmış. Annemlerin soyadı da Naçar.”

“Yok, o iki sülaleden de kimse kalmadı köyde ancak geçmiş yılları babam daha iyi bilir. O da eski muhtar. Seslenirim şimdi, siz bir yol kahvemizi için. Kızım şekerli bir kahve yap Gizem Hanım’a.”

“Yok, ben sade içerim kahvemi.” Mahcup bir gülümsemeyle genç kıza dönüp “Zahmet olmazsa,” diye de ekledi.

Tekrar muhtara dönüp “Babamın yanı İbrahim Çarık’ın nereye gittiğini bilir mi eski muhtar?”

Muhtar gözlerini kaçırıp, ağzını büzdü, hım kım ağzında cümleleri geveledikten sonra;

“İbrahim Amca öldü Gizem Hanım! Sizlere ömür, başınız sağ olsun.”

Gizem yerin altından kaydığını sanıp direkt yere baktı. Her şey yerli yerinde duruyordu. Terasın yanındaki dut ağacının yapraklarının rüzgarda sallanmasına baktı. Güneşin bozkırı yakan ışığına, dalda tünemiş kuşlara, hayatın akışı içinde devam ettiğini idrak edip, muhtarın gözlerinin içindeki acımayla karışık telaşlı bakışta durdu. Hızlıca kendini topladı.

“Ne kadar oldu öleli?”

“Benim ilk muhtarlığım yılındaydı, öyle görkemli bir tören hazırlattım ki gören hayran kalır. Ki sizin törenler farklıdır biliriz. Bunun için özel araştırma yapıp, kaldırdım cenazesini. Hımm ortalama 5 yıl olacak Gizem Hanım. Kendi evinin bahçesi, yani sizin doğduğunuz evin bahçesine de gömdük. Öyle istediydi sağken. Sizden haberdar olsaydık haber ederdik. Kimi kimsesi kalmadı, yalnız bir adam diye, biz köy halkı defnettik.”

“Sağ olun. Emin burada değil miydi o zaman?”

“Buradaydı da, yani kötülemek gibi olmasın da hiç sahip çıkmazdı amcasına. Zaten o da sonrasında çok durmadı gitti buralardan.”

“Evimiz duruyor mu?”

“Duruyor, duruyor. Hiç kimse dokunamaz. Eşyasıyla, her bir şeyiyle duruyor.”

“Beni götürebilir misiniz?”

“Tabi ki Gizem Hanım. Hele bir kahvenizi için, babamla da bir görüşün götürürüm. Şimdi tam öğle güneşi, biraz tepeden gitsin güneş, dağın arkasına geçer iki saate, o zaman götürürüm sizi.”

Muhtar da çok hızlı hareketlerle içeriye geçti. Gizem bu köyde herkes çevik, havasından herhalde diye düşündü. O ara, kaldığı yalnızlık içinde duygusunu tartmaya çalıştı.

Babasının öldüğünü duyunca kısa bir şok yaşamış, çok da fazla üzülmediğini fark etmişti.

Şimdi o sebebi eşelemeye başladı. Yıllardır yok olmasının sebebi miydi yoksa babasızlığın yarattığı, hep yarım yaşamanın etkisi mi anlamadı? Neredeyse kırk beşine geliyordu. Yıllardır var olmadığına inandığı babasının öldüğü haberinin yarattığı sarsıntı olsa olsa merakını giderek tek kişinin de yok olması olmalıydı.

İçeriden muhtarla babası gelince düşünceleri bölündü Gizem’in. Eski muhtar, lacivert çizgili takım elbise içinde, bembeyaz saçlarının altında çakır gözlerindeki pırıltıyla, yaşıyla tezat oluşturan bir heyecanla Gizem’e doğru yürüdü.

“Hoş geldin kızım, Boz Köyü eski muhtarı Serdar Er,” deyip Gizem’in elini sıktı.

Gizem emekli bir asker izlenimi yaratan, eski muhtar Serdar karşısında adeta bir er gibi tutuk, sadece “Hoş buldum” diyebildi.

Eski muhtar direkt konuyu girdi;

“Sen yolun sonundan başlıyorsun kızım, yolun başı neresi bilir misin? Öyle babamın evi, mezarını göreceğim deyip gidersen yazık edersin aile hikâyene; bu gece misafirimiz ol, anlatayım ben sana yolun başını da sonunu da.”

“Yolun başı neresi Serdar Amca?”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Özge Can

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Beril Erem 17 Eylül 2019 at 08:34

    Özge’cim, öykünü okurken bir an gerçekten de Boz Köyü’nün tozlu sarı toprak yollarında yürüdüm, meydandaki kahvenin önünden geçtim, o havuzun içindeki bayrağın dalgalanışını gördüm.
     
    Gizem’in ardından muhtarın evine çıktım, o kahvesini yudumlarken ben merak edip içeriye girdim, o genç kıza yakından bakmak için… Sonra eski muhtar, İbrahim Çarık’la ilgili bombayı patlatınca iyice kulak kesildim.
     
    “Hah” dedim, “Dur bakalım Beril, ne anlatacak acaba muhtar?”
     
    Aaa, sonra bir baktım sayfanın sonuna gelmişim 😂 Neyse yine de herkesten şanslıyım, ilk ben öğreneceğim sonunu 😊

    • Yanıtla Özge Can 17 Eylül 2019 at 08:50

      Canım Berilim, cümlelerimi ilk sana teslim etmek ne güzel bir duygu bilemezsin 😍
       
      Öykü yazmanın en güzel tarafı bu sanırım; bir düş alemi yaratıp, oraya hem kendini hem okuyucuları taşımak.
       
      Devamıhaftaya sana teslim canım 😊
       
      Teşekkür ederim editörüm, tüm katkıların için 💙

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan