Kırmızı

Ana Kucağı

1 Kasım 2019

* Yazıyı yazarının sesinden dinlemek için alttaki ses dosyasını tıklayabilirsiniz.

* Yazarın Notu: Bu yazıyı, Adagio – Johann Sebastian Bach dinleyerek okumanız tavsiye olunur. YouTube linki için tıklayabilirsiniz.

Yazı: Ana Kucağı | Yazan: Nurdan YılmaztürkYola çıkıyorum yaşasın!!

Kendimi, 1 otobüsün tozlu kadife koltuğuna atmışım. Günlerden Cuma ve o zamanlar cam kenarı fobim yok daha.

İçimde hiç bitmeyen o hep gitme isteğim. Yol. Çok sevdiğim. Doğrudur; yolculukları, yollardan daha çok sevdiğim. Vardığım yer değerli lakin, zaman içerisinde; varmaktan ziyade, yolculuğun kendisini sevmeyi de şükür ki sonunda öğrendim.

Camdan dışarıyı seyrediyorum. Yanımdan hızla geçen tarlaları, fabrikaları, ayçiçeklerinin öne düşük başlarını. 1 kitap aldım yanıma ama bakalım izin verecek mi tüm günün yorgunluğuyla dolu zihnim okumama?

Zaman, 1 kitabın yarısına gelebileceğim kadar akıyor. Otobüs, homurdanan koca bedenini hafif sağa eğilmek suretiyle ineceğim durağa yanaştırıyor ve beni koyu safir 1 gökyüzünün altına bırakıyor. Önümden hızla akan vızır vızır arabaların, kamyonların, otobüslerin, minibüslerin farları, ileri miyop gözlerime birer renk huzmesi olarak görünüyor.

Araçların azaldığı 1 aralık bulup geçiyorum hemen karşıya ve bırakıyorum kendimi koşarak yokuştan aşağıya. Çocukluğum benden hızlı koşuyor. 28 yaşım ve üzerime giydiğim kurumsal kılığım hızımı kesiyor. Nefes nefese inince yokuşun bitimindeki; taş, toprak, beton karışımı yola ve uzaktan görünce üzüm salkımlarının üzerine düşen balkonun ışığını; sevincim arttıkça artıyor. Hızlandırıyorum adımlarımı.

Ağır demir bahçe kapısının önüne geldiğimde, 1 dakika kadar durup izliyorum onları sessizce. Annem, büyük dalgalı karamel rengi saçlarıyla güllerden güzel annem, mutfakta ve her zamanki gibi telaşlı. Babam, balkonun diğer köşesinde, elinde faraşı, hararetli 1 mangal yakma çabası. Gülümsüyorum; mutfaktan gelen patatesli, yeşil taze biberli, bahçeden toplanmış naneli, ince bulgur çorbasının kokusunu içime çeke çeke.

Büyük demir kapıyı açtığımda sesleniyorum ikisine de,

“Ben geldiiiiiimmmm!!”

Koşuyorum hemen yukarı, 3er 5er adımlayarak merdivenin kaygan seramik taşlarını. Annem gözleri nemli, elleri yemekli olduğu halde sarılıyor bana her zamanki gibi sıkıca. Sarılmayı ondan öğrendiğimi hatırlatıyor bana her sarılması 1 kez daha. Babam, hep mesafeli duruşuyla uzatıyor yanaklarını ben onu öpeyim diye. Öperim elbette.

1 onlara bakıyorum. 1 sofraya. Şölen var yine yaaaa. Ve bu defa, evin tek çocuğu benim. Dilediğim kadar şımarabilirim. 1 daha yaşasııınnn. Sevincim yüzümden, gözlerimden, ellerimden, kollarımdan, göğüs kafesimden taşıyor adeta.

Annem, “Hadi oturalım, pek fazla 1 şey yapamadım. Son dakika haber verince sen geleceğini, baban kasaba gitti, ben İzzet Efendi’den aldığımız dolmalık biberlerden zeytinyağlı dolma yaptım, çarliston biber kızarttım, köfte pişecek mangalda şimdi, sen de baban gibisin çorbasız oturmazsın sofraya bilirim, bulgur çorbası pişirdim ocaktan iner birazdan, işte yani bu kadarını yetiştirebildim, hadi üzerini değiştir de gel yiyelim” dedi.

Anlattıklarının yanı sıra bu kadarı dediği; dereotunun ince kıyımına aşık 1 cacık, bahçeden toplanmış körpe salatalık ve etli domateslerin pembe kuru soğanlarla mutluluktan ağızlarının sularının aktığı 1 salata, anne köftelerini içine saklamaya bayıldığım pide ekmekler, tereyağının kokusu, deminin buğusu üzerinde tüten 1 pirinç pilavı, lezzetinden çatlamış buzzz gibi karpuz, dalları meyvelerinden toprağa değen ağacımızın eriklerinin hoşafı.

“Offff anneee, sen deli misin, neler yapmışsın 2 saatte?” dedim.

“Dolmalar soğumadı ama..” diye yanıtladı beni, gözleri yine nemli.

O akşam sofradaki her şeyi yedim. Çatalla, kaşıkla, bıçakla, sevinçle, coşkuyla, mutlulukla. Ve küp gibi devrilip uyudum sonra somya yatağımda.

Sabah, su sesinin ılıklığı uyandırdı beni.

Annem balkonu yıkıyordu her sabah olduğu gibi. Çocukluğumda ne kadar kızdığını biliyor olsam da yine çıplak ayaklarımla çıktım balkona. Akan suyun arasında gezindim annemin peşi sıra ve o yine bana söylendi, “Yapma böyle, üşüteceksin bak..” Gözleri nemli değildi de biraz soru dolu, biraz da uykusuzlardı sanki.

Kahvaltıda, babamın da aynı gözlerle baktığını gördüm bana, bilhassa ben, kalın ezine dilimlerini sokuştururken pişilerin arasına. Hatta, gözleriyle konuştular birbirleriyle 1 ara lakin ben pek önemsemedim. Zira o sırada ben; mutluluğumun, balkon demirlerine sarılı sarmaşık gülleriyle aynı tonda 1 pembe olduğunu düşünmekteydim.

Evde tek çocuk olabildiğim bu nadir günün tadını çıkartmak için bahçeye indiğim sırada, babam, kahvesini içmiş, arkadaşlarıyla her öğlen olduğu üzere buluşmaya hazırlanırken anneme, “Sen sorarsın işte..” dedi benim duyamayacağımı sandığı 1 ses tonuyla. Gözleri ve mimikleri birlikte konuştu bu defa. Büyük demir bahçe kapısı kapandı.

Annem, “Hadi gel kahve yapayım içelim birlikte” dedi, gözleri heyecanlı, meraklı, telaşlı.

“Sigara da içmek ister misin yanında, baban yok nasılsa.”

En yakın kız arkadaşıyla 1 sırrı paylaşmanın şahane ve 1 o kadar da komik mutluluğu saklıydı sorusunda.

“Yok anne yaaa, ne sigarası, ben sigara içmiyorum ki..” dedim biraz gergin. “Ama evet kahve içelim. Otur sen de, yapma 1 şey, ben zaten birkaç saat sonra geri döneceğim, muhabbet edelim.”

“Tamam yapayım ama istersen sigara içebilirsin, biliyorum içtiğini, ben bakarım balkondan, baban gelirse söylerim.”

O anı, ömrüm boyunca unutamam. Benim güzel annem, güllerden güzel annem ve canım arkadaşım. Güldük ikimiz de. Kahvelerimizi içtik. Sigara içmedim. Kahvelerimizi içerken, “Anne, babam sor işte dedi ya sana, neymiş merak ettiği?” diye sordum ben de merakla.

Biraz sıkkın 1 hal aldı yüzü.

“Baban işte, biliyorsun her şeyi kafasına takıyor. Sen dün akşam öyle birden arayıp geliyorum ben deyince ve akşam yemeğinde de sofradaki her şeyi deli gibi yiyip sonra da uyudun ya saatlerce, “Bu kızın evine ekmek girmiyor, yemek pişmiyor galiba, baksana nasıl yedi her şeyi, saatlerce de uyudu, sor bakalım neymiş derdi?” dedi, gece kendi de uyumadı konuşa konuşa, beni de uyutmadı.”

Birden istemsizce kocaman 1 kahkaha çıktı ağzımdan. Güldüm 1 süre öylece. Sonra gidip sarıldım ona, artık ne yazık ki sığamadığım kucağına sığıştım bedenim elverdiği kadarıyla sıkıca.

“Annee o kadar çok özlüyorum ki yemeklerini, seni, evi. İnsan annesinin, babasının, çocukluğunun evine gelince çocuk oluveriyor birden yaşı kaç olursa işte. O nedenle yedim, içtim, uyudum küçük ve şımarık 1 çocuk gibi. Başka 1 sebebi yok inan ki.”

Yine nemlendi gözleri.

“Bak doğru söylüyorsun di mi?”

“Vallahi doğru söylüyorum” dedim.

Hala bilmiyorum, o zaman onu ne kadar ikna edebildim.

Yol, kimi zaman içinde “uzak” diye 1 yer de barındırıyor. Ve ne yazık ki ba(ğ)zı uzaklar, bizim hayati tecrübelerimizle idrak edemeyeceğiz 1 anlam taşıyor.

Ve o uzakların adı 1 gün 1 bakmışsın; artık sadece yolculuk boyunca paylaştığın kıymetli anılarla avunduğun ve sadece düşlerinde parmak uçlarınla dokunabildiğin 1 ana kucağı oluyor.

Nurdan Yılmaztürk

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 2 Kasım 2019 at 13:39

    Selam,
    Bir gün, binsem bir otobüse, nereye gittiği önemli değil, yeter ki uzun yol otobüsü olsun. Otursam koltuğuma, baksam öyle çevreme boş boş, canım sıkkın, umutsuz ve hayalsiz. Derken siz gelseniz yanıma otursanız ve merhabalaşsak. Sonra konuşmaya başlasak ve siz böyle anlatsanız, anlatsanız ve ben dinlesem saatlerce ve o yol hiç bitmese. Ne güzel olurdu.
     
    Tabi bu da bir hayal.
     
    Hoşça kalın.

    • Yanıtla Nurdan Yılmaztürk 5 Kasım 2019 at 10:12

      🙂 🙂
      Harikasınız Nimet Hanım.
      Ben varım diyorum o halde. İstanbul çıkışlı günübirlik 1 otobüs yolculuğu yaparım sizinle memnuniyetle.
      Edirne olabilir mesela 🙂
      Uygun 1 tarih buluruz, tıngır mıngır gider, geliriz konuşa konuşa.
      Hayal etmek başarmanın yarısıdır bana kalırsa 🙂
      Bekliyorum yanıtınızı. Sevgiyle.

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 6 Kasım 2019 at 12:07

    Nurdan Hanım,
    O anki duygularımla yazdıklarıma yanıt vermeniz çok güzel, teşekkür ederim. Bir şeyleri hedeflemek ve gerçekleşmesini beklemek, daima yaptığım ama gerçekleşmeyince de üzüldüğüm bir alışkanlık. Ama o satırları yazarken asla böyle bir şey düşünmedim, sadece ifade edebilmek adınaydı yazdıklarım. Ama çok hoş oldu, çok zarifsiniz. Dilerim bir gün gerçekleştirebiliriz ama düşünmek daha güzel.
     
    Kimbilir belki bir gün.
     
    Hayat akıp gidiyor, beklenenler renk katıyor sadece.
     
    Zevkle okumaya devam edeceğim, bundan böyle sizi sevmeye de.
     
    Hoşça kalın.

    • Yanıtla Nurdan Yılmaztürk 9 Kasım 2019 at 19:18

      ne güzel sizin beni sevmeye ve okumaya devam edeceğinizi bilmek.
      çok teşekkür ederim.
      sözüm de söz, yola çıkmak isterseniz yan koltuğunuz benim 🙂
      sevgilerimle.

      • Yanıtla Nimet Canbayraktar 24 Eylül 2021 at 18:04

        Merhaba Nurdan Hanım,
         
        Aklıma geldi sizinle yazışmalarımız ve eskileri karıştırdım biraz. Aslında her gün belki bugün yazarsınız diye arıyorum adınızı. Çok güzel yazıyordunuz, sizi özledim.
         
        Sevgiler

  • Yanıtla Nurdan Yılmaztürk 9 Kasım 2019 at 19:16

    ve işte facebook’ ta yer alan yorumlar 🙂
     
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 01
     
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 02
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 03
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 04
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 05
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 06
    Ana Kucağı | Nurdan Yılmaztürk | Facebook Yorumları | 07

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan