Yaşamak Yaratmaktır

Korona Günlerinde Felsefe | 3

15 Mayıs 2020

Yazı: Korona Günlerinde Felsefe | 3 | Yazan: Prof. Dr. Atilla Erdemli

 

İndeks

Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 1
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 2
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 3
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 4
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 5
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 6
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 7
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 8
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 9
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 10
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 11
 

Bölüm 3

 
Dünya, insana, hiçbir zaman olmadığından daha tehlikeli. Her şeye karşın birkaç bin yıldır ayakta durabiliyorduk, kendimizce uygardık, kendimizce üretiyorduk; savaşıyorduk, sonra ona da uygun çözümler bulabiliyorduk. Doğrusu bu yeni saldırı kötü geldi. Bizim olan her şeyi yavaş yavaş kaybediyoruz; değer verdiklerimiz, önemsediklerimiz, hatta yücelttiklerimiz yüreğimizden, gönlümüzden, beklentilerimizden, umutlarımızdan sıyrılıyor, yitip gidiyor. Bu güne değin karşılaşmadığımız türden bir yok edici kuvvetle karşı karşıyayız.

Tam kestiremediğimiz, ne olduğunu bilemediğimiz, belirsiz bir kuvvet: Ölüyor, fakat çoğalıyor; kendisiyle canlanıp çoğaldığı ortamı yok ederek varlığını sürdürüyor. Değişebiliyor; böyle bir olanağı var. Ona karşı, onu durduracak, hatta yok edecek ilaçlar bulduğumuz sırada, onun yeniden değişime girerek, farklı biçimde ortaya çıkması çok olağan. Örneğin, bu yeni değişim ile daha bir yıkıcı, öldürücü de olabilir, yararlı veya zararsız bir kuvvet de ortaya çıkabilir. Hangisi olabilir? Bilemiyoruz. Kısa süre içinde değişime girip, giremeyeceğini de bilemiyoruz. Bilinmezlik, belirsizlik yaşamamıza egemen oluyor. Belirsizlik sıkıntı ve korku veriyor. Tedirginiz.

En önemli dayanağımız Bilim.

Bilim insanları var güçleriyle uğraşıyor; bilinmezi, belirsizliği ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Buldukları ilk bilinen; yalnızlık. Kuvvet dokunma ile bulaşıp, yayılıyor. Onu kendi başına, yalnız bıraktığımız zaman, ölüyor. Düşmanımızı yalnız bırakmak için bizim de yalnız kalmamız, dokunmadan, uzak durmamız gerekiyor.

Savunma ve Yalnızlık.
Direnme ve Yalnızlık.
Yaşama ve Yalnızlık.

Spinoza bu direnişe conatus diyordu. Conatus, varlığında var olmaya ve kendini gerçekleştirmeye direnmek. Conatus yapıcı, yaratıcı bir direnme kuvveti.

Yalnızlığın bir çok çeşidi olabilir, burada iki yalnızlık kendisini gösteriyor: Kendi başına bırakılmışların yalnızlığı ile kendini yalnız bırakanların yalnızlığı. İlkinde yalnız bırakılana yapacak bir şey verilmemiştir. Çok zaman onun yalnızlığı dışardan zorlamayla olur; böylece o giderek erir, yok olur. Bu yalnızlıkların en olumsuzudur. Oysa yaşamak kendi varlığını, yapıcı-yaratıcı gücünü gerçekleştirmektir.

İkinci tür yalnızlık burada; bireyin özgür istenci ile yalnız kalmasında işlevseldir. O kendi yalnızlığını kendi seçer, o çoğunluğa sığınıp, yitip gitmenin uzağında, bağımsız kaldığı için yalnızdır. Montaigne’nin deyişi ile o, içindeki kalabalık hallerden kurtularak, kendini kendisinden kopartarak yalnızlaşmaktadır. O kendi yaşama sorumluluğunu üstlenen, yalnızlığını güç toparlama, güçlenme olarak yaşayan insandır. En büyük güç veren yalnızlık, içinde özgürlüğümüzü yaşadığımız yalnızlıktır. Sevdiklerimizle, dost bildiklerimizle, düşmanlarımızla, sevmediklerimizle, nefret ettiklerimizle, aşağılık ve rezil bildiklerimiz ve gerçekten öyle olanlarla, sakatlarla, hastalarla, yaşlılarla, çocuklarla, bilgelerle, cahillerle, çirkinlerle, güzellerle, tüm insanlarla, onların da güçlerini yitirmemeleri için, yalnız ve güçle fakat tek başımıza yaşayabilmektir.

Şairin dediği gibi:
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine*

Kendi özgürlüğünü yaratarak yaşayan birey kendi özgürlüğünden ödün vermeden bütün insanların da özgür olabileceği bir yaşamaya nasıl girecektir? Ayrı deyişle, öyle bir özgürlüğümüz olacak ki hem biz ödün vermeden özgür yaşayacağız hem de genel-geçer ilkelere dayanarak yaşamamız tüm insanlarla bütünleşecek, kaynaşacaktır.

Immanuel Kant, Kesin Buyruk ya da Kategorik Imperatif ile böyle bir yaşamanın olanağına sahip olduğumuzu söyler. Öyle davran ki davranışını yöneten ilke (maxim) genel geçer bir yasa olsun. Böyle bir yaşama olabilir mi?

Söylenebiliyorsa denenebilir.
Düşünebiliyorsak neden olmasın.

Değişik sorunlarla yoğrulduğumuz şu günlerde en kolayı trajik distopyalar üretmektir. Oysa tam da şu sırada yaratacağımız güzel zamanlar, canlandırmamızı bekliyorlar. Böyle bir yaşama tutumunu bir kez olsun denemek, özgür bireyin yüksek yaşama sorumluluğu olacaktır. Arada bir geleceğin çok farklı olacağına ilişkin söylemler duyuluyor.

Yeni bir çağ; işte zorluk burada.

Çağlar yaratılırlar, yeni bir yaşama anlayışı ile değerlerin yeniden yorumlanmasıyla, yeni bir dünya görüşü ile yeni yapılanmalar, kurumlaşmalar, yeni umutlar, sıkıntılar, beklentiler ile yaratılırlar. Eğer böylesine önemli bir süreç, yalnızca var olan düzenin bazı değişiklikler ile sürdürülmesi biçiminde olacaksa, olmasın daha iyi. İnsan olarak daha yüksek bir yaşamaya ulaşamayacaksak ne demeli, bilemiyorum.

Bir üst yaşama, bir üst kültür ile olanaklı. Korkuyla değil, nefretle değil, intikam duygusuyla değil, egemen olma hırsıyla da değil; insan olduğumuz ve bize yaraşan yaşamayı yaratabilme erkimiz bulunduğu için. Bireyin yaşama sorumluluğu tam da burada, Nieztsche’nin o müthiş güç istenci ve yüksek yaşama bilinci ile karşımıza çıkmaktadır.

 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Notlar & Açıklamalar:

* Nazım Hikmet’in Davet şiirinden bir bölüm ⇡⇡⇡
 
 
 

Dergimizde de yayımlamaya başladığımız, Prof. Dr. Atilla Erdemli‘nin Korona Günlerinde Felsefe yazı dizisinin üçüncü bölümü, Herkese Bilim Teknoloji Dergisi‘nde 01 Mayıs 2020’de yayınlanmıştır. SenVeBen’de yazarımız ve derginin özel izniyle yayınlıyoruz.

 
 
 
Prof. Dr. Atilla Erdemli

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Hasan Saraç 15 Mayıs 2020 at 16:46

    İyi günler Hocam, değerli düşüncelerinizi özenli bir şekilde, bilgece bir araya getirip bizleri aydınlattığınız için size teşekkür ediyorum.
     
    Doğrusuyla, yanlışıyla daha virüs ortaya çıkmadan yıllar önce yalnızlığı tercih etmiş fanilerden biriyim. Bu kararı bir günde, belirli bir tepki sonucu da almadım. Yavaş yavaş gelişen bir süreçti benim için. Haklı gerekçelerim vardı demek hakkına sahip olmadığımın bilincindeyim, böyle bir iddiada bulunmak aynı yolu seçmeyenleri eleştirmek gibi algılanabilir o zaman.
     
    Yalnızlığı tercih etmenin hayata küsme anlamına gelmeyeceğini düşünüyorum. Benzetmek asla haddime değil, ancak yazınızda adı geçen Spinoza’nın yaşamı yalnızlığın en muhteşem örneklerinden biri değil mi sizce de?
     
    Öbür türlü yalnızlığı seçmek bir mağlubiyet olarak yorumlanabilirdi. Birlikte olmaktan, görüşmekten, yazışmaktan özetle hayatı paylaşmaktan zevk aldığım bir çok insan hâlâ var elbette. Bu bir nevi sınırları yeniden belirleme tercihi benim için. Mutluluğumu yaşamama izin vermeyenlerle araya bir mesafe koyma gayreti belki de…
     
    “Umudu yitirmeden hayatın anlamını farklı bir şekilde arayış” da diyebiliriz sizin için de uygunsa..
     
    Bir sonraki yazınızı merakla bekliyorum. Katkılarınız için bir kez daha teşekkür ederim.
    Sevgi ve saygılarımla…
    HS

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan