Bir Kahve Molası

İhaleci İbrahim | 1

25 Haziran 2020

Güneş nazlı bir gelin gibi süzülüyor Urfa’da. Harran’da ekinler altına kesmiş, alabildiğine sarı ve parlak. Kaleye iniyor sıcaklık, yüzyıllardır kutsal sayılıp dokunulmayan balıklar, bir çocuğun onlara attığı kuru ekmekten nasipleniyor.

Yüzünde dövmeler olan yaşlı bir kadın evinin avlusunda yıpranmış ellerini kulağına götürerek ağıt yakmakta. Babamın ve arkadaşlarının en sevdiği sesler duyuluyor bu kadim kentin semalarında. Kanat ve ıslık sesleri birbirine karışırken babam mırrasını yudumluyor, ben ise ağzım kulaklarımda izliyorum bu şöleni.

Bana biri çocukluğumu sordu mu? İşte bu birkaç cümledir özeti.
Haaa, bir de kahve var tabi…

Babam Urfa’nın en ünlü kuşçu kahvelerinden birini işletirdi. Kuşçu Cumali denilince, kuşla ilgisi olsun yahut olmasın herkes tanırdı onu. Omuzları geniş, elleri kocaman, teni bizim buğdaylara benzer renkteydi. Boyu ise kahve kapısından geçerken eğilmesini gerektirecek kadar uzundu. Zaman zaman onun masallardaki devlerden biri olduğunu düşünürdüm.

Gecesi gündüzü kuşlar ve kahveydi.

Kahvenin içindeki ve damındaki tel dolapların içinde kuşları besler, bazı özel misafirlerini akşamüzeri kahvenin damında ağırlardı. Burada bu misafirlere özel kuşlarını gösterir, övgü beklerdi. Biri babamın güvercinini övdü mü, ondan mutlusu olmazdı. Kuş bakmak kolay iş değildir elbet. Önce sevmen lazım, konuşman lazım, onu süslemen lazım.

Kuş yetiştiriciliği bir nevi antrenörlük gibidir. Uçmak spor, uçan ise sporcudur. Yazın kuşlar sıcakta tüy dökerler, dinlenirler. Yeni tüyleri çıkana kadar kuşlar uçurulmaz. Havalar soğumaya başlayınca yavaş yavaş uçmaya bırakılır. Saat dört oldu mu herkes işini gücünü bırakır kuşları uçurmaya damlara, avlulara çıkar.

Bu uçuşlara “karışma” denir. Karışmaya bırakılan güvercinler diğer kuş bölükleri ile beraber karışır ve hep birlikte görsel bir şölen oluştururlar. Karışmaya bırakılan kuşların hepsi erkek kuşlardan oluşur. Dişi kuş diğer kuşların evine dönmesi için yuvada bekletilir. Güvercinler eşleri için muhakkak dönerler.

Kuşçular dönmekte zorlanan kuşlar için bir yandan ıslık çalarken bir yandan dişi kuşu gösterirler. Erkek kuş, dişisini görünce hemen yere iner. Bölüklerin liderleri peşenkler ise diğer kuş kümelerinden kuşları ikna edip kendi bölüğüne dâhil etmeye çalışır ve bölüğe liderlik eder. Peşenk bir boya ile boyanır. Kuşçular, karışmaya bıraktıkları tüm kuşlarını tanırlar.

Babamın her kuşunun da bir ismi vardı. Envaiçeşit kuş içinde hepsinin adını bilirdi. Okuldan sonra kahveye koşarak gittiğimi öyle iyi hatırlıyorum ki.

“Kuşçuluk sevdadır oğlum, sevmeyen yapamaz” derdi.

Benim kuşlara sevdam ise taa o günlerden yüreğime işlendi. Kahvehaneye dair en sevdiğim şey ihale günleriydi. Çarşamba ve cuma günleri tüm esnaf ve kuş meraklıları kahvehanede toplanır açık arttırma ile kuşlar satılırdı. O günler sadece açık arttırma olduğu için özel değildi.

Esasında o günleri sevmemin sebebi İhaleci İbrahim’di.

İhaleci İbrahim dedin mi tüm Urfa onun ne denli iyi bir kuşçu, iyi bir hikâye anlatıcısı ve iyi bir ihaleci olduğu hakkında illa bir iki kelam ederdi. Urfa’nın en güzel, en imrenilesi, asil ve yavuz kuşları onun kuşlarıydı. Güvercin beslerdi fakat bir tek güvercinlerden değil her kuştan iyi anlardı.

Kahveye o gelince herkese bir neşe gelirdi; bir yandan çok saygı duyulur bir yandan çok sevilirdi. Hele bir de ihaleden sonra kuşlarla ilgili kimsenin bilmediği hikâyelerinden bir tanesini anlattı mı değmeyin keyfimize. Öyle ki çoğu insan kuş almaya yahut satmaya gelmese bile İhaleci İbrahim’in hikâyelerini dinlemeye gelirdi.

Bir tek Urfa mı? Antep, Adıyaman, Mardin, Diyarbakır, Kilis tüm bu vilayetlerden misafirler gelir, doldurur taşırırlardı kahveyi. Ben de iple çekerdim bu günleri, hatta bugün bile çocukluğumdan kalma bir alışkanlıkla ihale günleri içim kıpır kıpır olur.

Bir gün elinde bir kafes, içinde ise bir kuş ile geldi kahveye. İhale bittikten sonra herkes merakla toplandı İhaleci İbrahim’in başına. Tüm kahve İbrahim’in ağzından çıkacak sese odaklandı her zamanki gibi.

Başladı İbrahim hikâyesine bir soru ile…

“Siz saka kuşunun hikâyesini bilir misiniz? Bir zamanlar dünyada öyle soğuk bir sene olmuş ki tüm canlılar çok zor günler geçiriyorlarmış. Kuşlar ise bir hâl çaresi bulmak için toplanmışlar. Konuşmacı olan kartal; “Tek bir çare vardır. O da güneşten bir parça alınacak ve yeryüzüne getirilecek yoksa böyle giderse hepimiz soğuktan kırılacağız, ölüp gideceğiz. Bunu ancak biz kuşlardan biri yapabilir” demiş.

Önce kuşlara aralarında gönüllü var mı, diye sormuş. Hiçbir kuştan ses çıkmayınca bilge kuş baykuşa sormuş fakat baykuş; “Ben karanlıklarda yaşarım, benim karanlıktan vazgeçmem imkânsızdır, bu yolculuk çok uzun. Ben yapamam” demiş.

Kartal bu kez bülbüle dönmüş, bülbül ise; “Biliyorsun, ben sesimle ünlü bir kuşum. Bu uzun yolculuk sesime zarar verebilir bunu göze alamam” demiş.

Teker teker tüm kuşları denese de her kuşun bir bahanesi varmış. Kartal tam ümidini kesmişken kuşların arasından cılız bir ses “Ben giderim” demiş. Tüm kuşlar sesin geldiği yöne bakınca bu sesin sakadan geldiğini görüp çok şaşırmışlar. Kartal; “Ama saka, sen çok tecrübesizsin, küçüksün. Bu yol ise oldukça uzun ve zorlu, dayanamayabilirsin. İyi düşün” diyerek onu uyarmış. Fakat saka bu yolculuk için çok kararlıymış.

Yolculuk günü gelip çatmış. Saka uçmaya başlamış.

Uçmuş, uçmuş, uçmuş. Güneşe yaklaştıkça cılız tüyleri bir bir yanmış. Buna rağmen vazgeçmeyip güneşten bir parçayı alıp yeryüzüne inmeye başlamış. Saka yeryüzüne indikçe bahar gelmiş, havalar ısınmış, çiçekler açmış, kuşlar ve diğer tüm canlılar ısınmış. Dünya eski o güzel günlerine dönmüş. O gün bugündür saka kuşu ne zaman yeryüzünde görünse ilkbaharı da beraberinde getirirmiş. Tüm kuşlar fedarkârlığı karşısında tüysüz kalmış bu küçük kuşa kendi tüylerinden birer tane kopararak vermişler. Sebep budur ki saka rengârenk bir kuştur. Kim ki ailesi ve sevdikleri için fedakarlık yapar, bahar ile müjdelenir, rengârenk olur, ümit olur.”

İbrahim soğumuş çayını bir yudumda içip, ardından “Haydi eyvallah, kuşların uçma vakti. Kuş beklemez” deyip kalkıp gitmişti. Herkes her zamanki gibi hayranlıkla uğurlamıştı İhaleci İbrahim’i. Bir başka ihale gününü beklemeye başlamıştık bile. Bazen ihale günlerinin dışında da gelir hikâyelerini anlatırdı fakat bu günler, ya özel günler olurdu ya da babamın “Muhakkak gelmen gerekir İbrahim” dediği günler olurdu.

Saka kuşunun hikâyesinden sonraki hikâyesini işte böyle bir günde anlattı. Maho ile Celal ağabeyler arasında husumet olmuş. Biri diğerinin kuşunu karışma sırasında tutmuş. Maho ağabey kuşunu Celal ağabeyden istemiş. Celal ağabey de vermeyince başlamış bir kavga aralarında. Babamın kulağına gelmiş bu husumet. Babam ise çözse çözse bu işi İbrahim çözer demiş, çağırmış İbrahim’i.

İhaleci İbrahim o akşam elinde bir zeytin fidanı ile geldi ve yerini aldı.

Celal ağabey ile Maho ağabeyi de karşısına alıp anlatmaya başladı;

“Neden Urfa’nın kuşları yüzyıllardır bu gökyüzünde bir başka süzülür bilir misiniz? Tanrı, insanoğlunun yeryüzüne kötülük tohumları serptiğini görür ve onları büyük bir tufanla cezalandıracaktır. Hazreti Nuh’a bir gemi yapmasını ve her temiz hayvandan yedi tane dişi yedi tane erkek almasını emreder. Gemi yapılır ve hayvanlar gemiye alınır. Ardından büyük tufan başlar. Bu gemiye alınan canlılar dışında yeryüzünden her şey silinir gider.

Hazreti Nuh tufan bittikten sonra suların çekilip çekilmediğini anlayabilmek için karadan haber getirebilecek bir güvercin salar gemiden dışarı. Fakat güvercin çok geçmeden gerisin geri döner. Yedi gün sonra Hazreti Nuh güvercini tekrar uçurur. Bu kez güvercin ağzında bir zeytin dalı ile döner gemiye. O gün bugündür güvercin yeryüzünde barışı müjdeleyen hayvan olarak kabul edilir. Zeytin ağacı ise ölümsüzlüğü ve yaşamı temsil eder. Tufandan sonra yedi tane şehir kurulur.

Bu yedi kadim şehirden biri olan Urfa’nın semalarından hiç eksik olmamış derler bu güzel kuşlar için. Urfalılar’ın güvercine merakı ise asıl barışa ve yaşama olan saygılarından gelir. Eee güvercin besleyen, bu değerli hayvanlarla arkadaşlık yapan biri kavgaya girer mi hiç? Savaşa tutuşur mu? Elimdeki bu zeytin fidanını hep beraber dikelim ki yeniden hatırlayalım unuttuğumuz tüm değerlerimizi…”

Ertesi gün tüm kahve halkı ile zeytin fidanını diktik. O günden sonra kimse küsmedi, darılmadı birbirine. Herkes beslediği güvercinin ne anlama geldiğini öğrendi, ona göre davrandı.

Günler, haftalar birbirini kovaladı. Hikâyeler ve İhaleci İbrahim her defasında kendine hayran bırakırdı tüm Urfa kuşçularını.
Böyle uzunca bir süre devam etti bu güzel gelenek…

Fakat bir gün İhaleci İbrahim elinde kuş dolu bir çuval ile geldi kahveye.

Peşengi kaçmış, gitmiş. Kuş sahibi en güvendiği kuşunu peşenk seçer. Peşenk başka bir kuşçu tarafından tutulursa yahut uçar, geri dönmezse çok büyük ayıptır. O halde yapılacak şey bellidir. Kuş sahibi tüm kuşları bir çuvala koyar ve satar. Yani bölüğünü dağıtır, kuş matarlarını (evlerini) yakar. Uzun bir müddet kuş beslemez.

Çok bir şey anlatmadı o gün İhaleci İbrahim, “Benim peşenk, Mercan uçtu gitti” dedi. Tek tek sattı kendi eliyle Urfa’nın en güzel, en asil, en yavuz kuşlarını. O oldu. Bir daha gelmedi kahveye. Birkaç kez babam çağırdı. “Yok” dedi. Duyduk ki evlenmiş, çocukları olmuş, mutluymuş… Yaşı o zamanlar 35–40 var idi.

Evlenmek için biraz geç kalmıştı sanki…

Babam “İyi oldu, Mercan’ı yitirdi ama kısmetini buldu” dedi.

Ama ben çok üzülmüştüm. Kahve hiç o günlerdeki gibi olmadı. İhaleci İbrahim bu kahvenin bir parçasıydı.

Aradan oldukça zaman geçti, ben de bu arada epeyi büyüdüm. Askere gidip döndükten sonra kahvehaneyi işletmeye devam ettik. Üç sene evvel babamı kalp krizinden kaybedince kahvehane işi tümden bana kaldı. Kuşları hep sevmiştim zaten. Onlarla yattım, onlarla kalktım tıpkı babam gibi…

Kendimden başka en iyi bildiğim canlı onlar oldular. Derdimi dinlediler, öf demediler. Sevincime ortak oldular. Onlarla beraber öğrendim ben de birçok şeyi.

Geçen hafta Cuma namazı için gittiğim Rızvaniye Camiiden çıkarken bir de ne göreyim? Karşımda İhaleci İbrahim. Öyle yaşlanmış ki beli kamburlaşmış zar zor yürüyor. Hemen eline sarılıp öptüm.

“Ben kuşçu Cumali’nin oğlu Bedo. İbrahim amca, nasılsın?”

“İyiyim Bedo” dedi tok sesiyle.

Gözleri iyice bir süzdü beni, gözlerinin kenarındaki çizgiler bana çocukluğumun derinliklerini hatırlattı. Kahveyi artık ben işletiyorum. Malum, babamı kaybettikten sonra işler tümüyle bana kaldı. Şimdi de kahveye gidiyordum İbrahim amca, buyur gel beraber gidelim, sana bir çay bir kahve içireyim. Seni de çok özlemişim, dedim. Biraz tereddüt ile düşündüyse de benimle gelmeyi kabul etti.

Kahveye vardık. İçeri sağ ayağıyla ve içindeki cenabı hak ile besmele çekerek adım attı. Dikkatini ilk önce değiştirdiğimiz tel dolaplar çekti. “Güzel olmuş” dedi çocuğunun başarısından onurlanan bir baba edasıyla. İbrahim amcanın gözleri doldu kahvehaneyi izlerken. Sanki bir anda yirmi yıl öncesine gittik hep beraber. Ben yine haylaz Bedo oldum, İbrahim amca ise hikâyeleri dilden dile dolanan İhaleci İbrahim. Kahvenin gediklileri onu hemen tanıdılar, koşup öptüler mübarek ellerinden. Herkes birbirine haber verdi. Kısa sürede tıpkı çocukluğumdaki gibi dolup taştı kahve.

O günlerdeki gibi demli kaçak çayını yudumlarken bir soru ile başladı konuşmaya;

“Siz İhaleci İbrahim ile peşengi Mercan’ın hikâyesini bilir misiniz?”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Bir fincan, bir kupa, bir bardak kahvenizin yanına Urfa’nın ünlü ‘Şıllık’ tatlısı tadında bir öykü bırakıyorum.

İhaleci İbrahim ile Mercan’ın hikâyesi için sizi biraz daha bekleteceğim.

Şimdilik afiyet olsun.

 
 
Edibe Vural

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Zeynep Mete 25 Haziran 2020 at 18:00

    Sevgili Edibe,
     
    Çok güzel bir öykü. Okurken çok eskilere götürdü beni, unuttuğum bir çok anıyla buluştuk yeniden. Diline kalemine sağlık. Merakla bekliyorum devamını.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Edibe Vural 25 Haziran 2020 at 22:30

      Zeynep Abla;
      Biyografini okuyunca gördüm ki çocukluğunu ve gençliğini Anadolu’nun çeşitli yerlerinden geçirmişsin. Bu öyle seni bir nebze de olsa oralara ve o günlere götürebildiyse ne mutlu bana. Birilerini böyle bir yolculuğa çılarabildiğini görmek paha biçilmez.
       
      Çok teşekkür ederim bu candan yorum için…
       
      Çok sevgiler 🙂

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 25 Haziran 2020 at 18:42

    Edibeeciğim; fotoğraflı yorum koymak isterdim. Nasıl denk geliyor bilmiyorum ancak kendiliğinden oluyor. Garip ama hiç hazırlık yapmadan, kahve
    eşliğinde okuyorum öykülerini.
     
    Kalemine sağlık, çok beğendim.
    Devamını merakla bekliyor olacağım.

    • Yanıtla Edibe Vural 25 Haziran 2020 at 22:32

      Gökçe ablacığım;
      Kahveyi sevdiğini biliyorum ama bence de hoş bir tesadüf ile birleşiyor öyküler ve kahveler. Ne kadar sevindim bir bilsen. Bir gün beraber öyküsüz ama bol sohbetli bir kahve içmek dileğiyle…
       
      Çok öpüyorum 🙂

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 25 Haziran 2020 at 19:12

    Harikaydı. Her zaman ki gibi, diyeceğim ama böylesine klişeleşmiş bir söz sanki yetersiz geliyor. Açıkçası her öyküne büyük bir beklentiyle başlıyorum ve sen her seferinde o beklentiyi fersah fersah aşmayı başarıyorsun. Aklım almıyor. Özellikle de bu öykülerin, bu anlatımın, gencecik bir kızın zihninden döküldüğünü düşündükçe iyiden iyiye şaşırıyorum.
     
    Yürekten tebrik ediyorum güzelim seni. Ben de büyük bir merak ve hevesle devamını bekliyorum.

    • Yanıtla Edibe Vural 25 Haziran 2020 at 22:36

      Ah Didem Abla…
      Bu yorumu okurken yanımdaki herkese okumak istedim. Ne kadar gurur okşayan bir yorum bu böyle. Gerçekten burada olmam ve burayı bu kadar sevmemin en büyük sebeplerinden biri sen ve Kübra Abla. Sanki ustasından övgü almış bir çırak gibiyim bugün. Çalışkanlığın, gücün ve zekan hep örnek aldığım yönleri oldular artık.
       
      İyi ki buralardayım.
       
      Çok öpüyorum ve çok seviyorum…

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 25 Haziran 2020 at 19:44

    İnsanı alıp bir yerlere götüren, nefis bir öykü. Hissedebilmek en güzeli. Devamını merakla bekleyeceğim. Başarılarınız daim olsun.

    • Yanıtla Edibe Vural 25 Haziran 2020 at 22:38

      Nimet Hanım;
      Beğenmenize çok sevindim.
      Hissettirebildiysem ne mutlu bana.
      İyi ki varsınız 🙂

  • Yanıtla Özge Can 27 Haziran 2020 at 01:00

    Nasıl güzel bir anlatım, nasıl güzel bir öykü böyle Edibeciğim, tebrik ediyorum seni. Cümlelerinin peşine takıldım, güvercinlerin gözünden tufana kadar gittim. Kahvede İhaleci İbrahim’in karşısına oturdum, kahvemle bekliyorum şimdi; Mercan’a ne oldu?

    • Yanıtla Edibe Vural 29 Haziran 2020 at 02:37

      Ahh, Özge abla
      Ne kadar güzel bir yorum böyle… Bazen cümleler bizi hiç olmadığımız ve olamayacağımı yerlere götürüyor hakikaten. Boşuna kelimelerin gücüne inanın, kelimeler en güçlü silahlarımız demiyorlar.
       
      Biraz bekleteceğim belki İhaleci İbrahim ile Mercan’ın hikâyesi için ama eminim sen hayallerinle çizmişsindir bir kurgu. Bakalım uyuşacak mı?
       
      Çok öpüyorum. Güzel yorumun için ise çok teşekkür ederim.

  • Yanıtla Nalan Bulakeri 27 Haziran 2020 at 18:13

    Hikayenizi heyecanla okudum. Bence de genç bir yazardan çok güzel bir anlatımdı.
     
    Sitenin takipçisiyim tabii sizin de.
     
    Başarılar dilerim.
    Yolunuz açık olsun!

    • Yanıtla Edibe Vural 29 Haziran 2020 at 02:27

      O kadar mutlu oluyorum ki bu yorumları okuyunca. Yaşımın yazdıklarım için küçük gelmesi beni içten içe sevindiriyor aslında. Zaman ayırıp okuduğunuz için ve benimle düşüncelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim çok incesiniz.
       
      Sevgi ve selametle 🙂

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan