Çok Gezen Abi

Bu Kampta Mucize Var | 8

7 Ağustos 2020

Yazı: Bu Kampta Mucize Var

İndeks

Paylaştıkça Çoğalıyor İnsan | 1
Korkularımı Cihangir’de Bıraktım | 2
Umarım Unuttukları Çok Yer Vardır | 3
İnsanoğlu Baki Değil, Devrilir Ağam | 4
Herkes Zengin Ama Kimse Özgür Değil | 5
Peksimet | Kırlangıç Sanat Atölyesi | 6
Herakleia | Sekiz Bin Yıllık Miras | 7
Bu Kampta Mucize Var | 8
Bodrum | Kesişen Yollar | 9
Datça | Hâlâ Çok Güzel | 10
Marmaris | Zaman Tünelinden Çıkan Kuzen | 11
Kayaköy | Kurtuluş’un Hayalet Mirası | 12
Ölüdeniz | Aşk Böyle Bir Şey | 13
Likya Yolu | Anaerkil Topraklara Yolculuk | 14
Faralya – Kabak Koyu | Likya Yolu | 15
Kabak Koyu | Likya Yolu | 16
Alınca Yürüyüşü | Likya Yolu | 17
Yediburunlar, Alınca’dan Gey’e | Likya Yolu | 18
Gavurağılı Yürüyüşü | Likya Yolu | 19
Karadere, Patara’nın Sakin Kıyısı | Likya Yolu | 20
Daha Ne İsterim Allah’tan? | 21
Kariyerimde Bir Zirve | Karadere | 22
Ne Yapacağım Ben Şimdi? | 23
Birayla Su Bir Mi? | 24
Kök Salmak, Yol Almak | 25
Kesin İstihbaratçıydım, Başka Bir Olasılık Yoktu! | 26
Yolun Sonu, Yolun Başı | 27

 

Bu Kampta Mucize Var | 8

Deliksiz uykumun derinliklerinden uyanıklığın yüzeyine doğru yaklaşırken gözkapaklarımın üzerinde artan ışığı ve bedenimi çoktan sarmış olan sıcağı hissettim. Derimin gözeneklerinden kurtulan ter damlaları boynumdan, alnımdan, saç diplerimden aşağı süzülüyor, uyumadan önce katlanmış poların üzerine tişört geçirerek yaptığım yastığı ter içinde bırakıyordu.

İstanbul’da değildim artık, dışarıda ağustos böcekleri kesintisiz bir biçimde ötüyordu.

Dudaklarım kurumuş, birbirine yapışmıştı. Dudaklarımı araladım, derin bir nefes aldım. Ciğerlerime dolan toprak kokusuyla gözlerimi araladım. Çadırın tentesi sabah güneşinin ışığıyla tepemde yeşil yeşil parlıyor, üzerinde yaprak gölgeleri oynaşıyordu.

Volo Camping

Ellerimi uzattım, parmak uçlarımı çadırın yan yüzeylerinde gezdirdim, yaprak gölgelerini okşadım. Sonra iki elimin parmaklarını karnımın üzerinde birbirine kenetledim, avuç içlerimi dışa çevirerek ellerimi ayaklarıma doğru uzattım, yavaşça yukarı doğru kaldırdım. Kollarım, omuzlarım, yerden biraz yükselen belim, bacaklarım ayakuçlarıma kadar gerildi. Ayak parmaklarımı kıvırdım, el ve ayak parmaklarımda eklemlerim peşpeşe kütledi. Bir kaç saniye gergin kaldıktan sonra, kollarımı indirirken ciğerlerime doldurduğum nefesi ve bedenimi serbest bıraktım.

Matın üzerinde hafifçe doğrularak çadırın önce file sonra tente fermuarlarını açtım, içeri bol oksijenli tertemiz hava girdi. Tenteyi açık bırakarak filenin fermuarını tekrar çektim, yanımdaki mataradan bir kaç yudum su içtim, polardan yastığın kuru tarafını çevirdim, kendimi yeniden matın, başımı da yastığın üzerine bıraktım. Sırt üstü yatarak basit esneme hareketlerimi yaparken telefonumu elime aldım. Saat dokuzu biraz geçiyordu. Cevapsız çağrı yok. Mesajlara ve bildirimlere sonra bakmak üzere telefonu tekrar yana bıraktım. Şurası kesin ki, çadırı sabahları daha gölge bir yere taşımazsam her sabah 9’da uyanacağım.

Çadırda yaşarken doğal alarm yöntemlerinden birisi bu: Güneş saati. Doğadayken uyanmak için alarm kurmuyorum. Güneşin ne zaman nereye vurup yakacağını gözlemleyerek çadırımı kuruyorum. Gölge geçip güneş vurduktan sonra o çadırın içinde uyuma imkanı yok.

Evde kaldığımız pandemi günleri haziran ortası gibi kısıtlama ve yasakların birer ikişer kaldırılmasıyla birlikte geride kaldı. Geçen hafta annemi Ayvalık’a yolladıktan sonra dün de kendimi Bodrum’a, Volo Camping’e attım. Bir önceki gece Deniz ve Bahar’ın terastaki uğurlamasının ardından sabah erken saatlerde havaalanında koşturmaca, uçuş, kampa varış, sıcak hava, soğuk bira, bol oksijen, bol nem derken gelir gelmez birkaç saat bayılmıştım. Öğleden sonra kalkıp kendimi havuza attım. Aylar süren evde kalma döneminin ardından bu nasıl bir mutluluk anlatamam. Hava sıcak, havuz soğuk. Yüzme faslından sonra çadırımı kurdum. Akşam yemeği, rakı ve kamp dedikodularının ardından bu sefer kendi çadırımda derin bir uyku çektim.

Limon kokuları arasında çadırın içi ısınmaya devam ediyor, dışarıda ağustos böceklerinin ötüşleri artmaya başlıyordu. Bu böceklerin ötüş sıklığı ile hava sıcaklığı arasındaki ilişkiyi ilk kez Amerikalı fizikçi Amos Dolbear formülize etmiş. Dolbear’ın formülü böceğin her türü için geçerli mi bilmiyorum, hatta orijinal formül daha uzun ama kısaca diyor ki böcek 8 saniyede kaç defa ötüyorsa, o sayıya 5 ekleyince hava sıcaklığını bulabiliyormuşuz. Yani 8 saniyede 20 defa ötüyorsa 25 dereceymiş hava sıcaklığı.

Ellerimle dokunduğum çadırın tepesindeki ağustos böceğinin ötüşünü saymaya çalıştım ama beceremedim. Buradakilerin ötme sayısı kesin 25’ten fazla. Sıcak.

Boşuna hesap yapmayı bir yana bırakıp yattığım yerden böceklerin seslerini ayırdetmeye, bu çiftleşme delisi erkek orkestrasının kaç böcekten oluştuğunu saymaya çalıştım. İki tanesinin sesi çok yakından geliyordu, çadırın yanındaki ağaçta olmalıydılar. Sesi biraz daha az gelen üçüncüsü sanırım bir sonraki ağaçta, dördüncüsü ise belki bir sonrakindeydi. En azından bir dörtlü var hemen yakın çevremde.

İlginç bir bilgi, ağustos böceklerinin sadece erkekleri ötüyor biliyor musunuz? Uzun yıllar toprak altında çalışan bu erkekler, ömürlerinin son döneminde, ağustos sıcağında çiftleşmek için toprak üzerine çıkıyor, çiftleştikten sonra da ölüyor ve kışı görmüyorlar. La Fontaine çocuklarımıza bir şeyler öğreticem derken bu böceklerin çok hakkını yemiş. Ağustos böcekleri hiç de tembel değiller, sadece göremeyecekleri kış için erzak depolamaları gerekmiyor.

Ötme sesini karınlarındaki gergin zarı kullanarak çıkartan bu şarkıcı erkekler dişilerini cezbetmek, tahrik ederek çiftleşmeye davet etmek için ötüyorlar. Bütün gün süren ve bir süre sonra bizim kulaklarımızı yormaya başlayan bu kesintisiz serenat, dişi cırcır böceği için harika bir aşk çağrısı değil mi? Hiç durmadan yinelenen başdöndürücü bir çağrı: Aşk, aşk, aşk, aşk…
Bu kampta mucize var.

Zembereği boşalmış gibi öten bu coşkulu erkeklerin hayatlarının son günlerinde dişilerine yaptıkları aşk çağrıları kulaklarımda, hâlâ sırtüstü yatar vaziyette şortumu giydim, üzerime beyaz bir tişört geçirdim, emekleyerek çadırdan çıktım. Çadırlar, bungalovlar, güneş, sıcak ve kamp alanının ince esintisiyle buluştum. Buranın bu esintisini iyi biliyorum. Esmese duramazdık burada. Sanırım iyice kendime gelip Bodrum’un, kampın iklimine alışmam birkaç günümü alacak.

Kalktım, terliklerimi ayağıma geçirdim, kampın ortak alanına doğru çıktım. Geldiğimi ilk fark eden, dün olduğu gibi, kampın neşeli, şımarık, kahverengi boksörü Turşu oldu. Havlaya havlaya gelip kuyruğu havada etrafımda dolanmaya, sürtünmeye, bacaklarımı yalamaya başladı. Kampa ilk geldiğinde buradaki ortama uyum sağlayıp sağlayamayacağı tartışma konusu olan Turşu, hakkında olumsuz düşünenleri birkaç ay içinde yanıltmış, yeni doğan kedi yavrularına bile annelik yapmıştı. Geldiğimiz aşamada tam bir sevgi alma ve verme canlısına dönüşmüş.

Aman vermeyen Turşu’nun peşi sıra gelip süslü fularıyla kafasını Turşu’yla arama sokmaya çalışan, ekürisi Sona oldu. Sona, sadece Turşu’nun sevilmesine katlanamayan Golden’ımız. Bir sevme-sevilme olayı olacaksa mutlaka içinde olacak. En az Turşu kadar sevilmek isteyen Sona’nın alameti farikası ağzından düşürmediği sünger topu. Topu ağzındaysa ya da önüne koymuş topunu koklaya koklaya yatıyorsa o topu alma şansınız yok. Sona’nın fuları süslü, oyuncağı kıymetli.

Ne yapsam boş. Ben daha Turşu ve Sona’nın karşılama bariyerini aşamadan teras kapısından yine rengi turuncu kahverengi arası, tüylü bir kırma çıkıp geliyor: Alesta. Henüz çok genç ve kampın yeni sakinlerinden. Kafa şeklinden ve tüylerinden genlerinde Çin Aslanı olduğu hissini uyandırıyor. Tüylü kuyruğu ise hep havada. Onunla dün kampa geldiğimde yeni tanışmıştık. Sevgi delisi olma konusunda Alesta’nın da Turşu ya da Sona’dan aşağı kalır yanı yok, orası belli.

Ses çıkarmadan ileride gölgede yatan Kurt, kampın ağır abisi. Diğerlerinin şamatası üzerine kafasını kaldırıp bana doğru birkaç saniye bakıyor, sonra çenesini tekrar patilerinin üzerine yerleştiriyor. Başka zaman olsa bu kadarını da yapmaz, sadece gözleriyle izler. Bir kurt köpeğinin yattığı yerden sizi sadece gözleriyle izlemesi bile yeterince ürkütücü oluyor.

Kurt kampın güvenlik sorumlusu, yok yok mekanın sahibi.

Buradaki diğer köpekler, kediler, horoz, tavuklar, piliçler, ördekler, hepsi onun gözetiminde, barış içinde birarada yaşıyorlar.

Bu kampta mucize var.

Burası Bodrum’un orta yerinde, Gürece’de zeytinli araziye kurulmuş bir kamp alanı. Benim için yeri çok özel olan bu kampa ilk kez 2016 yazında gelmiştim. O zamanki adıyla Vosvos, şimdiki adıyla Volo Camping hayatımı değiştirmeye karar verdikten sonra ne yapacağımı, nasıl yaşayacağımı şekillendirdiğim yer, kilometre taşlarımdan birisi oldu. Ayağım burada toprağa bastı ve doğaya dönme kararımı burada verdim.

İstanbul’daki doğa kamplarım buradan sonra başladı. 3 sene önce yola çıktığımda Kapıkırı’ndan sonra buraya geldim ve şimdi şehirdeki pandemiden kaçtım yine buradayım.

Bu kampta mucize var.

Burası ev. Buranın insanlarıyla mutlaka tanışmanızı isterim. Burada karşıma hep güzel şeyler çıktı. Hayatımın yönünü değiştirdi.

Bulmacamın eksik parçalarını burada buldum ben.

Güneş tepede yükseliyor, gölgeye atıyorum kendimi. Dostların arasındayım.

Karnım ötüyor, karnım kesintisiz ötüyor.

Hem kim bilir, belki bu yolculuk da yeni mucizelere gebedir.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Burak Süalp

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Cem Albayrakoğlu 7 Ağustos 2020 at 20:25

    Selam Burak;
     
    Bu kadar uzun yazı okumaya alışık olmadığım için ben zaten ikiye bölüp okuyorum. Bir de sen devam edecek deyince 😂 Merak edip sonuna baktım da…
     
    Güzel tecrübeler vallahi, zevkle okuyorum.

    • Yanıtla Burak Süalp 8 Ağustos 2020 at 00:39

      Dostum merhaba. Yol alırken edindiğimiz tecrübeler elbette çok güzel. Yaşaması ayrı, yazması ayrı keyifli. Bir yandan da hayat güzel sürprizlerle dolu 😉 Umarım kısa zamanda biraraya gelir, zevkli okumaları daha zevkli sohbetlere çeviririz. Yorumun için çok teşekkür ederim.
       
      Sevgiler.

      • Yanıtla Cem Albayrakoğlu 10 Ağustos 2020 at 13:45

        Selam;
        Güzel süprizleri oldum olası sevmişimdir 😉
        Ne zaman istersen sohbet kısmına katılırım seve seve

  • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 7 Ağustos 2020 at 22:17

    Yaaa çok güzel olmuş Burakcım kalemine sağlık.
    Karnın hiç susmasın arkadaşım ❤️

    • Yanıtla Burak Süalp 8 Ağustos 2020 at 00:42

      Pelincim, canım arkadaşım. Okuyan gözlerine sağlık. Karınlarımız hiç susmasın! Senin varlığın hayatımda hep güzel şeylere sebep oldu. İyi ki varsın.

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 7 Ağustos 2020 at 22:37

    Yazılarını çok sevdiğimi söylemiş miydim daha önce 😉
     
    Üstüne bir de burayı görmüş olmanın sağladığı bilgiyle çok daha keyifle okudum bu haftaki satırlarını. Fotoğraflara da bayıldığımı söylemeliyim. Okuyan herkesin gözünde oldukça net canlanmıştır Volo. Yakında bir çadır da ben atacağım sanırım buraya 🙃 Sonra sırayla tüm SenVeBen yazarları yan yana çadırları dizeriz 😝

    • Yanıtla Burak Süalp 8 Ağustos 2020 at 00:51

      Didemcim, derginin hem kurucusu hem editörü olarak senin yorumların çok kıymetli. Üstüne bir de bu övgülerin hem mutlu ediyor hem de utandırıyor beni.
       
      Birçok kampta kaldım, çalıştım ama dediğim gibi, buranın yeri bende apayrı. Burası sürprizlerle dolu. Hazır Sen ve Ben yazarları olarak çadırları kuracakken, direk burada mı toplansak :))) Gerçi bu motivasyonla bir vadede kendi edebiyat kampımızı da kurarız, ona da inanmaya başladım. Harika olmaz mı?
       
      Güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Gözlerine sağlık…

      • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 11 Ağustos 2020 at 22:54

        Edebiyat kampı 🤔 Hani glamping kuruyorduk. Proje “glamorous” edebiyat kampına mı döndü 😉 LitGlamping 😝 Bu da olur, tamam 😁

        • Yanıtla Burak Süalp 18 Ağustos 2020 at 02:52

          Hımm. Edebiyat kampıyla glampingi nasıl biraraya getiririz, düşünmemiz lazım. “Glamorous” dan da çok iyi isim olurmuş. Çok enternasyonal. Özetle kamp konusunda hemfikiriz anladığım kadarıyla :)) Şekline, içeriğine yolda bakarız. Olur mu?

          • Didem Çelebi Özkan 18 Ağustos 2020 at 03:33

            Olur :))))

  • Yanıtla Elif Bilici 11 Ağustos 2020 at 14:41

    Her bulduğu boşlukta kamp yapmaya kaçan birisi olarak ilk paragraflar beni iki haftadır görmediğim çadırıma götürdü.
     
    Nasıl bir huzurdur o alarmsız, güneşin çadırı ısıtmasıyla uyanılan sabahlar, çadırın fermuarını açtığımız gibi içeri dolan o oksijen sanki daha önce almadığımız nefes gibi olur.
     
    Hep söylerim hafta sonları evimi yanımda taşıyorum diye. Her yazında olduğu gibi yine kendimde bir şeyler buldum, kalemine sağlık.

    • Yanıtla Burak Süalp 11 Ağustos 2020 at 19:39

      Sevgili Elif, ben de doğaya alıştığımdan beri her türlü kentli konfora yabancılaştım. Ayağım toprağa bastığında, uyurken üstümde bir çadır olduğunda çok huzurluyum artık. Bir gün belki de birlikte kamp yapma şansını buluruz, kim bilir. Samimi yorumun için çok teşekkür ederim.
       
      Sevgiler

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan