Varlık Sancısı

Dağcılar ve Kibir

26 Ağustos 2020

Yazı: Dağcılar ve Kibir | Yazan: Hüseyin Küçükkelepçe

Yaşamın tehlikeye girdiği anlarda insan kibirli davranabilir mi? Özne farklılaştığı eylemeleriyle varlığını sınırlarsa/varlığını eylemlere armağan ederse ego son ana kadar kuyruğu dik tutmayı bırakmaz.

Erciyes Dağı’nda sisli bir havada kaybolma telaşı her tarafımızı sarmışken aniden ortaya çıkan, kar leoparı endamında yürüyen iki kişiye, acemi damgası yemeyelim diye bir şey sormadık. Çaktırmadan izlerini takip ettik. Sisin görüş mesafesini üç-dört metreye düşürdüğü ortamda telesiyeje doğru yürüdüğünü sanan fakat bir kayanın etrafında çember çizdikleri için bir metre bile ileri gitmeyen iki dağcıyı bitap düşmüş, ağlamaklı bir halde bulduk. Meğer onlar da kabaran egolarını dinleyerek bize bir şey sormamışlar.

Rollerlerle, etiketlerle özdeşleşme insanı hasta eder.

Yukarıda özetlediğim olayda, insanın rolleriyle, hobileriyle, geçici etiketleriyle ve nesneyle kendini özdeşleştirmesinin trajik, komik hatta ironik sonuçlarını görüyoruz. Meşhur psikiyatristler bu abartılı özdeşleşmenin kişinin hastalanmasına, mahvına sebep olacağını söyler.

Sık sık neşeyle karın keyfini çıkaran insanlara tepeden bakarken yakalıyorum kendimi.

Birkaç tırmanış deneyimimde egosu abartılı şişkin insanlara rastlamıştım. Genelleştirme yapmak doğru değil ama bu durumun sıklığı, konu üzerinde düşünmeme sebep oldu. Erciyes tırmanışında öncelikle kendimde meydana gelen değişikliklere hayret ettim. İlk durağımız kayak merkezi oldu. Elimizde tırmanış kazmaları, koca koca sırt çantaları, baretler, sağımızdan solumuzdan sallanan kramponlar… Bariz bir şekilde kayak yapan insanlardan farklılaşıyoruz. Sık sık neşeyle karın keyfini çıkaran insanlara tepeden bakarken yakalıyorum kendimi. Ekibin genelinde dağın yamacını inleten hareketli müziğe aykırı olarak pek bir ciddiyet hâkim. Neyse önce teleferiğe biniyoruz. “Siz bu yamaçta çelik çomak oynarken; korkusuz, yılmaz iradeli bizler zirveye gidiyoruz süt çocukları” gibi düşünceleri engelleyemiyorum. Sanırım ekibin genel frekansı beni de egemenliğine aldı.

Egomatik cümleler fayda etmedi, monolog devam etti.

Ankara-Erciyes arası yolculukta da tecrübeli dağcılarla kısa iletişimlerimiz diyalog değil monolog şeklinde geçti.

“Şöyleyim, böyleyim. Şuraya tırmandım, buraya tırmandım.”

Duymadığımız dağcılık terimleri ve bol bol nasihat çekmeler. “Çok iyisin, vay o kadar ha!” gibi egomatik tepkiler vererek belki fanilere de söz verilir beklentisi boş çıktı. Aksine egomatik övgüler işi iyice raydan çıkardı. Açık, mantıklı yalanlar duymaya başladık. “Sen kimsin, şu alemde bir yer kaplıyor musun? Bu yaşa kadar ne yaptın?” Gibi dip empati seviyesini haybeye bekledik.

Hermenötik, dağı benlik olarak tercüme eder.

Kutsal metinleri yorumlayanlar (hermenötik); dağı, benlik/ego olarak yaşama tercüme ederler. Kibir yüksek egodan kaynaklanır. Yeryüzünün yükseltilerine dağ denir. Dağlar heybetli, aşılmaz, korkutucu, tavizsiz görünürler. Dolayısıyla dağın benlikle özdeşleştirilmesi, dağa tırmananların da egolu/kibirli olmaları etik olmazsa bile doğru bir önerme gibi duruyor.

Rakip dağ olunca mı kibir ortaya çıkıyor?

Başka bir bakış açısı şunları söyler: Dağcılık sporunda rakip yoktur. Daha doğrusu rakip dağdır. Canlı bir rakip olmayınca yarışma da söz konusu değildir. Sporcular özgürce, doğayla baş başa kendi sınırlarını test eder ve bir nevi kendini tanımaya çalışır. Acaba sporcular ürkütücü, aşılmaz görünen dağı yendim duygusuyla mı kibre kapılıyorlar? Yükseldikçe aşağıdan geldiğini unutarak mütevaziliğini kaybedenler var ola dursun. Bilimsel bir araştırma enyüksek dağın aslını unutmadığını ortaya koydu.

Himalayaların zirvesinden getirilen kaya örneklerinde deniz canlısı fosili bulundu. Araştırmayı yapan Oxford Üniversitesinden Prof. Dr. Mike Searle, kayaların Hindistan’ın kuzey tropik sahilinin bir parçası olduğunu ispatladı. Araştırmaya göre Himalayalar yakalaşık 450 milyon yıl önce yolculuklarına denizin dibinden başladı ve 8800 metreye yani dünyanın zirvesine yükseldi. Küçük dağları ben yarattım havasındaki kibirli insanoğluna inat, Himalayalar ne olduğunu, nereden geldiğini asla unutmuyor.

Hüseyin Küçükkelepçe

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 26 Ağustos 2020 at 15:17

    Harika bir yazı. Eski bir dağcı olarak bayıldım. Sevgili hocamız Atilla Erdemli, artan tırmanış sayısı ile gelen kibirden bizleri korumak için devamlı uyarılarda bulunurdu.
     
    Yazıda katılmadığım tek bir yer oldu. O da insanın rakibinin dağ olduğunu yazdığınız bölüm. Hocamız doğa ile inatlaşmamak gerektiği konusunda da sıkça uyarırdı bizi. Şartlar uygun değilse dönün, derdi. Dağ yenilecek, illa ki varılacak bir hedef değil bence. Elbette insan kendi sınırlarının biraz ötesine geçmeyi arzu edebilir fakat o sınırları çok da zorlamamak, doğa ile anlamsız bir savaşa girmemek gerekir diye düşünüyorum.
     
    Tecrübesiz dağcıların başına gelenlerden çok daha fazlası tecrübeli, hatta oldukça profesyonellerin başına geliyor. Tırmanış sırasında hocamız, burada şu şöyle düştü, burada buna bu oldu, diye anlatırdı. Biraz önce geçtiğiniz yerlerde yaşanan felaketleri dinlemek yere daha sağlam basmanızı sağlıyor 😉

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 26 Ağustos 2020 at 20:47

    Yazıyı beğenmenize çok sevindim. Dağı rakip olarak görme nedenini bence bilinç altımıza devasa izler bırakan milyonlarca yıllık doğayla verdiğimiz savaşta aramak gerektiğine inanıyorum. Dağ seyredilmesi gereken, bütünleşilmesi gereken bir sevgili olarak da görülebilir.
     
    Değerli bilim insanı, spor adamı, soy ismiyle müsemma Atilla Erdemli’nin öğrencisi olmanız büyük bir şans. Sizin liderlik yapacağınız bir tırmanışa katılmak isterim.
     
    Selamlar, sevgiler…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 26 Ağustos 2020 at 21:06

      Onore etmişsiniz Hüseyin Bey, çok teşekkür ederim. Fakat dağcılık yıllarım çok geride kaldı. Bir tırmanışa liderlik edebilecek kondisyon ve bilgiye ne yazık ki artık vakıf değilim. Fakat o tırmanıştaki dağcılardan biri olmayı deneyebilirim sanırım 😉
       
      Dağcılık kulübünden arkadaşım, dergimizin de yazarı sevgili Pelin ile geçen kış ufak ufak trekking ile geri dönüyorduk ki pandemi patlayıp hepimizi evlerimize hapsetti.
       
      Bildiğim kadarıyla yazarlarımızdan Burak da dağcılıkla ilgileniyor. Kim bilir, belki hep birlikte bir tırmanış organize edebiliriz. Pelin bu organizasyonu kesinlikle düzenlemekten mutlu olacaktır. Ne dersin Pelinişko 😉

  • Yanıtla Burak Süalp 27 Ağustos 2020 at 07:14

    Çok güzel bir yazı olmuş. Dağcılığa ve egolarımıza hiç bu açıdan bakmamıştım. Ben daha ziyade doğadaki varolma mücadelemizin egolarımızı terbiye etme konusunda yardımcı olduğunu düşündüm, deneyimledim. Kaleminize sağlık.
     
    Sevgili editörüm, yükseklik korkum nedeniyle dağcılıkla ancak belgeseller aracılığıyla ilgilenebiliyorum :))) Ama bu teklifi tabi ki geri çeviremem. Şöyle yaparız, tırmanış aşamasına kadar yürüyüşünüze eşlik eder, sonra çadırımı kurup siz inene kadar kamp yapar, beklerim. Sizi beklerken de yazı yazarım, olmaz mı?

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 27 Ağustos 2020 at 11:49

    Merhaba Burak kardeşim.
     
    Yazıyı beğenmene, farklı bir bakış açısı kazandırmana mutlu oldum. Bir sonbahar tırmanışı iyi gelir. Bu durumda ekip liderimiz Pelin Hanım’ı bekleyelim.
     
    Selamlar, sevgiler…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan