Martan'ın Sepeti

Hile

14 Ekim 2020

Öykü: Hile | Yazan: Zeynep Mete

 

Önsöz

 

Bazı şeylerin ve onları ifade eden sözcüklerin anlamını diğerlerine kıyasla daha iyi biliriz. Üstelik onları yaşamımıza taşımak ya da onlardan uzak durmak bizim tercihimizdir sanırız. Ancak tüm zamanlar göstermiştir ki hep ya en çok kaçtığınız ya da en çok sevdiğinizle sigaya* çekilirsiniz. Doğanın kanunu böyle, yapacak çok da bir şey yok gibi. Sahi sizce de öyle değil mi?

İşte ne kadar kaçarsanız kaçın sizi bulan şeylerle ilgili bu öykü. Artık buna kader mi dersiniz, sınav mı yoksa … size kalmış.

 
 

Hile

 
 
Büyük ninem Rumeli illerinden devşirme bir aşçı yamağı, büyük dedem ise bostancı tabir edilen padişahın yakın korumalarındanmış. Ninemin uzun gür ve kızıl saçları varmış. Annesi kızının saçlarını her taradığında; “Saçının rengi, sevdalına alev olsun” diye dua edermiş.

Bizde aşk için dua etmek gelenektir. Bir gün büyük ninenin duası kabul olmuş herhalde ki, padişaha giden yemeğe karışmış uzun kızıl saçın sahibini cezalandırmak için arayan büyük dede, mutfakta ninenin kızıl alevli saçlarının her bir telinde ayrı ayrı yanmış. Eh evlenmişler elbet. Mutlularmış, hem de çok. Sonra boy boy bebekleri olmuş.

İşte benim ananem o bebeklerden biriydi. Zarif, mağrur, güzel ve becerikli. Dedem ise bir başka devşirme askerin geleneği bozmadan askerlik mesleğini seçen oğluydu. Büyük bir aileydik. Çocukluğuma dair hatırladığım en güzel anılar; kalabalık ve fakat o kalabalığa rağmen herkesin biricik varlığını göstermesine izin verilen hoşgörü ortamıydı. Bu kalabalıkta makbul olmayan ayıp olansa; saygısızlık ve gerçeği saklamaktı.

Yıllar yılları kovalayıp kimi toprağın kimi de öğretildiği gibi günü geldiğinde gerçek sevdaların koynuna çekildiğinde evin en küçüğü olarak biraz yalnız kalmıştım. Aslında şikayetçi de değildim. Annem,tutkunu olduğum işim, evim, yeğenler, kardeşler arasında yanlızlık ne mümkündü zaten 😉

Ben antikacıyım, asıl mesleğim arkeloji.

Yıllarca bin bir ülkede uygarlıklar önünde diz çökerek onları gün yüzüne çıkarmaya çalıştım. Üniversitede saygın bir yerim, güvenilir bir ismim varken otuzlu yaşlarımın sonuna doğru bütün o koşuşturmacayı bırakıp eski ve yeninin iç içe geçtiği bu mekânı yarattım.

Mutlu muyum?
Evet.

Bazen antika şamdanlarım ve eşsiz gramafonlarımı kendine dekor yapıp; küçük serçe parmaklarını havaya kaldırarak canım fincanlarımla kahve içen selfici “mış gibileri” saymazsak evet mutluyum. Böyle durumlarda ninemin “Çokluk yokluktan iyidir. Marifet çokluğun içindeki yokluğu değil, yokluğun içindeki çokluğu görmektir” sözleriyle teselli buluyorum. Herkes kendine göre haklı. Herkesin yolu farklı.

Neyse günlerden birgün hiç de alışık olmadığım türden bir ziyaretçiyle karşılaştım. Önce mekânı gezdi, beni şaşırtan sorular sordu ve minik bir yaka iğnesi alarak gitti. Çok garip, aradan haftalar geçmesine rağmen beyefendiyi aklımdan çıkaramıyordum. Derken adamcağız yeniden çıkageldi. Elinde çok zarif, sedefle bezenmiş, siyah kadife bir kutu vardı. Kutuyu kibarca bana uzattı ve “Sanırım bende size ait bir şey var. Hayatıma kastediyor. Sizde kalsa ikimiz için de iyi olacak” demez mi?

Önce aldığı iğneyi geri getirdiğini düşündüm. Gülerek “Hay hay! Elbette iade hakkınız var” diye yanıtladım onu. Bir yandan da şık kutuyu açmaya çalışıyordum. Fakat o da ne, kutunun içinde benim ninelerimden en güzel mirasım olan kızıl uzun saç telimden başka bir şey yoktu. Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. O, “Evet,n eden şaşırdınız? Günlerdir uyutmuyor beni” diye gülümseyince ikimiz de kahkahayı bastık.

Makul bir flört döneminin ardından evlendik, mutluyduk…

Ama, ama bir sorun vardı bebek olmuyordu. Doktorlar doktorları, hastaneler hastahaneleri kovaladı ve elbette aylar, hatta yıllar geçti. Zaten artık doğurmak için de çok geçti, sanırım kadın olarak o sınırı aşmıştım.

O, evlât edinebileceğimizi söylüyordu. Bana kalsa bebekle ilgili hiçbir talebim yoktu. Tüm bu sıkıntılara o istiyor diye katlanmıştım. Birgün, bedeni yıllara yenik düşse de beyni hâlâ pırıl pırıl annem “Aymira, neden üzülüyorsun? Senin büyük deden ve ninen de devşirmeydi. Al bir çocuk büyüt, belki de bu aile geleneği olur, kim bilir? İlla doğurduğun mu evlat sayılır? Ruhunu, bedenini doyurduğun evlât değil midir?” deyince süreci başlattık.

Birkaç ay sonra da evlât hasreti sona erdi, bir farkla… Evet evet bir farkla. Bir yerine iki evlât edindik, bebekler ikizdi ve bırakan kişi ayrılmalarını istemiyordu. Olsun, bu da bir kalabalık ve renk diye düşündüğümü anımsıyorum. Çok güzel bir aile olduk.

Zamanı gelince herkes hazır olduğunda gerçeği onlara söyledik. Değişen hiçbir şey olmadı. Onlar daima ikimizin evlatlarıydı ve bu hep böyle kalacaktı. Zaten konu fazla uzamadan çok kısa bir sürede kapandı…

Yıllar sonra kızlarımızın üniversiteye başlamalarının birkaç yıl sonrası garip, alışılmadık bir şey oldu. Babalarıyla ve evin dışında daha çok zaman geçirmeye başladılar. Bir süre aldırmadım ama sonra anlatılmaz bir sızı sardı bedenimi, nedenini bilmiyordum, bulacaktım. Derken çok geçmeden gerçeği öğrendim; kızlar öz annelerini bulmuşlardı. Çok sevindim, sadece benden saklanmalarına ne gerek var anlamamış ve biraz burulmuştum. Onun da nedenini çözdüm; sevgili eşim kızlarımın gerçek babasıydı, anneleri onları terk ettiğinde çocukları yurda vermiş. Sonra da geri almıştı. Sustum. Hileyse ben de hile yapacak ve susacaktım.

Epey bir zaman daha ‘körlerin yurdunda ayna satmaya’ devam ettim.

Bu arada annemi kaybettim. Onun gidişine çok üzüldüm elbette ama onun önerisiyle evlât edinmeye razı oluşum düşünülürse olanları öğrenmemesi beni bir nebze de olsa rahatlatıyordu. Anneme ait eşyaları toplarken atalarının geldiği topraklara ait bir belge buldum, uzun uğraşlar sonunda bunun bir tapu olduğu ortaya çıktı. Sonrası yazışmalar ve telefon konuşmalarıyla içinden çıkılmaz hale dönüştüğünde kalkıp kimseye bir şey söylemeden o ülkeye gittim.

Tapu çok eskiydi, üzerinden çok uzun zaman geçmişti, arayıp soranı, yasal ödemelerini takip edeni olmayınca birkaç kez el değiştirmişti. Yani geri almak mümkün görünmüyordu. Ancak yetkililer bir öneride bulundular; arazinin büyüklüğü nedeniyle sanırım bana o topraklara yakın bir yerde bir ev, küçük bir arazi ve aileden yalnızca bir kişiye oturma izni verebileceklerini söylediler.

Elbette buna tek başına karar veremeyeceğimi söyledim, ailemle görüşmek için süre istedim. Kardeşlerime içinde bulunduğum durumu ve eğer mümkünse buralardan gidip oraya yerleşmek istediğimi açıkça anlattığımda inanamadılar ve çok üzüldüler fakat ne arazi, ne ev, ne de o ülkeye yerleşme konusuyla ilgilenmediklerini ancak zaman zaman ziyarete gelebileceklerini, daima benim yanımda ve destek olacaklarını söylediler.

Böylece kızlarım ve sevgili eşimin haberi olmadan tüm hazırlıklarımı kısa sürede tamamladım. Birlikte olduğumuz ender günlerden birinde kararımı onlara anlattım. Çok şaşırmış bir o kadar da rahatlamış görünüyorlardı. Gitmeme izin veremeyeceklerini söylerken bir yandan da beni galiba çok yalnız bıraktıklarını, bunun için özür dinlediklerini ama geçerli bir sebeplerinin olduğunu, annelerini bulduklarını anlatmaya çalışıyorlardı.

Uzun zamandır durumu bildiğimi söyledim.

Daha da şaşırdılar. İzin istedim fakat durumun ne kadarını bildiğimden emin olamayan sevgili eşim benimle konuşmak istedi. Beni kırmadan nasıl söyleyeceğini bilmediğini, başlangıçta amacı farklı olsa da sonradan beni gerçekten sevdiğini anlattı. Başım dönüyor, kulaklarım uğulduyor ve midem bulanıyordu.

Bayılmışım.

Kısa bir süre hastanede psikiyatri servisinin misafiri oldum elbette ama şu an olanlardan çok uzakta yeni topraklarda, yeni bir yaşam için kendime telkinler veriyorum. İyiyim ya da çok iyiyim. Bulunduğum yere oldukça yakın bir müzede haftanın belli günleri çalışıyorum, olanları, benim de sonunda bir hileci gibi davrandığımı unutmaya çalışıyorum, en azından artık kör hilecilere ayna satmak zorunda kalmıyorum diyelim…
 
 

Son Söz

 

Hayatım boyunca kaçtığım, kaçındığım, korktuğum tek bir şey vardı benim; hile ama işte ömrümün son baharında gelip eliyle koymuş gibi buldu beni.

İlginçtir hile, sözcüğünün bir çok dildeki çağrışımları, hatta tınısı bile çok benzer fakat Macarca’da inanılmaz güzel bir söylenişi var; “Çal” diye telaffuz ediliyor. Ne hoş bir tesadüf değil mi? Çal… Verilmeyeceğine inanılanı al, yapılması mümkün olmayana razı et, vaktini, naktini, yüreğini gasp et… Muhteşem, değil mi?

 
 
Zeynep Mete
 
 

Notlar & Açıklamalar:

* Sigaya Çekmek: Sorguya çekmek –Dünya Sözlük     ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

13 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Ekim 2020 at 16:33

    Harikulade! Bayıldım 🤩 Bitmesin diye sindire sindire okudum 🙃
     
    Benim için öykülerin adeta birer ders.
     
    “Körlerin yurdunda ayna satmak” , “sigaya çekmek”…
     
    Her öykü bittiğinde harika bir hikaye okumuş olmanın yarattığı keyife ilaveten yeni kelimeler de katıyorum dimağıma. Çok çok teşekkürler. İyi ki SenVeBen‘desin.
     
    Kocaman öperim ❤️😘

    • Yanıtla Zeynep Mete 14 Ekim 2020 at 19:51

      Can Editörüm;
       
      Çok teşekkürler, ben de bu ailenin içinde olmaktan sonsuz mutluluk duyuyorum. Her geçen gün aramıza katılan yeni nefeslerin verdiği güçle hep yeniye ve güzele doğru aldığımız yol ise beni hem çok heyecanlandırıyor hem de gururlandırıyor. İyi ki buradayım.
       
      Bu arada öyküde geçen deyimlerden birini çok yıllar önce Neyzen‘in Felek şiirinde okuyup öğrenmiştim. Fırsat bu fırsat büyük ustayı da anmadan geçmeyelim değil mi?
       
      Sevgilerimle

  • Yanıtla Demet Uncu 14 Ekim 2020 at 16:48

    Zeynep Hanım, ne güzel bir hikaye. İçim burularak, okudum yazdıklarınızı ve ana kahramanınız için çok üzüldüm gerçekten. Ama bir kapı kapanıyorsa, diğeri açılacak ve o kapanan kapının da ona hayrı dokunacağını düşündüm sonra.
     
    Kaleminize, yüreğinize sağlık.
    Siz hep yazın, olur mu?
     
    Sevgiler 😍😍

    • Yanıtla Zeynep Mete 14 Ekim 2020 at 20:05

      Sevgili Demet Hanım;
       
      Beğeniniz beni bir kat daha heyecanlandırdı ve yüreklendirdi, öncelikle kıymetli satırlarınız için bin teşekkür ediyorum.
       
      Evet, hep bir kapı kapanırsa daha güzeli açılır ne hikmettir bilinmez. Mevlana’nın da dediği gibi bazen alt üst olan yaşamlar daha bir güzel devam ediyor 😉
       
      Umutla ve sevgiyle kalın.
       
      Saygılarımla

      • Yanıtla Cem Albayrakoğlu 22 Ekim 2020 at 20:38

        Merhaba Zeynep Hanım;
        Gerçekten çok güzel bir hikaye olmuş, beğenerek okudum.
        Kaleminize sağlık.

        • Yanıtla Zeynep Mete 24 Ekim 2020 at 00:22

          Merhaba Cem Bey
          Her zamanki gibi çok zarifsiniz, çok teşekkürler.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 14 Ekim 2020 at 17:24

    İnanılmaz gerçek bir öyküydü. Kayboldum içinde. Bitmese diye düşündüm. Hayat planlandığı gibi olmuyor malesef.
     
    43 yaşımda anne olamadığım için evlat edinme fikri içindeyken ve cevap beklerken cevap kendiliğinden geldi. Tesadüf diye bir sey yok. Bu öyküyle daha iyi anladım. Her şey kendi haline bırakıldığında su gibi yolunu buluyor.
     
    Teşekkür ederim.
     
    Kaleminize sağlık.

  • Yanıtla Zeynep Mete 14 Ekim 2020 at 20:17

    Sevgili Gökçeciğim;
     
    Sana başka bir öyküden ama gerçek olanından söz etmek istiyorum. Yakın bir akrabam 52 yaşında yıllar süren evlat hasretine dayanamayarak bir bebeği evlât edindi.Fakat bebek hiç susmuyor, sürekli ağlıyordu. Günün birinde kadıncağız bu ağlamalara dayanamayıp onu süt olmayan göğsüyle emzirdi ve ne oldu tahmin et, o günden sonra o memeden süt geldi. Bebek iki buçuk yaşına kadar emdi anneciğini. Sevgi en büyük mucize.
     
    Kararına sonsuz saygı duyuyorum, yolun mucizelerle dolsun.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 15 Ekim 2020 at 10:09

    Mucizeler hep var, nerden bakabildiğimize bağlı.❤
    Burdan bakmak kolayıma gitmiş olabilir.
     
    Sevgilerr..

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 15 Ekim 2020 at 13:16

    Sizin hikayelerinizi her okuyuşumda, öykünün içinde kaybolmuşum gibi hissettiren o kuvvetli kaleminize hayranlık duymaktan kendimi alamıyorum. Sayfaları olan bir kitapta kaybolmak yine daha kolay bir şeydir bence fakat online mecralarda bunu başarmak daha zor. Fakat bu zorluğa rağmen sizin öykülerinizi her okuyuşumda, bulunduğum yerden sıyrılıp öykünün tam içinde buluyorum kendimi.
     
    Çok çok çok güzeldi, tebrik ederim.
     
    Ayrıca, “En azından artık kör hilecilere ayna satmak zorunda kalmıyorum diyelim…” cümlesi çok hoşuma gitti 🎈

    • Yanıtla Zeynep Mete 15 Ekim 2020 at 17:07

      Can kuzum, yüreği de, kendi de güzel Sude’m;
       
      Çok teşekkürler. Genç kalemler beni o kadar heyecanlandırıyor ki yorumlarını, muhteşem yazılarını okuyunca o gün sürekli bulutlarda geziyorum.
       
      Yüreğine sağlık canım kızım.

  • Yanıtla Altınay Karasu 20 Aralık 2020 at 01:04

    Çok cesur ve kararlı bir hikayeydi 👌👏👏👏 Tıpkı sizin gibi 😍😍🤗 Ellerinize sağlık 🙏🏼 Hep yazın canım öğretmenim 🥰🥰

    • Yanıtla Zeynep Mete 20 Aralık 2020 at 13:02

      Sevgili Öğretmenim;
      Güzel kalbin pas tutmasın çok teşekkürler…

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan