Yaşamak Yaratmaktır

Korona Günlerinde Felsefe | 5

28 Ekim 2020

Yazı: Korona Günlerinde Felsefe | 5 | Yazan: Prof. Dr. Atilla Erdemli

İndeks

Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 1
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 2
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 3
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 4
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 5
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 6
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 7
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 8
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 9
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 10
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 11
 

Bölüm 5

 
Tarihi boyunca insan mutlu, huzurlu, esenlik içinde yaşamak istemiştir. Bunu ortaya koyulan dünya görüşlerinden, yaşama anlayışlarından, değişik ahlâklardan ve dinlerden hareketle söyleyebiliyoruz. Hepsi insana mutlu, huzurlu yaşamayı gösterirler.

Gottfried Leibniz’e kulak verirsek, bu dünya mümkün dünyaların en iyisidir. Bu en iyi dünyada zaman zaman kıtlıklar, kuraklıklar, yangınlar, salgınlar, depremler, uzaydan düşen gök taşları, seller, büyük su baskınları… vd değişik doğal nedenlerle ortaya çıkarlar. Bu olayların hiçbiri doğaya aykırı değildir; “doğa”dır, doğanın kendisidir. Doğanın bunlardan herhangi bir şikayeti olduğunu da sanmıyorum. Bu olaylar sırasında kimi canlılar belirli, sınırlı korunma amaçlı tepkiler gösterirler. Örneğin, kaçarlar, sığınırlar, kimi canlılar yok olurlar, kimi canlılar yapısal değişime uğrarlar. Ayrı deyişle bu olayların doğanın devinimine önemli katkıları bulunurlar.

Öte yandan doğada bulunan ve ancak varlığının mekanik yapısı kadar doğa olan; o kadar doğa yetmediği için aklı ve elleriyle doğada yeni bir yaşama ortamı yaratan bir başka canlı vardır:

İnsan

Sorun da burada başlıyor. Bildiğimiz kadarıyla, doğadaki hiçbir canlının mutlu, huzurlu, esenlik içinde yaşamak gibi bir amacı, isteği, ihtiyacı yoktur. Bu istekler yalnızca insana aittir. Yalnızca insan korunmak ister, yalnızca İnsan güven duymak ister, yalnızca insan mutlu olmak ister… yalnızca insan İSTER ve hatta elde ettiğinden daha fazlasını ister. İlginçtir bu durum insan doğasının da bir özelliğidir.

Böylece iki doğa bir araya gelir: “Olan Doğa” ve “Olması istenen Doğa”

Ayrı deyişle, genel olarak doğa ve insan. Bu ikisi arasında bir uyum yoktur, çatışmaya açıktırlar; özel olarak, bu kez İnsan Bireyi’nde bu iki doğa yine uyuşamazlar. Örneğin, bir şey olmak istediğimizde doğamız buna elverişli değilse, olamayız. Genel çatışmada araya uyarlık girmekte ve doğaya saldırarak, onu bozarak, yapay ve sorunlu bir yaşama ortamı yaratıp çatışmayı bir ölçüde engelleyebilmektedir. Özel olanda ise, bireyin özgün doğası genel olan doğa ile uyumlu olmadığından insan yaşama sorunu ile karşı karşıyadır. İnsan çok yaşamalı bir canlı olduğu için yaşama sorunu da gerekli çözümler de çoklu olacaktır.

Akıl ve El burada işlevseldir ve insanın en önemli dayanağı, güç kaynağı bilgi’dir: O bilmek zorundadır ve önünde çok yönlü bilgilenme yolları açılmaktadır. Orada başarılı da olabilir, başarısız da. Ulaşabildiği bilgilerden pek çoğu onun yararınadır fakat o bir isteyen varlık‘tır ve bu yolda bilgilerini yaşama ortamı’na zarar verecek biçimde de kullanabilir.

Örneğin, daha çok kazanma, en çok kazanma isteğiyle Yağmur Ormanları’nı yok etmeye girişir, altın vb değerli görülen madenler için doğada ciddi yaralar açar, egemen olmak için tonlarca bombanın patlatıldığı, uygarlıkların yerle bir edildiği, yetmezmiş gibi Agent Orange örneğinde olduğu gibi kimyasallarla canlılığı ortadan kaldırılmaya girişir. Gittikçe etki gücü ve alanı genişleyen silahlanma, durmadan artan çevre kirliliği, atmosfere, okyanuslara ve hatta dünyamızın dışına ciddi zararlar verir…

İnsanın bütün bu yaptıkları yukarda değindiğim, depremler, kıtlıklar, kuraklıklardan yani doğanın kendi içinde olan yıkıcı olaylardan farklıdır. Orada doğa kendisiyle beraberdir; oradaki doğanın devinimidir, burada ise doğaya dışardan saldırılmaktadır. Yalnız doğaya değil, insan kendi yaşama ortamı’na da zarar vermektedir.

Elbette doğanın da bütün bunlara bir yanıtı olacaktır. Doğa olumluyu da olumsuzu da yaşatarak öğretir.

İnsan sınırlı, tekdüze bir yaşam sürdürmediği, çok yönlü yaşadığı için kısaca değindim yıkıcılıklar yaşama serüvenimizin bir yanını, fakat olumsuz bir yanını oluştururlar. Yaşama serüvenimizin bir başka yanında da bilinmez olanı içtenlikle, ilgiyle, merakla araştıranlar var. Boşluğu aydınlatabilmek için ona yaklaşan, bilgisiyle, becerisiyle soruna ilişkin değişik kuramlar ile hatta kendileri kuram oluşturarak, sırasında tahminlerle ve kimi tehlikelere ellerini uzatarak çalışanlar vardır. Önemli olan orada olan’ın tanınması, çözümlenmesi, bilinmesidir. Bu alana yönelen bilim insanları yanında, benzer biçimde bilim insanları gibi çalışan, hatta bazıları Jules Verne, Carl Sagan, Isaak Asimov vd gibi bilim kökenli roman yazarları, özgün araştırmacılar, filozoflar var.

Bir bölümü ile insanlık krizlerin, yıkımların, salgınların yarattığı sorunların üzerine yürümektedir. Orada her girişimin, her denemenin başarılı olduğu söylenemez. Fakat başarısızlık da bilgi verir. Descartes’dan beri bildiğimiz bir doğru var;

Başarısızlığın doğru bilgisi de başarıya giden yolu açar.

Bilim tarihi bu başarıların ve başarısızlıkların tarihidir. Bu yolda tıp tarihi ilginç, kimi zaman trajik olayları anlatır. Veba, kara humma, tifo ve İspanyol nezlesi gibi salgınlar yanında daha dar yayılımlı ve daha trajik olaylar da vardır.

Örneğin, 19. yy. sonlarına kadar Avrupa’da bir insanın başına gelebilecek en kötü dertlerden biri kuduzdu. Kuduz ile nasıl mücadele edileceği bilinmiyordu. Dahası, bir kuduz köpek ya da kurt tarafından ısırılmış olanın ölümü oldukça acıklıydı. İnsanlar kuduzdan kurtulabilmek için rastgele değişik yollara baş vuruyorlardı. Örneğin o yıllarda Fransa’nın bir köyünde kor haline getirilmiş yuvarlak bir demir parçası hastanın avucuna koyulursa kuduzdan kurtulacağına inanılıyordu.

Bu bir çözüm değil, bir arayıştı; umarsızlık içindeki insanın arayışı.

Fransız köyündeki olayın tanıklarından biri, o sıralarda henüz çocuk olan ve yıllar sonra mikrobiyoloji ve virütik hastalıklar alanında yaptığı çalışmalarla kuduz aşısını bulacak Louis Pasteur‘dü. Aşıyı bulmuş, hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerde başarılı olmuştu fakat aşıyı insan üzerinde hiç denememişti. Oğulları kuduz tehlikesi yaşayan bir anne ve baba, bulduğu ilacı çocuklarında denemesi için Pasteur’e ricadan öte, yalvarırlar. Pasteur o sırada önündeki boşlukta yakaladığı ışığa uzanmanın ikircikliği içindedir. Bunun için cesaret gerekir. Sonunda 6 Temmuz 1885 günü Paris’te 9 yaşındaki Joseph Meister’a aşıyı uygular. Çocuk üç ay içinde sağlığına kavuşur. Kurtulan yalnızca o çocuk değildir; değişik gelişmeler ile Korona virüsüne kadar gelecek büyük bir alan insanlığın önünde açılır. Milyonlarca insanın değişik hastalıklardan, salgınlardan kurtuluşunun kapısı aralanmıştır. Bilinmeze bir adım daha atılmıştır. Ne var ki, insan sınırlı, bilinmez sonsuzdur.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Prof. Dr. Atilla Erdemli

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 29 Ekim 2020 at 12:57

    “Elbette doğanın da bütün bunlara bir yanıtı olacaktır. Doğa olumluyu da olumsuzu da yaşatarak öğretir.”
     
    Ne doğru bir cümle. İnsan evladı öğrenmeme konusunda bu kadar ısrarcı olmasa keşke. Dünya tarihi insanın yaptığı hatalar, bencillikler, savaşlar, yıkımlarla dolu ama biz hâlâ kendimizi üstün varlıklar görme yanılgısındayız. Bana kalırsa “insan”lık yolunda daha gidilecek çooook km var :(((

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan