Bir "yaşama ortamı"nda "aydınlanmak", "aydın olmak" önemseniyorsa orada “aydınlanma sorunu” var demektir. Bir sorun değişik iletişim araçlarıyla ne ölçüde güncelleştirilir ve abartılırsa o ölçüde çarpıtılır. Günümüzde aydınlanma sorununun bulunduğu yerlerde Aydınlanma adına pek çok kişi ve kuruluş ortaya çıkmakta ve "Aydınlanma nedir?", "Aydın kimdir?"…
İnsan bilgisiz doğar fakat bilgisiz yaşayamaz. Bilgi "insan"ın varlığını sürdürebilmesi ve kendisini gerçekleştirebilmesi için bir temel koşuldur. Bunu bir varlık koşulu olarak gören ve bilginin olmadığı yerde "insan"ın da bulunamayacağını savunan görüşler vardır. İlk bakışta aşırı bir sav izlenimi verse de insan "varlık yapısı"…
“Şimdilik” diyerek yaşayanlar kendilerini bu ana bırakanlardır. Geleceğe dokunamıyorlar; oysa insanın varlık yapısı ileriye doğrudur. Ancak geleceğe yönelen kişi özgür olabilir. “Şimdilik” diyerek yaşamayan kendi var oluşunu anlayan, anlamlı kılandır. Özgür insan kendisini kendisi için yapan; özgürlüğünü yaratandır. İnsanın varlık yapısı özgür olmaya göredir.…
“Bilim Orta Çağı!..” Olabilir mi!… Öyle bir çağ ki Bilim Orta Çağı özellikleri gösterecek!… Bunlar düşüncemin gelişimi içinde kendime sorduğum, şaşırdığım, vazgeçemediğim sorular. Dahası bu sorular beni sürükleyerek “Aydınlanma”ya götürdü. Şöyle ki tutuculuk, bağnazlık olarak “Orta Çağ” kavramını, Aydınlanma olarak da “Renaissance”ı ele aldığımda…
Okullarda hep “Orta Çağ” diye öğrettiler; o da yalnızca Hristiyan dini bağlamında ortaya koyulan, "Karanlık Çağ" da denilen yasakçı, kıyıcı, bağnaz bir yaşama biçimiydi. O yaşlarda bu yaşama biçiminin nasıl ortaya çıktığını hiç sormadık, yalnızca kavramı belledik, sorgulamadık.…
19 Ocak 1972’de Avrupa Konseyi bakanlarının Strazburg’daki toplantısında Beethoven’in 9. Senfoni’nin bitiş bölümü olarak bestelediği Neşeye Övgü (Neşeye Ağıt, Özgürlüğe Ağıt | Almanca: Ode an die Freude) adlı müzikal çalışma, Avrupa Birliği Marşı olarak kabul edildi. Karar Avrupa Birliği’ni oluşturan tek tek her toplumun…
Doğada “değer” diye bir şey yoktur. Değer yalnızca insanın dünyasındadır. “Değer”i “insan” yaratır. Daha doğrusunu söylemek gerekirse; –Lütfen kimse kusura bakmasın!- değer bir fiksiyondur. Değerleri insan uydurur. İş olsun, oyun olsun diye değil; zorunlu olduğu için. İnsanın tüm değerleri, tüm yaşamı “…mış gibi”ye dayanır.…
“Sen yazın ne yaparsın?” Yazın özgün etkinliklere bolca zaman ayırabildiğimiz bir mevsim. Ne var ki, soruyu soran beni yakından tanıyan bir dostumdu ve soruyu “Bari yaz aylarında şu masanın başından bir kalk, şu felsefeden biraz kop” anlamında sormuştu.…
Hazırlıksız yakalandık. Her şeye egemen olduğumuzu ve giderek egemenlik sınırlarımızı evrenin sonsuzluğuna genişletebileceğimizi sanıyorduk. Karşımızdaki büyük gücü ciddiye almadık. Onunla istediğimiz gibi oynayacağımızı sandık. Derken “doğa” dediğimiz o büyük güç insana yerini ve sınırlarını gösterdi. Gözle görülmez bir canlı, apansız çoğalarak tüm dünyayı sardı.…
“Neredesin!..” Telefonda çınlayan bu haykırış, merak, kaygı, gerilim, coşku, sitem, özlem, kızgınlık ve biraz da sevinç karışımıydı. Sabahın erken saatiydi. Bu saatte telefonun çığlıklarıyla uyanınca insan iyi şeyler düşünemiyor. Acaba tanıdık, sevdik, bildik birinin başına bir şeyler mi geldi!.. Değilmiş. Değerli arkadaşım, sevgili dostum…