İçimdeki terazi dengeye gelemiyordu bir türlü. Madam Vanuş’un sorusuyla şirazesi kaymış eski defterlerin, “ben” yazılı sayfalarını tekrar bir araya getirmeye çalışıyordum. Neden uğraşıyordum bu kadar? Hatırlamak neden bu kadar değerliydi? Unutamadığım için mi? Yoksa unutmak istemediğimden mi? Bazı anlar, bazı sözler yahut bazı yüzler;…
Gözleriyle gülüyordu Madam Vanuş. Ben ise dilimden dökülecek kelimeleri bile onun gözleriyle düşünmeye başlamıştım. Sanki uzun, çok uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi. İnsan, daha önce tanımadığı birinin evine çeşitli sebeplerden girebilirdi de; o tanımadığı birinin kalbine bu kadar çabuk misafir olabilir miydi? İşte ben de…
Madam Vanuş, sehpanın ortasında duran yeşil renkli cam kasenin içinden Pall Mall paketine uzandı. İnce parmakları ile içinden bir dal çekti. Önce baş parmağı ile işaret parmağı arasında yuvarladı, sonra kırmızı rujlu dudaklarına götürdü. Bütün bunları öyle doygun bir zarafetle yapmıştı ki insanda yaşadığı…
Madam Vanuş, ne olduğundan kendisinin de emin olamadığı beklentilerini ihtimaller diye adlandırmaya alışmıştı. Hayallerini bir evin ve tek bir ömrün içine sığdıramayan ya da yolda yürürken keşfedilmeyi bekleyen ve bir gün hayatının kökten değişeceğine yürekten inanan yeni yetmeler gibiydi hali. Kör gözüne vurgun yemiş…
“Eynellah!” diye haykırdı. Sanki göğsü yarılmış da içinden kızıl yakut misali yeryüzüne alevler yağdıran bir ejder çıkmış gibi dağ boyu bir çığlık yankılanıyordu. Kulaklarını kapadı elleriyle. Böyle haykıran, bu yükselip patlayan, yırtıcı, delimsirek sesin sahibi o olamazdı. Tekrar göğe kaldırdı başını. İçinde katman katman…
Sırtımı meydanın en lüks otelinin duvarına yaslamış, bekliyorum. Neyi beklediğimi bilmeden. Önümde yıldır yıldır telekli telaşlar akıyor. Koşturup, duruyor insanlık. Bir şeylere yetişmek, bir şey olmak için… Oldukları kadarı yetmiyor. Hepsi huzursuz. Kaygılı. Kaldırımların, öğütülmemiş gizleri depolayan çatlaklarına doluyor hepsi. Bunları bir tek ben…
“Beni yalnız, yapayalnız bırakılmış görmek seni üzmüyor mu?” Pinokyo, Carlo Collodi Ne zamandır sığamıyor hiçbir yere. Otururken, hatta atölyede bir köşede öylece sessizce beni izlerken yüzüne vuran huzursuz dalgalanmalardan anlıyorum. Ara sıra atölyenin arka tarafındaki küçük havalandırma bahçesine çıkıyoruz beraber. O zamanlarda yüzünü göğe…
İnsanlar, önlerine koyulan seçeneklerden birini seçebilmeyi özgürlük zannediyorlar. Aklın bu miskin kaypaklığı mı demeliyim yoksa tezahür eden aldatıcı gerçekliğin yanılgısı mı; nihayetinde hep aynı şeyi hissediyoruz: bir işe yaradığımız ve bir seçim yapabilme ayrıcalığına sahip olduğumuz için övünçle içimize dolan beşeriyet farkındalığını… Oysa şimdi,…
Hoşça kal. Eylül sabahının serin ışıkları yatağına değerken uyanmıştı. Çok erkendi. Biliyordu. Ama gelen tank paletlerinin o asfalt ezen gürültüsü ile zaten daha fazla uyuyamazdı da. Kafası külçe gibi ağırlaşmıştı. Yanındaki komodinin üzerindeki saat, daha geceye doymamış bir uykunun sabırsız tik taklarını vuruyordu. Açık…
İki saattir bir masanın etrafına toplanmış, apartmanın bitmeyen peyzaj dertlerini tartışıyorlardı. Haşim Bey’in aklı ise içmeyi unuttuğu tansiyon ilacındaydı. Sakin kalmaya çalışarak, önündeki kuruyemişleri tavuk gibi hırsla didikleyen Sabri Bey’e takıldı gözü. Sonra bu düşündüğüne gülecek gibi oldu. Tavuğun ne hırsı olacaktı yahu? Ama…