İnsanlar çok garip. Bir mekana birkaç kez gelen hemen herkes, o mekandakilerin kendini tanımasını bekliyor. Tanınmakla kalsa iyi üstelik, ezberlemesini de bekliyor. Mutlaka öyle barmenler, garsonlar falan vardır ancak benim hafızam pek kuvvetli değil açıkçası. O yüzden barın tam önüne oturup, “Her zamankinden” gibisinden…
Onu her gün görüyorum, çünkü buraya geliyor. Bazen daha önce okuduğu kitapları alıyor, bazense okuduklarını yanında getiriyor. Raflar arasında dolaşırken, getirdiği kitapları unuttuğu da oluyor. O zaman ben de unuttuğu kitapları ona yeniden hediye ediyorum. Belki o bunu bilerek yapıyor, belki de her insan…
Kahvemi masaya bırakıp hafif bir baş selamı verecek ayrıldı. Birazdan elinde beyaz bir kupayla Müjgan Hanım geldi. Gülümseyerek masaya oturduktan sonra kahvesinden bir yudum alıp karşıma oturdu.…
Her şeyin sarpa sardığı bir an var, biliyorum ancak gerçeklikten koptuğunuzda elinizden ne gelir? Hiçbir şey. Bazı akşamlar koltukta uyuyup kalacağımı bilerek bir film açıyorum. Özellikle bildiğim filmlerden seçiyorum. Tanıdık sesler duymak beni rahatlatıyor. Koca kentte kendimi çok yalnız hissediyorum. Son sigaramı küllüğe basıp…
Bazen bir cümle, bir kelime, bir bakış... aklınıza takılır. Bir şarkı sözü gibi değildir bu takılma, sizi düşündürür ve neden düşündüğünüzü de bilemezsiniz. Sonra bazı anlarda o cümle zihninizden uçar gider, alakasız bazı şeyler gelir aklınıza ve ardından yeniden o cümle düşer. Bu bir…
Kötülük ve iyilik, kaybeden ve kazanan. Neden neredeyse tüm masallarda iyiler hep soylu ya da sonunda iyiliğinin karşılığını soylulukla alıyor? Soylu olmak bir erdem mi? Ayracı kitabın arasına yerleştirip okuma ışığını söndürdüm. Bir sigara yaktım. Sigaranın dumanı ağzımdan, burnumdan... bulabildiği tüm çıkışlardan odaya akıyor.…
Güne başlarken plakta Nancy Sinatra’nın Bang Bang’i çalıyor. Dram filmlerinden çalıntı bir sahne olarak değil; gece uyuya kalınmış, hatta içilen son sigara küllükten halının üstüne düşmüş. Fena olmayan bir delik açılmış halıda, sigara sönmüş, neyse ki bir facia yaşanmamış. Ağzımın içi çamur gibi. Sehpanın…
Bir kitabevinde “Edebiyat” yazan rafın tam önünde durmuş, elime aldığım birkaç kitaptan biri olan “Merhaba Çukotka”nın arka kapağında yazılanları okuyordum. Aslında bu kitabı daha önce okumuştum. Benim kitaplığımda Ant Yayınları’nın 1971 basımı vardı ancak bu kitabı Yar Yayınları basmıştı. Daha önce okuduğum, bir kitabın…
“Seni ikna edebileceğimi biliyorum.” “Hangi konuda?” “Yoldayım, müsaitsen gelince konuşuruz.” Telefon kapandı. Saçma bir konuşma başlangıcıydı. Beni ikna edebileceğini biliyordu. Bu güzel bir şey ancak ben bir konuda ikna edilmem gerektiğinden şüpheliydim. Kararsız olduğum pek bir konu yok gibiydi. Olanlar da basit şeylerdi işte;…
Hepimiz bir demlik çayda boğulacak gibiyiz. Nereye baksam çay görüyorum. Bir zamanlar vasatlık simgesi olan çay, şimdi kahvenin karşısında yükseliyor. Çünkü artık sadece çay değil, kahve de demleyebiliyoruz evimizde. Popüler olandan nefret ediyoruz. Hepimiz kahve gurusu olduk ya şimdi, o zaman yaşasın çay! Yaşasın…
Nerede kalmıştık? Çok da önemi yok aslında. Sadece konuşuyoruz, seninle ben. Düşünüyorum da, sadece gitmek var aklımda. Söylemiştim sana hatırlarsan, bu şehir beni boğuyor, diye. Üstelik sadece bu şehir değil, her şehir beni boğabilir gibi geliyor bana. Sanırım şehirlerden nefret ediyorum. Belki de sadece…
Şiir okuyan adamlardan nefret ediyorum. Bir şiir seçip kendine okuyan adamlardan değil; şu sesini değiştirip bir tiyatrodaymışçasına okuyan tiplerden bahsediyorum. Komik geliyor. İçten içe dalga geçiyorum onlarla. Şarkı söyleyen adamın büründüğü haller o kadar kötü gelmiyor mesela. Onun da samimi olmadığını biliyorum ancak gözüme…
Şimdiki aklım olsa… Tam olarak böyle başlayan cümleler kuruyorum. Sırf üniversite mezunu olmak için tercih yaptığımda tam olarak bugün bunları düşünüp düşünmeyeceğimi bilmiyordum. Ailem ne kadar sevinmişti. Hele ki babam. Sonra annem gururlanmıştı. Halbuki düşününce ne üniversite okumak ne de benim okuduğum bölüm o…