Cama düşen yağmur damlalarına silecek yetişmiyor. Camdan süzülerek inen büyük damlalar, silecekle cam arasında sıkışmış siyah plastiğin camda debelenmesine neden oluyor. Saatine bakıyor Yeliz 12.23. Uçağın kalkmasına otuz yedi dakika var. Bu trafikte, bu yağmurda yetişemeyecek olma ihtimalinin yakıcı ateşi boğazına vuruyor. “Sigara içebilir…
Sana bilmediğin toprakların birinden yazıyorum Egemen. Üst üste koyup biriktirdiğimiz kartpostallara yenilerini eklediğim diyardan. Sesim değişmiştir belki konuşmam da fakat yazım aynı. Taşınıyordum. Baştan başlayayım. Senin bildiğin şehrin üstünden beş yeni şehir, on bir de ev geçti. Her seferinde dokunulmazlar arasında üzerinde “küller” yazılı…
Vagonun merdiveninden adımını atar atmaz başındaki mendil kadar örtüyü omzuna atıp uçlarını tutarak yürüdü Feride. Trenin demir zemininin soğukluğunu ayağındaki plastik ayakkabının tabanından, el parmak uçlarına değin hissediyordu. Kalbinde çağlayan ürpermeyi bu soğukluğa yordu. Omuzları düşmüş, iki tahta valizle ince beli iyice bükülmüş Ahmet’in…
Çalkantılı düşüncelerinin içinde es arayarak eski Rum evinden bozma kafenin bahçesine geçti Ece. Topuklu ayakkabısının tak tak sesleriyle zemini döverek yürüyordu. Yanından geçtiği çocuklar güneşin etkisinden kaçmak için gözlerini kısarak başlarını kaldırıp baktılar. Sakinlik ararken çocuk parkına dönmüş kafede en ücra yerin kuyunun yanındaki…
Bacalardan tüten kötü kömür dumanının yanına ek yakılmış lastiğin zifti pencere camlarına yapışmış yine. Bu zifti soluya soluya ciğerim çürüdü. Ruhum desen zaten çürümüş. Bacağım doğduğum ayla özdeş güdük. Eksikli yaşamın içine eksiklerle doğmuş, Arife! Fırtına, teneke çöp kovalarını duvarlara, yere çarpa çarpa savuruyor.…
“Orada öylece yatıyordu. Kıpırtısız.” “Gitmem gerek, demişti; kendim için, sana rağmen, bana rağmen gitmem gerek demişti.” “Seslendim. Seninleyim, bak yanındayım, dedim. Baktığın anda göreceksin, baharı getirdim sana. Cemreler düştü. Filize durdu her şey. Köye gideriz. Çiçeklerden hangi ağaç olduğunu tahmin ederiz. Sen yine bilirsin.…
Hayat da bu basamakları çıkmak kadar kolay olsaydı keşke. Biz her daim inen olduk. Şu merdivenlerin kiri de tam Fatma Hanım’ın ruhuna yaraşır. Senin için çok temiz gibi Latife, sen de sanki ak kaşıksın. Ak pak olaydın bu işleri yapmaya düşer miydin? Allah içinin…
Anlattıkça, ben kedimi yeniden doğuruyorum. Cümleler döküldükçe dilimden, yeni benimle tanışıyorum. Sevdiğim, nefret ettiğim, sır perdesinin ardında kalan gizli benime ulaşıyorum. Beni doğru anlasınlar, yanlış anlasınlar umuruma değmiyor. Ben benimle yeni gizlere yolculuk yapıyorum ya, ne âlâ. Nasılsa “deli” diyorlar. Anlatıcı olmayı deli olmaya…
Müjgân zihin yorgunluğundan kaostaydı. Sessizlikti istediği. Sadece sessizlik. Bir an. Bir zaman. Beyaz delikli terliğini ayağının birinden savurdu duvar dibine doğru. Saçlarını avuçladı. Diplerinden çekmeye başladı. İşaret parmağı oyuğuna doladığı bir tutam saçı, diplerinden çekmeyi bırakıp, parmağıyla oynamaya devam etti. Beynindeki sesi susturamıyordu. Karanlığın…
Farkında olmayacak kadar ateşlerle dolu aklım. Devrim ateşi, aşk ateşi. Mehmet’in depoya giderken dudağıma bıraktığı ateş dolu öpüşü bedenimde sinsi dolanıyor. Belimde namlunun soğuk yüzü tenimi ürpertiyor. Elimle sürekli kontrol ediyorum; sıska belimden pantolonumun içine düşmesin diye.…