Derinliğinizi kaybettiğinizi hissettiğiniz zamanlarınız oluyor mu hiç? Hani böyle hiçbir konunun detayına giremediğiniz, bazen girebilecekken girmek istemediğinizden bazen de isteseniz de o konuda hiçbir fikir yürütemeyecek kadar kendinizi boş hissettiğiniz zamanlar. Biraz sıkıcı biraz da rahatlatıcı zamanlar. Bilinçaltı seni senden çok düşünür Herhalde insanın…
İşte o soru. Kitleleri bölen o soru. Bir kısmınızın çenenizi ve hemen üzerinde duran tatlı burnunuzu şöyle hafiften sola çevirip sonra da yukarı kaldırarak “Yok şekerim yok olmaz, aynı suda iki kere yıkanılmaz” dediğinizi hayal ediyorum. Size kötü bir haberim var. Ben illa ki…
Mavi, eski, ahşap bir kapı. Kapının bir tarafında bir adam, diğer tarafında bir kadın. Birbirlerinin nefesini duyacak kadar sessiz ortalık. Acı oturmuş ikisinin de gözlerine ve elbette ki pişmanlık. Biri yaptıklarından pişman, diğeri yapamadıklarından. Kapının koluna aynı anda uzanan elleri var bir de… Ne…
Seni sevmedim diye beni öldüremezsin. Ya da bir zamanlar sevdiğim ama artık sevmediğim için beni öldüremezsin. Beni sevdin diye beni öldüremezsin. Bana dokunmanı istemiyorum, seninle öpüşmek, seninle sevişmek istemiyorum diye beni öldüremezsin. Senden başka birini sevdiğim için, beni kıskandığın için beni öldüremezsin. Senden başkasına…
Geçtiğimiz hafta içinde bir Türk tekstil markası LGBT’ye özendirdiği gerekçesiyle bundan böyle gökkuşağı ve unicorn (boynuzlu at) desenlerini ürünlerinde kullanmayacağını açıkladı. Benim açımdan -Ben kimim? Ben önce insanım, sonra da bir iletişimci/reklamcıyım- akıllara durgunluk veren bu açıklama gerçekten bütün sinirlerimi bozdu. Hem çok sinirlendim…
Günlerdir yaşadığımız yüzgeç çıkartan nemli havaların ardından gelen bu serin yaz akşamında, patlamış mısır tadında bir şeyler karalamak istedi canım sizin için. Öyle ağır ağır, aşka meşke giresim yok. Bugün hafif takılacağız. Neden romantik komedi? Konumuz romantik komediler. Yerli yabancı, yeni eski fark etmez.…
Genellikle kendi duygularım ya da etrafımda yaşanan ve beni etkileyen hikâyelerden yola çıkarak yazmaya yatkın biriyim ama iki hafta önce yazdığım Sezen-Onno hikâyesinden sonra editörümüz Didem, yazının altına bir not bırakarak benden bir ricada bulunmuştu: “Kuzum bir de benim gibi aşka olan inancını yitirmişler…
Daha önce de yazmıştım çiftler arasındaki dengeler hakkında. O zaman; “Davul bile dengi dengine (mi?)” demiştim. Konu ağırlıklı olarak ilişki içindeki iki insan arasındaki sınıf farkıydı. Bu bir engel olmalı mıydı ya da sosyal statü farkı dediğimiz şey aşk karşısında çaresiz miydi? Bugün de…
Son birkaç gündür Spotify’da dadandığım Sezen Aksu şarkıları beni bu noktaya getirdi. Art arda dinlediğim şarkılar içinden beni en çok etkileyen şarkıların altında hep aynı iki isimin imzası vardı. Sezen Aksu ve Onno Tunç. Çocukluğumdan beri ezbere bildiğim ve o yaşta bir çocuğun bile…
Gazete haber yapmış; neymiş efendim Yılmaz Özdil yeni yazı yazmak yerine eski yazılarını kopyala yapıştır yaparak yeniden yayınlıyormuş. Eee, yani? Biraz empati lütfen Burada adı geçen kişinin, görüşünün, ne yazdığının hiçbir önemi yok. Herhangi bir konuda yazan herhangi bir yazardan da bahsediyor olabiliriz. İcabında…