Arabasından indi ve Boğaz’ın serin sularını izlemeye koyuldu. Bu karanlıkta, hem içindeki hem de dışındaki bu karanlıkta, hırçın dalgaların birbirleriyle olan kavgaları ürkütücü görünüyordu. Gene de bu dehşetengiz manzarada onu çeken bir şey vardı ve bu daha da korkunçtu. Bir sigara yaktı. Farkında olmadan…
“İnanamıyorum, Nakkaştepe’yi çok sevdiğimi yıllar önce söylemiştim sana. Unutmamışsın… “ dedi kadın, adam arabayı park ederken. Adam ise yalnızca gülümsemekle yetindi. “Uzun zaman olmuştu bu millet bahçesine gelmeyeli de. Heyecanlandım bak şimdi.” Adam yine gülümsemekle yetindi. İçinde bulunduğu atmosferi daha derinden hissetmek istercesine arabanın…
Ruhunuzdan bir parça alındıktan sonra daha bitkin, endişeli, hevessiz hissedebilirsiniz. Bu çok normal bir durum. Biz genelde hastalarımıza böyle hissettikleri anlarda ruhlarından parça verdiği kişilerle vakit geçirmelerini öneriyoruz. Böylece ruhunuz tamamlanmış hissedecektir.…
Cevat’ın taburcu olmasının üzerinden iki hafta geçmişti. Bu süre zarfında Eylül ve Rüzgar birbirlerini çok daha iyi tanımış, birbirlerine oldukça alışmışlardı. “Ne iyi oldu Rüzgar akşam yürüyüşü yapmak.” Temiz havayı içine çekti. “Ben çok severdim eskiden böyle akşamları Kurtuluş Parkı’na gelip bu ağaçlı yollarda…
Gözlerini açtığında hastane odasındaydı, koluna serum takmışlardı. Boğazında rahatsız edici bir ağrı vardı. Yavaşça başını çevirdiğinde, pencerenin önünde arkası dönük bir şekilde kitap okuyan Rüzgar’ı gördü. “Rüzgar?” Sesle birlikte başını kitaptan kaldırdı ve ayağa kalktı. “Uyandın demek. Nasıl hissediyorsun?” “İyiyim de tam olarak ne…
Haftalar olmuştu Feveran’a uğramayalı. Yoğun iş temposunun yanına melankolik halleri de eklenince epey uzaklaşmıştı birçok şeyden. O çok iştahlı Eylül yemek yemiyordu bir kere. Arkadaşlarının mesajlarına dönmüyordu, merak edeceklerini bile bile. Yalnızca disiplininden ödün vermemişti; bedeni, ruhu kanarken bile. “Cevat abi ben geldim.” Sesinde…
Üşümüş elleriyle şemsiyesini kapatıp, gençliğinin vazgeçilmez durağı olan Feveran Sahaf’a girdi. Lisede keşfetmişti burayı. Üniversiteyi şehir dışında okusa da tatil vakitlerinde ziyaret etmeyi hiç eksik etmemişti. Şimdi ise mesleğini eline almış, başarılı bir avukat olmuştu.…
Babaannesi Alice’in elini tutuyordu. Richard ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ne kadar üzgün olduğunu tanımlayacak hiçbir kelime yoktu. Her şeyden bıkmıştı. Yaşadıklarından, karısının hastalığından, stresten, korkudan, sakinmiş gibi davranmaktan, Alice’i korumaktan bıkmıştı.…
Bilge Kadın’ı izliyorum. Ama o bunun farkında değil. Denizi izliyor, derinlere dalmış belli ki. Ama o derinlerde yüzmesini, ustaca süzülmesini iyi bilir; boğulmaz ne de olsa. Bir gün Bilge Kadın gibi olabilecek miyim diye düşünüyorum. Hiç Bilge Kadın gibi oldum mu; keşke olsa mıydım,…
Çoğu insan gibiydi William. Siyah, biraz dalgalı genellikle düz saçları kahverengi gözlerini kapatıyordu. Al yanakları, bembeyaz suratındaki tek hoş renkti. Ne fazla yakışıklı ne de fazla çirkin, ortalama birisiydi. Herkes gibi kusurları vardı elbette. Ama biz şimdi sadece tek bir kusura odaklanacağız; kendinden nefret…