İçimdeki Sesler Yurt İçi Gezi

Ruhun Tatili | Yedigöller Milli Parkı

9 Kasım 2022

Yazı: Ruhun Tatili | Yedigöller Milli Parkı | Yazan: Demet Albayrakoğlu

Sonbaharda bir hafta sonu, sevdiklerinizle birlikte Bolu’ya kaçın derim. 😁 Nasıl güzel size anlatamam. Hoş, burada sizlere anlatmaya çalışacağım gerçi. 😂

Ruhun İkinci Tatili

Yolculuğumuz yaklaşık 2.5 saat sürdü. Bu sefer kahvaltımızı İstanbul’da yaptıktan sonra yola çıktık. 2019 yılında yazdığım Ruhun Tatili | Abant yazısında olduğu gibi eski Bolu Dağı yolu üzerindeki Berceste’de ısrar etmedik. O yolculuğu kış mevsiminde ve yoğun bir sis içerisinde yaptığımızdan benim için nasıl bir işkenceye dönüştüğünü hatırlarsınız sanırım. Neyse, bu sefer mevsim sonbahardı ve yolun keyfini sürerek, otele giriş yaptık.

Yürüyüş Parkurları

Yemyeşil muazzam bir arazinin içerisine konumlandırılmış otelimiz bir önceki gelişimize göre kısmen daha sakindi. Daha çok çocuklu aileler vardı. Bunun en büyük sebeplerinden biri de otelin 3 ana yürüyüş parkının içerisinde olan farklı türde hayvanların bulunduğu, geniş tellerle çevrilmiş alanlarının olmasıydı. Otelde sadece minik çocuklar için orman yürüyüşü dahi düzenliyorlar. Miniklere, otelden görevlendirilen 2 abla eşlik ediyor, ağaçları ve hayvanları masalsı bir dille onlara anlatıyorlar. Bir görseniz o kadar şekerdiler ki…

Sonbahar Sanatı

Resepsiyondaki kısa süren kayıt işleminden sonra arka pencereleri o güzelim ormana bakan odamıza çıkıp eşyalarımızı bıraktıktık. Ardından da kendimizi yürüyüş parkuruna attık. Hava o kadar temiz, şurup gibi, o kadar tatlıydı ki derin derin nefesler alarak, ciğerlerimize uzun uzun çektik.

Yol boyunca geyikleri, tavuskuşlarını, horozları, sülünleri, ceylanları ve karacaları seyrettik. Sararmış yaprakların üzerinde yürürken çıkan, hışırtıya benzeyen sesler, içimi öyle huzurla dolduruyordu ki… Yaprakları yer yer kahverengi, sarı, turuncu renkli sık ağaçların oluşturduğu manzara enfesti. 👌 Gerçekten Cemal Süreya’nın dediği kadar vardı: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim.”

Han

Orta uzunluktaki “Mavi Parkur” yürüyüş yolunun sonunda, tesisin içinde yeni hizmete açılan Han isimli restoranda öğlen yemeği için gitmeye karar verdik. Oraya oldukça dik bir yokuştan aşağı doğru, dört tarafı cam olan bir asansöre binerek, ulaşıyorsunuz. Bahsettiğim bu asansöre bindiğimizde korkmadım değil inanın; aşağıya bakmak oldukça ürkütücüydü açıkçası.

Neyse ki kısa süren bu yolculuğun ardından bizi yuvarlak formlu, taştan bir yapı karşıladı. Masa ve sandalyeler ahşaptan, ortam ise oldukça sıcak ve samimi idi. Menü de oldukça zengindi doğrusu. Biz meşhur Bolu kebabını tercih ettik. Servisi biraz geç olsa da yemeğimiz oldukça lezzetliydi.

Camın kenarından etrafı seyretmek de oldukça keyifliydi. Restoranın etrafını saran bahçede oturulacak başka yerler de var. Eline içeceğini alan bu köşenin de keyfini sürüyor. Bu alanın hemen yanında ise adrenalin seviyenizi arttıracak bazı etkinlikler de yapabiliyorsunuz. Bungee jumping gibi. Bu tür şeylere cesaret edemediğim için bu alana hiç uğramadım.

Hem yolun yorgunluğu hem de temiz havanın çarpması ile o akşam erken uyudum. Güne, o güzel orman manzarasının karşısında kahvaltımı yaparak başladım. Kahvaltınızı yaparken bahçede gezinen tavuskuşlarını seyredebiliyorsunuz. O esnada içlerinden en az birinin kanatlarını açıp bizlere görsel bir şov sunmasını çok istemiştim gerçekten ama maalesef hiçbirinin o anına şahit olamadım.

Yedigöller Milli Parkı

Kısa tatilimizin ikinci gününde, geçen sefer geldiğimizde göremediğimiz Yedigöller Milli Parkı’na gitmeye karar verdik. Yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra parkta olacak şekilde yollara döküldük. Bolu’da arabayla bile yola çıkmak çok güzel bir his. Sonbaharın tüm renkleri içerisinde araç kullanmak oldukça keyifli gerçekten.

Müziğin sesini biraz açarak sık ve virajlı yollardan devam ettik. Yol, bu açıdan biraz zor ve yorucu olduğu için yol kenarında kısa bir süre mola vermek zorunda kaldık. Orada, başımız ve midemiz döne döne çayımızı yudumladık.

Büyük Göl

Yazı: Ruhun Tatili | Yedigöller Milli Parkı | Yazan: Demet Albayrakoğlu

Sonunda Yedigöller’e ulaştığımızda bizi karşılayan manzara son derece büyüleyiciydi.

Parkın içerisi oldukça kalabalıktı. Otoparklar dolu olduğu için yasak olmasına rağmen yol kenarlarına park etmek durumunda kaldık. İçerisinde beni en çok etkileyen Büyük Göl oldu. Gölün etrafında yürürken yeşil, turuncu, kahverengi, sarımtırak yapraklı ağaçların yansımasının göle vurarak oluşturduğu görüntü ise dillere destandı. Nerdeyse her noktada durup fotoğraflarını çektik. Bu anları dondurma isteği, içinizden doğal olarak adeta dışarı taşıyordu.

Sonrasında Sincap isimli bir kafede Türk kahvelerimizi yudumladık. Göllerin etrafındaki yürüyüş parkurlarında profesyonel fotoğraf çekenler de vardı. Hatta bir gelin ve damat bile gördük. Tüm profesyonel çekimler ise ücrete tabii idi.

Bu şahane atmosfer içerisinde gezerken içinde bulunduğumuz andan çıkmak istemiyordum. Hatta parkın içerisinde kamp yapanları gördüğümde biraz kıskandım. Bu enfes tabiatın içerisinde konaklamanın deneyimi çok güzel olmalıydı.

Köfte ekmek ve ayran ikilisinden oluşan öğlen yemeğimizi de yedikten sonra oradan ayrılmak üzere tekrar yola çıktık. Fakat geldiğimiz yoldan geri dönmek istediğimizde jandarma yolun çok yoğun ve kalabalık olduğunu söyleyerek bize geri dönüp Mengen üzerinden çıkış yapmamızı söyledi. Biz tabii o yolu bilmediğimizden dolayı tepki vermeden u dönüşü yapıp tekrar yola koyulduk. Ancak yolculuğun büyük bir kısmını bol çukurlu ve toz toprak içinde yapmak zorunda kalacağımızı sonradan anladık. Mesafe de oldukça uzamıştı aslında. Mengen’e çıktığımıza, Yeniçağa ilçesini geçip öyle Bolu’ya varabilmiştik. İki, iki buçuk saat yolu uzatmıştık aslında. “Bunda da bir hayır vardır” diyerek akşam yemeğinden sonra uzun uzun dinlendik.

Otelin hamam ve masaj hizmetleri yapan bir alanı da mevcut. İlgi oldukça yoğun olduğu için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.

29 Ekim akşamı, Cumhuriyetimizin 99. yılını kutladığımızdan lobide çalan coşkulu bir bando ekibi vardı. Hem keyifle dinledik hem de hep birlikte alkış tuttuk.

Meşe Ağacı

Yedigöller | Bolu

Tatilimizin son gününde, İstanbul’a dönmek hiç gelmiyordu içimizden. O gün hava yine oldukça sıcaktı, biraz daha otelin keyfini çıkarmak istedik. Güzel bir kahvaltının ardından zorlu yürüme parkuru olan kırmızı parkuru seçip yürümeye başladık. Yürüme yolu oldukça dik ve zorlayıcıydı. Ama mis gibi orman havasını içinize çekerek iri gövdeli ağaçların altında huzur içerisinde yürümenin hazzı herşeye değiyor.

Yürüyüşün sonunda, 1699 yılından beri otelin bahçesinde olan meşe ağacının altındaki banklardan birine kendimizi atıp güneş banyosuna devam ettik. Biliyor musunuz, bu meşe ağacını kesmemek için otelin mimari planları değiştirilmişti. Bu anlayışa sahip olan birileri tarafından yapılan bir binanın içinde konaklamak da ayrıca beni mutlu hissettiren unsurlardan biri oldu.

İçimizi ısıtan güneşin altında, sessizce oturabilmenin minnet duygusunu yüreğime kazıdım o gün. O günüme, bugünüme, dünüme şükretmenin mutluluğu ise bambaşkaydı.
 
 
Demet Albayrakoğlu
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan