Fırsatım oldukça gezerim, ülkemin ve gezegenimin birçok köşesini, evim dediğim yer gezegenimdir benim, betondan yapılmış dört duvar değil, orası sadece doğanın iklim olaylarından sığınmak ve hasta olmadan uyumak için gereklidir. Fazlası anlamsızdır, öleceksem de evde ya da hastanede değil, bir ormanda ya da denizde…
Sanırım sene 1987 olmalı, gitar çalmaya yeni başladığım yıllar. O senelerde gitar çalmak, şimdiki kadar popüler değildi. Kadıköy ve çevresinde bar ya da kafe yok denecek kadar azdı. Kadife Sokak’ta (Barlar Sokağı) köşede Rexx Sineması, biraz ileride bir bakkal ve yine sokağın içerisinde sanırım…
Sanırım sene 1991, Kadıköy’de Woodstock Cafe’de harika bir müzik grubumuz vardı, müzik yapan değil, müzik dinlemeyi çok iyi bilen bir gruptu. Woodstock’un kurucularından Salih bizi çok iyi anlamıştı. Biz grup olarak rock müziğine hayrandık ve hepimiz müziğe aç bir şekilde okula gider gibi evden…
Merhaba, Sevgili dostum Burak, “Sen ve Ben” isimli bu güzel ortamda yazmak ister misin diye sorduğunda hemen neden olmasın demiştim. İlk duyduğumda adı çok hoşuma gitmişti; samimi ve bir o kadar derin bir anlatım: Sen ve Ben. Sadece iki kişi arasında paylaşılıyormuş gibi düşünceler.…
Hayatımın en adrenalin yüklü anlarından birini Hint Okyanusu’nda yaşadım. Aslında her şey çok güzel başlamıştı; sıcacık bir hava, durgun bir su, teni hafifçe okşayan rüzgar. Yaklaşık kırk beş dakika sürecek keyifli bir dalış gerçekleştirecektik. Günlerdir sabırsızlıkla bu anı bekliyorduk. Hangi gizemleri keşfedeceğimiz konusunda hayaller…
Sevdiğimizin hastalığa yenik düşmesi hepimizin hissedeceği keskin bir acı, tarifsiz bir keder. Çaresizliklerle örülü, yıpratıcı, ızdıraplı bir bekleyiş. Erkek arkadaşını AIDS nedeniyle kaybeden sanatçı Félix González-Torres, yaşadığı bu süreci olabilecek en tatlı şekilde; şekerlerle anlatmış. Nasıl mı? Size şekerlerinden armağan ederek. Sanatçı, erkek arkadaşı…
Öyle bir dönem ki 90’lar, günümüzde başyapıt kabul edilen çoğu filmin gösterime girdiği yıllar. 90’ların başı; The Terminator – Judgement Day (Mahşer Günü), The Silence Of the Lambs (Kuzuların sessizliği), Good Fellas (Sıkı Dostlar), , The Ghost (Hayalet), Shindler’s List (Shindler’in Listesi) ve Jurrasic Park…
Dünya çapında tanınan bir performans sanatçısı Şükran Moral. Doğru bildiğini söylemekten korkmayan, farkındalığı ve duyarlılığı yüksek, özgür, asi bir ruh. Sansürlenmiş, olumsuz eleştirilerin odağı olmuş, yıpratılmış ancak yıldırılamamış bir eylem insanı. İzlediğim her Şükran Moral performansından sonra aynı sözcükler dökülüyor dudaklarımdan; “Helal olsun!” “Espulsa”…
Vincent entelektüel biriydi. Kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda sayısız roman karakterinden bahsediyor, sanatçıların eserleri hakkında yorumlar yapıyordu. Zaman zaman renk teorisi konusundaki engin bilgilerini paylaşıyordu. Özellikle Japon sanatına hayranlık duymaktaydı. Japonların bir otu dahi dikkatle incelemeleri, sadelikleri, güçlü renk ve çizgileri onu derinden etkiliyordu.…
27 yaşında yağlı boyayla tanışan Vincent’ın hayatı bütünüyle değişti. Oradan oraya savrulduğu iş arayışları son buldu. Rüzgarın estiği yönde gitmesine gerek yoktu artık. Gerekirse rüzgara karşı ilerleyecekti. Bir ömür tutkuyla bağlanıp büyük bir şevkle yapacağı işini bulmuştu.…