Dip

Deli Doğan

1 Şubat 2019

Deli Doğan
İlkokul beşe gidiyordu, zorunlu eğitim sekiz yıldı. “Deli Doğan” sonradan delirdi. Dünyaya ayak uydurdu, insanlıkla flört etti. Doğan ilk başlarda konduramadı kendine deliliği, öyle bir tabire inanmadı. Nihayetinde minnacık çocukların deli demesi asla kabul edilemezdi, reşit değillerdi, bırak reşit olmalarını aralarında okuma yazmayı çözemeyenler bile vardı.

Değişmez kanun olan gerçeklerin ortaya çıkması süreci Doğan için çok ama çok erken oldu. Haftanın son gününün son dersiydi. İstiklal Marşı’nın tüm okulca okunmasına dakikalar kalmıştı. Doğan biraz daha dayansa, skoru korumak için son dakikaları top çevirerek geçirse olay belki de hiç yaşanmayacaktı.

Doğan kendisine seslenen öğretmenini duymayıp yaramazlığa devam etti, ikinci uyarıda yine oralı olmadı ve üçüncü uyarıda öğretmeninin ses tonunun yükselmesini görmezden gelip gülme eylemini kahkahaya çevirdi ve en sonunda sınıfın kapısını kıran, camları tuz buz eden, sıraları yerlerinden oynatan tok sesle irkildi. Öğretmeni “Deli Doğan” diye bağırdı, üstelik adamın bir çuval bıyığı vardı, çoktan reşit olmuş bir yetişkindi. Öğretmenin sesini tahmin edileceği üzere bütün okul duydu.

Bununla bitti mi peki?

Felaketler yeni başlıyor, tabi ki hayır. Kenarları mavi boya izli okulun geniş ağızlı hoparlöründen tüm evrene yankılandı, bütün gözler okula çevrildi. Kulakları tırmalayan zil çaldı ve bahçeye çıkıldı. İstiklal Marşı okundu fakat maalesef Doğan tek ezbere bildiği marşın bir parçasını bile duymadı. Doğan bırak ağacı tek yeşilliğin bile olmadığı okulun bahçesinin kör noktasında kulakları tıkalı çömelmiş bir haldeydi. Bazen geriye dönüş olmuyor tamam ama “Pişmanlık için ne kadar küçüğüm,” diye düşünmekten kendini alıkoyamadı…

Doğan, deli tescilli suretiyle okuldan eve doğru yürürken çantanın ağırlığından şikayetçiydi. Bozuk suluğundan gelen plastik kokusu ciğerlerine işliyordu. Sol ayakkabısının topuk kısmındaki erime yürümesini engelliyor, canını yakıyordu. Yokuş çok mesafeli olmasa da ağır bir çanta, kokan suluk, topuğu erimiş ayakkabıyla çekilecek gibi değildi.

Doğan yokuşu bitirip derin bir nefes alıp verdi. Az ilerde semt pazarı vardı ve dağılmak üzereydi. Her cuma, Doğan okul çıkışını biraz daha geciktirerek havayı karartır, tezgahlarını toparlamaya başlayan pazarcılara göre kendisini ayarlardı. İnsan evladı yardımsever birkaç pazarcının hibesi dışında yerlere saçılan, düşürülen değerli yiyecekler umuduydu. Genellikle atık zerzevatların içinden sağlamlarını seçerek eve götürürdü. Şansı bazen yaver gider çil çil meyvelerin denk geldiği de olurdu. Hava yağışlı olmadığı zaman neredeyse bir haftalık ihtiyacı karşılayacak artık bulurdu.

Cuma günleri yağışlı olursa takibinde salı günü biraz daha uzak olan pazara gider, açığı kapatırdı. Neyse ki yağış yoktu ve Doğan kısa zamanda sebzesini toplayıp çantasında hazır olan kalın çöp poşetine koydu. Şeker hastası annesinin şansına bulduğu iki yeşil ekşi elma da günün sürpriziydi. Doğan’ın yüzü yine de gülmedi, tiksindirici bir gündü, bitmeliydi.

Akşam, bir tencere dolusu içinde gram et olmayan türlü yemeği hazırdı.

Doğan ve annesi yemeklerine yeni başladıkları esnada çok gürültülü kapı sesi odayı irkiltti. Doğan sofradan fırladığı gibi yüreği ağzında tahta kapıyı açtı. Kapının tokmağının kenarından kıymık tırnakla etin arasına girdi ve hafif sızlattı. İnce kan çok az aktı. Doğan duruma aldırış etmedi, kendisine bakan babasına boş bakışlarla karşılık verdi.

“Çekil lan önümden, bakma yüzüme mal mal.”

Doğan kafasını önüne eğerek babasına yolu açtı. Babasının elindeki siyah poşetin içinden ağzı açılı, tıpası lekeli kırmızı şarap gözüktü. Babası sandal kıvamında sallanarak odaya girdi. Peşinden Doğan tereddütlü adımlarla eşlik etti. Doğan sofraya oturdu. Babası üçlü koltuğun kenarına doğru ilişti. Koltuğun orta kısmı sökük ve yayları dışarıya doğru çıkıktı.

“Kalk bardak getir, hemen oturuyorsun piç kurusu.”

“Zıkkımlanmışsın zıkkımlanacağın kadar, uğraşma çocukla yemeğini yesin.”

“Çocuğun da, senin de ecdadını sikerim kalk lan.”

Doğan sofradan zıplayarak mutfağa koştu. Çok zaman geçmeden elinde su bardağıyla geri döndü. Babasına bardağı uzattı ve babası elinin tersiyle itti. Cam bardak düştü ve sofranın ortasındaki tepsinin üzerine yuvarlandı. Çıkan sesten korkan annesi, sol gözü dün atılan dayaktan dolayı kapalı olduğundan sadece sağ gözüyle kocasına baktı.

“Söyle söyle içinden küfür etme konuş konuş diğer gözünü de kapatayım.”

“Allah belanı versin senin. Seni orospu çocuğu…”

Doğan’ın babası ayağa kalkarak kadının yüzüne tekme attı. Ters gelen tekmeyle kadının bazı dişleri ağzından dökülerek sofraya düştü. Yemek dolu tabaklar devrildi. Kadına vurmaya devam ediyordu. Doğan dondu, tepkisiz bir şekilde olanları seyretti. Annesi yerdeydi. Bilinci zayıf, anlamsız sesler çıkarmaya başladı. Babası vurmaktan yorularak koltuğa yaslanıp, bir yandan tıpasını yere fırlatarak ağzını açtığı kırmızı şarap şişesini kafaya dikiyordu.

Doğan sessizce kalktı ve mutfağa yöneldi, elinde ekmek bıçağı geri döndü.

Sakin adımlarla babasına doğru yürümeye başladı. Babası yorgunluktan arkasına yaslandığından hiçbir şey görmedi. Yerde yatan annesinin yanından geçerek ekmek bıçağını babasına sapladı. Doğan babasının açıkgözlerle kendisiyle göz göze gelmesinden hemen sonra bu sefer daha büyük hırsla bıçağı bir kez daha sapladı. Çıkardı bir kez daha… Defalarca çıkardı sapladı sonra babası kan gölü oldu.

Doğan ilk kez birini bıçaklamanın verdiği acemilikten olsa gerek elini de kesti. Babasının kanıyla kendi kanının birleşmesinden babasıyla kan kardeşi olduğunu düşündü, midesi bulandı. Yere kustu. Annesinin inlemeleri kesildi, artık hiçbir ses gelmiyordu. Doğan kusmuğunun ve köpüklü kanın üstüne düştü, bayıldı…

Uzun yıllar sonra…

Cezaevinden çıkar çıkmaz havaya doğru baktı ve iki el ateş etti. Ne gözlerinden çıkan mermiler bulutları deldi ne de kovanları yere düştü. Yılmaz Güney filmini anımsadı, kulağına Neşet Ertaş fısıldadı. Derin bir nefes çekti ve özgür olduğunu hissetti. Deli Doğan artık özgürdü. Koşar adımlarla uzaklaştı.

Katiller, tecavüzcüler, haybeciler, dolandırıcılar, kolpacılar,
tespih ve anahtarlık yapma sanatı, suratının yarısı kesik Mehmet, dişlerinin çoğu olmadığı için katı yiyecekler yiyemeyen Hayri, sübyan koğuşundan daha geçen hafta transfer olan İdris, iskambil oyunları, üçer kez okuduğu dünya klasikleri, Victor Hugo, Balzac, Dostoveyski, Hayalini kurarak mastürbasyon yaptığı Anna Karanina, hamam böcekleri, dalağına işleyen rutubet kokusu, dövmeleri olduğu için tecavüze uğrayacakken iki kişiyi öldüren Almancı Atınç ve daha hatırlamak istemeyip hatırında kalacak olan binlerce an, anı artık geride kaldı…

Deli Doğan saatlerce yürüyerek eski oturduğu sokağa ulaştı, gün cumaydı. Artık okullarda İstiklal Marşı okunmuyordu. Döndü dolaştı hava kararmak üzereydi, okuldan evine giden yokuşun başında buldu kendini… Katil olduğunu anımsadı. Annesinin yiyemediği yeşil ekşi elmayı düşündü, üzüldü…

Deli Doğan sonradan delirdi…
Dünyaya ayak uydurdu, insanlıkla flört etti…

Savaş Yıldırım

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 1 Şubat 2019 at 16:21

    Gene harika bir Savaş Yıldırım hikayesi 👌🏻 Hayatın acımasız yanını okurun yüzüne yüzüne haykırdığın öykülerini seviyorum. Kalemine, yüreğine sağlık canım.

    • Yanıtla Savaş yıldırdım 2 Şubat 2019 at 20:34

      Güzel yorumların icin teşekkür ederim sevgili editör 🙏

  • Yanıtla Esat Öğütveren 1 Şubat 2019 at 16:28

    Roman olsa bir solukta okunacak türde yazıların yüreğe işliyor, belki de ondan çok fazla yorum yok.

    • Yanıtla Savaş Yıldırım 2 Şubat 2019 at 13:15

      Teşekkür ederim güzel yorumunuz için 🙏

    • Yanıtla Savaş Yıldırım 2 Şubat 2019 at 20:36

      Teşekkürler… Olduğu kadar 🙂

  • Yanıtla Faruk Çelikten 1 Şubat 2019 at 17:04

    Çoğu zaman anlatmaya çalışırım delilik ya da delilik yapmak ile delirmek arasında önemli bir fark olduğunu. Herkes içinde olan deliliği kendisi ortaya çıkardığında, bu neşeli bir duruma dönüşebiliyor çoğu zaman. ”Hadi bir delilik yapıp ıslanalım yağmurda çıplak ayaklarla koşarken” örneğindeki gibi eğlenceli de olabiliyor 🙂 Ama hayat şartları veya başka kişiler tarafından ortaya çıkarılan delilik çoğu zaman en hafif yoluyla hüzünle ve bazen de çok ağır bir şekilde vahşetle sonuçlanıyor.
     
    Bu delilik ayrımını gördüm bu güzel hikâyede.
     
    Delirmeden, delilikler yaparak eğlendiğimiz günler umuduyla…

    • Yanıtla Savaş Yıldırım 2 Şubat 2019 at 20:32

      Evet doğru tespit 👍 İnsanların hayatlarında kırılma anları oluyor. Bazen iyi bazen kötü…

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 1 Şubat 2019 at 21:42

    Sizin kaleminizden ilk defa bir öykü okudum ve çok etkilendim. Tebrik ediyorum. Bir sonraki hikayelerinizi de merakla bekleyeceğim. 🙂

    • Yanıtla Savaş Yıldırım 2 Şubat 2019 at 20:38

      Teşekkür ederim Pınar 🤗

  • Yanıtla Ahu Kınay Zabun 2 Şubat 2019 at 01:22

    Kesinlikle roman tadında olmuş. Kaleminiz çok kuvvetli, okurken yaşadım. İçim cız etti. Yüreğinize sağlık.

  • Yanıtla Meral Gülderen Kızıldag 2 Şubat 2019 at 10:38

    Güzel bir ifade, güzel bir anlatım ama böyle hikayeler insanı çok fazla incitiyor. Keşke daha umut dolu, güzellikler yaşatan hikayeler okuya bilsek.
     
    Elinize, emeğinize sağlık.

    • Yanıtla Savaş Yıldırım 2 Şubat 2019 at 20:39

      Yapacak bir şey yok kalemden çıkan bu üzgünüm incittiysem 😕

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan