Feminizm ve Kadına Şiddet Yazılı Metin

73. Ferman

4 Temmuz 2023

Öykü: 73. Ferman | Yazan: Metin Çoban

Önsöz

Yezidiler (Arapça), Ezidiler (Kürtçe) Irak’ın Ninova bölgesinde (Musul ve Civarı) kalmış Asur İmparatorluğu’nun kalıntısı olan bir topluluk. 6.000 yıllık bir inanç. Yaratıcı Tanrı Azda ve dünya ile insanları yaratması için tayin ettiği Melek Tavus’a inanırlar. Irak’ta 650 bin, diğer yerlerde 200 bin kadar Ezidi yaşamaktadır. Kürtçe ve Arapça konuşurlar.

03 Ağustos 2014 tarihinde IŞİD (DAEŞ) saldırısı sonucunda, En az 5.000 kişi katledildi, Sadece ilk iki günde 1.293 kişi katledildi. 1.500 Ezidi kadın cinsel saldırıya maruz kaldı. 6.500 kadın ve çocuk kaçırılarak köleleştirildi. 1.273’ü kadın, 1.444’ü erkek, toplam 2.717 Ezidi halen kayıp.

Birleşmiş milletler 03 Ağustos 2014 tarihini Ezidi Soykırımı olarak ilan etti.

Ezidiler, Şengal’de yaşadıklarını daha önceki katliamların devamı olarak gördüklerinden “73. Ferman” olarak adlandırdılar.

Bu hikâye, saldırı gününden itibaren bu güne kadar geçen süre içinde 2 Ezidi kadının kurgusudur.

 

73. Ferman

 
Nasrin Şanaz’ın İfadesi
Ankara Batı Adliyesi, Sincan
18.04.2023

Nasrin Şanaz, 04.04.1999 Urfa Viranşehir doğumlu. Adresi Buket sokak, No: 17, Kahraman Kazan, Ankara.

Adreste İbrahim Sunar ve eşi Nuriye Sunar birlikte ikamet ediyor. İkametgâh kaydı bulunmamakta.

Kendisine soruldu:

“Müteveffa İbrahim Sunar’ı nereden tanırsınız? Neden onun evinde kalıyorsunuz?”

Cevaben, Nasrin Şanaz:

“Aslen ben Irak ülkesi, Şingal (Şengal) bölgesinde yaşayan Ezidi bir kadınım. Ailem 1980 senesinde, Urfa’dan Şengal bölgesine göç etmişler. Bir kısım akrabalarımız burada kalmış. Ben tesadüfen Türkiye’de doğmuşum. Ailem Türkçe biliyor, ben de ileri seviyede olmasada Türkçe konuşup yazabiliyorum. Irak Şam İslam Devleti diye adlandırılan IŞİD’in 03 Ağustos 2014 katliamını yaptığı gün ben ve ailem Şengal’deki evimizde saldırıdan korunmak için saklanıyorduk.

Sokaktan devamlı silah ve bomba sesi geliyordu. Barutun ve tozun kokusu her yeri sarmıştı. Ben ailenin tek kızıyım; iki abim ve babam salonda pencerenin kenarında bize saklanmamızı, içeri girerlerse de kapıyı açmamamızı söylüyorlardı. Bir süre sonra dış kapımız kırıldı, hemen akabinde içeride saklandığımız odanın da kapısı kırıldı. İçeriye 8 sakallı, sarıklı, toz toprak içinde kalmış insan girdi. Abilerimi duvarın kenarına, babamı da salonun ortasına yatırdılar. Durmadan tekbir getiriyor, ‘Allahü Ekber’ diye bağırıyorlardı. Abilerimin başında duran 2 terörist ellerindeki palayı onların boğazına sürtüyorlardı ama nedense kesemiyorlardı, abilerim çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Sonrasında sırt üstü yere yatırp boğazına palayı bastırarak, gırtlak kemiğini kırarak kestiler. Bu işlem olmadan önce, abilerim korkudan bayılmış ve pantolonlarını ıslatmışlardı.

Babam kendinden geçmiş sayıklıyordu, ‘Melek Tavus, al canımızı kurtar bizi’ diye yalvarıyordu. Onu yerde tutan iki terörist Arapça ‘Yaksak mı? Yaksak mı?’ diye bağırıyordu. Üçüncü terörist elindeki makineli tüfekle babamın kafasının arkasından en az 10 kere ateş etti, kafatasından kopan kemikler, beyin ve kan parçaları ayaklarıma sıçradı, sıcak ve yapışkandı, hissediyordum. Annem olan bu olaylar karşısında şuurunu kaybetmiş, yere çömelmiş sadece ağlıyordu. Ben ise ayakta durmaya çalışıyordum. Hepsinin gözünün içine bakmaya, onları hiç unutmamaya çalışıyordum.

Sonrasında, annemin ve benim üzerimdeki kıyafetleri zorla çıkartıp ikimizi de çırılçıplak soydular. 3’ü annemi, 5’i de beni zaptederek defalarca tecavüz ettiler. İşleri bitince annemin her tarafını pala ile keserek işkenceyle öldürdüler. Bana sadece biri anal yoldan tecavüz etti ve Türkçe konuşuyordu. ‘Sizi sike sike müslüman yapacağız, Allahü Ekber’ diye bağırıyordu. İşte bu adam İbrahim Sunar’ın en yakın arkadaşı, kan kardeşi Yusuf Güney’di.

Bu 8 kişi beni ve mahalledeki diğer genç kadın ve çocukları önce meydanda bulunan askeri ve sivil kamyonetlerin arkasına doldurdular, sonra Telafer yakınlarındaki kendi üslerine götürdüler. Dikenli tellerle çevrili bir koyun ağılına soktular hepimizi. Günlerce orada dövüldük, tecavüze uğradık, bazılarımızı zevk için öldürdüler.

Bir cuma günü bunlar toplu halde namaz kıldıktan sonra dışarıdan bir sürü adam geldi, ellerinde Amerikan dolarları vardı ve bize doğru sallıyorlardı. Hepimizi, tek tek o adamların önünden geçiriyorlardı. Ben o adamların da yüzlerini hatırlamak istiyordum, o yüzden dikkatli bakarken birden Yusuf’un yüzüne uzun uzun baktım. Onun beni hatırlaması mümkün değildi ama ben onu hiç unutmayacaktım. O bakıştan sonra, Yusuf yanındaki adamı dürttü ve beni gösterdi. Sonra yanıma geldiler. Yusuf;

‘Tanıştırayım bu arkadaşım İbrahim, senin yeni sahibin. Türkiye’den geldi senin için. Sen biraz Türkçe biliyormuşsun, İbrahim’in karısının çocuğu olmuyor, o da Allah’ın yoluna adayacağı oğlu İsmail olsun diye, Hacer’ini arıyor. Sen öyle bakınca, Türkçe de bilince seni ona cariye satın aldık. Çok para verdi senin için, tam 200 Amerikan Doları. Şimdi onunla yola çıkacağız. Ben de bir cariye aldım, artık benimki de Züleyha mı olur, Leyla mı olur, onu Allah biliyor.’

Hiç sesimi çıkarmadım, o toplama kampında en fazla bir iki gün daha yaşayabilirdim, ölmemeliydim. Bu yaşadıklarımı anlatmalıydım. Abilerimin, babamın ve annemin intikamını almalıydım.

Yusuf ve İbrahim, Ankara Sincan’da bir tarikatın üyesiydiler. O tarikatın Gaziantep’te bir şubesine gittik birlikte. Yusuf da kendine bir cariye almıştı ama o onu savaş ganimeti olarak almıştı. Ne demişti Peygamber Hz. Muhammed:

‘Savaşta esir olarak ellerinize geçen cariyeler dışında, tüm evli kadınlarla evlenmeniz de Allah’ın yasasıyla size haram kılınmıştır. Bunların dışında kalan bütün kadınlar, kendilerine mal varlığınızdan bir kısmını mehir olarak vermeniz ve zina yolu ile değil, evlilik bağı yoluyla almak şartıyla size helaldir.’ (Nisa Suresi 4/24)

Yusuf’un cariye olarak aldığı kızın adı Delal Ronas’tı. Şengalli 15 yaşında ama memeleri ve kalçalarının dolgunluğu ile yaşından büyük duran Ezidi bir kız. Sadece Kürtçe ve Arapça biliyordu. İkimizi de kara çarşaf giydirdiler. Ayaklarımızı zincirle bağlamışlardı. Sadece adım atacak kadar bacaklarımızı açabiliyorduk. Koşmamız imkânsızdı, zaten etrafımızda sadece IŞİD sempatizanı insanlar ve polisler vardı.

Ben İbrahim ile, Delal de Yusuf’la birlikte, Ankara’da şu an oturduğumuz eve geldik. O evin ve Delal’in oturduğu ev dışında başka eve gitmedim. Götürmediler. İbrahim resmi nikahlı karısı Nuriye ile bu evde oturuyordu. Nuriye ile 3 yıllık evli olmalarına rağmen çocukları olmamıştı. İbrahim benden çocuk sahibi olmak için satın almıştı beni. Nuriye ilk başta bana çok kötü davrandı ancak aradan geçen 2 sene sonrasında hâlâ çocuğum olmadığında sorunun İbrahim’de olduğu anlaşılınca, Nuriye bana daha yakın davranmaya başladı. Ancak yine de o evden dışarıya çıkmam, başkaları ile görüşmem yasaktı.

2014 yılından bugüne kadar yani düne kadar geçen süre içersinde tam bir hücre hayatı yaşadım. İlk geldiğim zaman uykusuzluk çektiğim için doktora gitmek istedim. Eve bir kadın doktor geldi. Peçeli, çarşaflı bir kadın doktordu. Benimle konuştu, bana bir ilaç verdi. İlacın kutusunu göremedim. Bana sabah akşam içmem söylendi. Ben bu hapları biriktirdim. Amacım onların yediklerine karıştırıp onları derin uykuya sokmak ve oradan kaçmaktı. Fakat bu denemem boşa çıktı. Çünkü kadın doktorun bana verdiği ilaç sadece antidepresanmış. Bunu sonradan bana Nuriye söyledi.”

“İbrahim Sunar ile Yusuf Deniz arasında bir husumet var mıydı? Neden birbirlerine ateş edip öldürsünler? Siz sebebini biliyor musunuz?”

“Aslında kan kardeşi olduklarını söylerlerdi. Yusuf, İbrahim’den 5 yaş küçüktü, bu sebeple ona ağabey derdi. Aralarında herhangi bir husumet yoktu. Evlerimiz bile aynı katta, karşı karşıya bakan dairelerdi. İkisi de mahallede dükkanları olan esnaflardı. Aynı tarikatta birlikte toplantılara katılıyorlardı. Olay günü, Yusufların evinden tartışma ve silah sesleri geldi. Nuriye yanımda duruyordu. O karşı eve doğru gitti. Benim odadan çıkmam yasaktı zaten. Biraz sonra Nuriye abla ve Delal yanıma geldi.

‘Bunlar birbirlerini öldürdüler. Artık serbestsiniz kızlar, kimseye geçmişinizi anlatmayın, ben sizi şimdi serbest bırakacağım’ dedi.

Ancak Delal çocuklarını bırakamazdı, yanımıza da alamazdı. Ben de artık olaya polis müdahale edecek, onlara sığınırım, kutulurum, dedim. Sizin gelmenizi bekledik. 1 saat sonra her taraf polis kaynıyordu.”
 

* * *

 
Delal Ronas’ın (Deniz) İfadesi
Ankara Batı Adliyesi, Sincan
18.04.2023

Delal Ronas 05.10.1999 Irak Musul doğumlu. Adresi Buket sokak, No: 17 Daire 2, Kahraman Kazan, Ankara. Yusuf Deniz, Züleyha Kerem adında iki çocuğuyla birlikte ikamet ediyor.

Kendisine soruldu:

“Müteveffa eşiniz Yusuf Deniz ve İbrahim Sunar arasındaki husumet ne idi? Ve olay gerçekleştiğinde siz neredeydiniz?”

Yusuf Deniz ile, 03 Ağustos 2014 tarihindeki IŞİD saldırısından 10 gün sonra tanıştım. Benim babam Şengal Belediye Başkanlığı’nda çalışan üst düzey bir memurdu. Güzel bir evimiz vardı. Ailenin tek çocuğuydum. Annem 2 yıl önce rahim kanserinden ölmüştü. Babamla birlikte yaşıyorduk. Çatışmalar başlamadan önce Almanya’ya amcamların yanına gidecektim. Onların çocukları yok. Beni çok severler ve Almanya’da okutmak istiyorlardı. Babacığım önceki Körfez hareketlerinde hava bombardımanından korunmak için evin bahçesine bir sığınak yaptırmıştı.

Sığınağın içine 1 haftalık su ve yiyecek koydu, hiç çıkmadan 1 hafta, hatta idare edebilirsem 1 ay bile yaşayabilirdim. Sığınağa girdikten sonra dışarıdan gelen sesleri duyamaz olmuştum. Bu arada evimize diğer evlere girildiği gibi girilmiş, babamın yalnız olduğuna inanınca, onu kafasına sıktıkları bir kurşun ile öldürmüşler. Evi ateşe vermişler.

Sığınağa gelen elektrik evden temin edildiği için sığınağın içinde sadece bir fener ve cep telefonumun ışığı vardı. Bütün mobil hatlar kesilmiş, yansıtıcı antenler kırılmıştı. Sadece cep telefonumun şarjının bitmesinden korkuyordum. Çünkü eğer hat geri gelirse beni buradan kurtarmaları gerekiyordu.

10 gün sonra dışarı çıktığımda evin küllerini, siyahlaşmış duvarları gördüm. Babamın cesedi muhtemelen o küllerin arasındaydı. Duvarın kenarında saklanırken bahçedeki kuyudan su içmeye gelen bir IŞİD askerini gördüm. Saklandım ama saklanırken ayaklarım yerdeki kablolara takılmış ve ses çıkarmıştı. O anda sesleri duyan asker beni gördü. Silahını doğrultu, bozuk bir arapça ile sakin olmamı söyledi. Beni vurmayacaktı. Sadece ses çıkarma yoksa seni vururlar, sana tecavüz ederler dedi. Beni yanmış evin duvarları arasına geri götürdü sakladı. ‘Sana bir kıyafet getireceğim, seni buradan çıkaracağım’ dedi. Bana durmadan ‘Sen benim Züleyha’msın, sen benim Züleyha’msın’ diyordu. Ben de ona benim adım Delal diyordum.

Beni oradan giydirdiği bir kara çarşaf ve peçe ile çıkardı. Musul’a getirdi. Orada İbrahim ve Nasrin ile buluştuk. Artık yaşadığım yerde kimsem yoktu ve orada kalırsam sonum feci şekilde ölüm veya dünyanın herhangi bir yerine satılmak olacaktı.

Birlikte önce Gaziantep’te bir tarikat evine, daha sonra Ankara’daki bu eve geldik. İmam nikahı yaptı bana ve Züleyha’nın ve Kerem’in doğumundan sonra 18 yaşına geldiğimde resmi olarak evlendi benimle. İlk zamanlar ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Sadece hayatta kalmamı sağladığı için ona minnettardım.

Beni zorla müslüman yapmaya çalışıyordu. Oruç tutmak ve namaz kılmak bizim dinimizde de var. Ancak biz namazı bir sabah, bir akşam güneşe dönerek kılarız. Kendi dualarımızı okuruz. Yanımızda kimse olamaz. Eğer biri olursa sadece avuç içlerimizi güneşe gösterir, yüzümüze süreriz. Oruç için de bizim dinimiz de aylar ve şekil farklıdır. Ama ona uyar gibi yapıyordum. Sonra Züleyha doğdu. O zaman Yusuf çok mutlu oldu, bana ilk defa hediye aldı. Ortasında bir adamın kafatası olan yuvarlak bir altın kolye hediye etti.

‘Kim bu adam? Niye bunu takacağım?’ diye sordum.

‘Haklısın. Kim bu adam? Güya bu ülkeyi kurtarmış. Adı Atatürk. Tüm çeyrek altınlarda resmi var. Takma sen onu, ben satayım onu. Başka bir kolye getiririm’ deyince okuldan Atatürk’ü ve Osmanlı’dan sonraki Türkiye’yi hatırladım. ‘Yok satmana gerek yok, bu ilk hediyen, benim için değeri var’ dedim. Halen o Atatürk kolyesini takarım.

Züleyha’dan sonra Yusuf’a karşı duygularım değişti, bende annelik, onda ise babalık davranışları üçümüzü aile yapmıştı. Keşke rahmetli babam görseydi torununu. Daha sonra Kerem dünyaya geldi. Yusuf tarikat toplantılarına İbrahim ile gittiğinde, beni de Nasrin ve Nuriye’nin yanına koyuyorlardı. Ama evin kapısını üzerimizden kitliyorlardı. Tüm evin pencereleri demir parmaklıklarla kaplı olduğu için kimse kaçmayı düşünemiyordu.

Yusuf beni zorla müslüman yapmaya çalışıyordu. Melek Tavus için o bir şeytan, ‘Sen Satanist misin? Şeytana tapıyorsun’ diyordu. Ben de ‘Sizin Allah’ınız bir melek yaratmış, o da insan önünde eğilmemiş diye Allaha karşı gelmiş ve kovulmuş. Ona da şeytan demişsiniz. Bizim inancımıza göre de Melek Tavus insan önünde eğilmemiştir. Ama insanın daha iyi bir varlık olması için 40 bin yıl çalışmıştır. Hepimizi Melek Tavus yaratmıştır’ diye yanıtlıyordum.

Yusuf bir türlü bunları kabul etmiyordu. Müslüman olarak görüyordu beni. Asla Delal demiyordu. Beni hep Zühal olarak çağırmıştır. Çocukların saçlarını kesmek bizim inancımıza göre yasaktır. Yusuf Kerem’in saçlarını kesiyordu. Züleyha’nın saçlarını 5 yaşında örtmeye başladı. Bizim dinimizde balık, bal kabağı, marul yemek yasaktır. Bunları zorla ağzıma sokarak yediriyordu, yemediğim zaman da beni dövüyordu. Ben onun dinine saygı duyuyordum, etrafımızda zaten tamamen müslümanlar vardı. Namazı, orucu müslümanlardan almıştık. Laleş kentine Hacca gitmeyi, Helal yemeği ve haram yemeyi Musevilerden almıştık. Düğünlerde, kutlamalarda şarap içmeyi Hıristiyanlardan almıştık. Biz onları kabul ediyorduk ama onlar bizi sapkın olarak görüyorlardı.

Benimle sık sık ters ilişkiye girmek istiyordu. Ben de ona ‘Asıl sapkın sensin’ diyordum. O da bana, ‘kitapta yazıyor’ diye cevap verir, sureyi tekrarlardı.

Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. (Bakara Suresi 223)

Olay günü bu durumu sıkılarak Nuriye ve Nasrin’e anlattım. Nasrin bana ‘Sever orospu çocuğu öyle şeyleri, bana Şengal’de tecavüz ederken de anal tecavüz eden tek kişiydi, bir de utanmadan tekbir getiriyordu’ deyince o zaman nutkum tutuldu.

Konuşamaz hale geldim, Nuriye abla, ‘Doğru mu söylüyorsun kız? Başka biri olmasın?’ diye sordu.

‘Hayır abla, o beni hatırlamıyor ama ben onu çok iyi hatırlıyorum, asla da unutmayacağım. Tek Türkçe konuşan oydu ve sağ kalçasında derin bir yara izi vardı’ diye cevapladı Nasrin.

Evet Yusuf’umun sağ kalçasında çocukluğundan kalma bir yara izi vardı ve bunu ancak çıplak olduğu zaman görebilirdin. Nasrin doğruyu söylüyordu.

Üçümüz birbirimize bakakalmıştık. Yaklaşık 15 dakika hiç konuşmadık. Bunu çözemezdik, artık yüz yüze bakamazdık. Akşam oldu, İbrahim abi ve Yusuf eve geldiler. Biz kendi evimize geçtik. Çocukları odasına götürdüm ve uyuttum.

Yusuf’a; ‘Sen Nasrin’e tecavüz mü ettin? Hoşuna gitti diye mi benden durmadan ters ilişki istiyorsun?’ dediğim an tokadı suratıma yedim ve beni tekmeyle dövmeye başladı. Birden kendisi de hatırlamış olmalı ki ‘Nasıl yani? O kadın Nasrin yengem mi?’ diye bağırmaya başladı.

Öbür tarafta da Nuriye abla, eline geçen kozu kullanmak için ‘Kapımıza getirdiğin kadını kan kardeşin Yusuf beceriyormuş önceden hem de önden arkadan’ deyince İbrahim abi, Nasrin’in üzerine yürümüş silahını doğrultmuş, ‘Doğru mu lan bunlar? Yusuf seni becerdi mi?’ diye sorunca, Nasrin olanları ona anlatmış.

İbrahim abi Silahı ile evden çıkınca Nuriye abla, kaçın İbrahim sizi vuracak diye telefon etti. Kapı zili durmadan çalıyordu; Yusuf, İbrahim’in geldiğini anlamıştı. Silahını aldı, kapıya doğru yöneldiği anda ben çocukların olduğu odaya gidip kapıyı kilitledim. Kapının kırılarak açıldığını duydum. Silah sesleri geldi. Yaklaşık 1 dakika ateş ettiler. Ardından sesler durdu. Kapıyı açmaya korkuyordum.

Biraz sonra Nuriye abla geldi. ‘Sen çocukları al, bize geç. Ben burada beklerim. Bunlar ölmüş’ dedi. Cesetleri göz ucuyla gördüm, Yusuf koltuğun arkasında kanlar içinde yatıyordu, İbrahim abi ise yemek masası arkasında. Geçmek için masanın önünden yürürken ayaklarımıza kan yapışıyordu.

Çocukları hemen Nuriye ablanın banyosuna soktum, musluğu açtım ve ayaklarını yıkadım. İkisi de durmadan ağlıyordu. Çok korkmuşlardı. Nasrin’in yüzünde kızarmalar ve burnundan akan kan vardı fakat hiç hareket etmeden sandalye de oturuyordu. Sanki donmuştu.

Nuriye abla 10 dakika sonra içeri girdi. ‘Bunlar birbirlerini öldürdüler. Artık serbestsiniz kızlar, kimseye geçmişinizi anlatmayın, ben sizi şimdi serbest bırakacağım’ dedi.

1 saat sonra bizim evin içi ve İbrahim abilerin evi polis kaynıyordu. Ambulans ikisini de hastaneye götürdü. Bize hastaneye ulaşamadan kan kaybından öldüklerini söylediler.
 

* * *

 
Cumhuriyet Savcısı Nilgün Özer’in Ofisi
Ankara Batı Adliyesi, Sincan
19.04.2023

Cumhuriyet savcısı odasında 5 yıllık Savcı Nilgün Özer, Asayiş Komiseri Faruk Gür ve Terörle Mücadele Komiseri Necdet Yaşar oturuyorlardı. Savcı elindeki ifadeleri okumuş bitirmişti.

“Demek ölenler DAEŞ militanıymış. Zaten arananlar arasındalarmış. Bu İbrahim’in karısı Nuriye’nin neden ifadesi yok.”

Asayiş Komiseri Faruk:
“Efendim kadın cesetlerle bayağı vakit geçirmiş, biz gelene kadar cesetlerin başında kalmış, psikolojisi bozulmuştur diye, hastaneye gönderdik, orada sakinleştirici verilince sabaha kadar uyanmamış. Şimdi arkadaşlar onun ifadesini de alıyor.”

Savcı Nilgün:
“Fotoğraflara bakınca çok fazla ölümcül yara izi yok, nasıl olmuş da ölmüşler.”

Asayiş Komiseri Faruk:
“Kadınlar korkudan ne yapacaklarını şaşırmışlar. Ezidi kadınlarda zaten telefon yokmuş. Nuriye’nin de kişisel telefonu yokmuş. Komşular olayı öğrenip polis ve ambulansı arayana kadar ikisi de çok kan kaybetmişler. Ambulansta kan takviyesi yapılsa da yine de kurtaramamışlar.”

Terörle Mücadele Komiseri Necdet:
“Sayın savcım, bu adamların ortaya çıkmasıyla bunların devamlı gittikleri tarikata gelen 4 DAEŞ militanını daha yakaladık. Bu ölen ikisi ile birlikte 10 Aralık 2015 Ankara Gar Katliamı’nı yapan gurubun içindeymişler. 2015 katliamından sonra kenara çekilmişler ve toplum içine karışarak sessizce yaşamışlar.

Savcı Nilgün:
“Ölmeleri isabet olmuş, diyeceğim nerdeyse. Nasıl insan bunlar anlamıyorum. Başka bir ülkeye gidiyorsun, ilkel kalmış bir dine ait bir avuç insanı katlediyorsun. Onlara tecavüz edip sonra köle olarak satıyorsun. Kendi ülkene geliyorsun, kendi vatandaşlarını katlediyorsun. Bunu niçin yapıyorsun peki? İnsanlar İslam dininden olmak zorunda ve sadece onların istediği düzende yaşamak zorunda, diye.

Bu ölümlerle kadınları ilişkilendirmeyeceğim. Her ne kadar polise ve ambulansa haber vermekte geç kalmalarında bir kasıt var diye düşünülebilse de bu kadınları telefondan, sosyal hayattan uzak tutmaları onların suçuydu. Dava açılmaması yönünde müteala vereceğim ve dosyanın kapatılmasını sağlayacağım. Sabah Ezidi kızlarla görüştüm.

Kızlardan Nasrin olanı kendi ülkesine geri dönmek istediğini, hemşire olarak çalışacağını ve kendi toplumuna yardımcı olmak istediğini söyledi. Delal olanı ise Almanya’daki amcasına ulaşıp konuştu. Amcası onu ve çocukları Almanya’ya götüreceğini ve pasaport için derhal hazırlık yapmalarını söyledi. Nuriye ile görüşmedim henüz, onun ne yapacağı hakkında bir bilgim yok.”
 
 
Metin Çoban
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 4 Temmuz 2023 at 10:37

    Muazzam bir empati kurmuş, sarsıcı bir kurgu yaratmışsın. Okurken bayağı zorlandım. Kurgu da olsa gerçeğinin bundan farklı olmadığını bilmek; bütün bunların kadınların başına geldiğini, gelmekte olduğunu ve gelmeye devam edeceğini bilerek okumak kolay değildi.
     
    Belki birçok insanı rahatsız edecek, hassasiyetlerini incitecek şimdi yazacaklarım ama semavi dinlerin insanlara ve ahlâka verdiği zararı panteist dinlerin asla vermediğini düşünüyorum. Bu dinlerin kadını köleleştirip erkeği onun sahibi yapması, erkeğin doğasındaki vahşetti körüklüyor. Belki de bu doğa bu dinleri yarattı, bilmiyorum. Kısır bir döngü…
     
    Vicdanın gelişmesi için dinden çok akla ve ethik eğitimine ihtiyaç var. Ama bunları verirseniz sorgulamaya başlayacak olan toplum kimsenin işine gelmiyor. Orta Çağ inançlarının zulmüyle 21. yüzyılda hayatta kalmaya çalışan tüm kadınların bir gün bir araya gelip bu düzeni yıkmasını ümit etmekten başka bir şey de gelmiyor elimden 😔
     
    Çok teşekkür ediyorum böylesine sarstığın, gaflet uykusundakileri uyandırmak için elinden geleni yaptığın için 🙏🏻💙

  • Yanıtla Metin Çoban 4 Temmuz 2023 at 22:33

    Yazdığın her kelimeye katılıyorum Didem. Semavi dinler gerçekten kadın üzerine tahakküm kuruyor. Eziyor, köleleştiriyor, görmezden geliyor, öldürüyor. Herkesin dinine saygı duyuyorum. Herkesin inancı kendinin. Benim anlamadığım din uğruna yapılan zulüm ve eziyet. Herkes seninle aynı düşünmek zorunda mı?
     
    Senin dediğin gibi Panteist inançta yaratacı tek bir tanrı ve onun peygamberleri yok. Tamamen varoluş, doğanın, evrenin sayesinde oluyor. Erkek, kadın aynı yerden geliyor. Diğer dinlerin ortak kanısı Adem’in kaburga kemiğinden değil.
     
    Hikâyeme gelince, Ezidiler ve Süryaniler Mezopotamya’nın en kadim toplulukları, inançları da en eski inançları. Belki 21. yy için geçerli olmayan inanışları var ama hiç kimseye de zararları yok. Hiçbir zaman misyonerlik de yapmıyorlar. Çok kapalı bir toplum.
     
    Oysa kafaları 500-600 yıllarında olan örümcek kafalı yobazlar, bu zavallı topluma soykırım uyguluyor. Çoluk çocuk demeden, kadın erkek herkesi öldürüyor. Kadınlar üzerinde ise her türlü zulüm ve işkenceyi yapıyorlar. Birilerinin bunu anlatması gerekiyor. Çoğu insan bu zamanları hatırlamıyor bile.
     
    Amacım buradaki soykırıma ve kadınların yaşadıklarını göz önüne getirmek, hatırlatmaktı. Yine öyküme verdiğin emekle, çok akıcı ve çarpıcı bir öykü olmasını sağladın. Sana sonsuz teşekkürler 🙏🏾

  • Yanıtla Meryem Yıldırım 5 Temmuz 2023 at 22:53

    Bu kadar mı güzel yazılır arkadaşım 👌👏🏻👏🏻 Soluksuz okudum, kızdım, üzüldüm 😔🙁 Bosna’daki kadınların yaşadığı dramlar ile ilgili okuduğum kitaplar, bizzat yerinde anlatılanlar vs. birçok görüntü geldi gözlerimin önüne 😔😔😔
     
    Kalemine sağlık arkadaşım 👏🏻👏🏻💐
     
    İnşallah bu tür yaşananlar yalnız yazıda kalır 🙌

    • Yanıtla Metin Çoban 6 Temmuz 2023 at 07:38

      Meryemcim yorumun için çok teşekkür ediyorum.
       
      Dünyanın her yerinde kadınlar ve çocuklar, hem din yüzünden hem erkeklerin vahşeti yüzünden eziyet, işkence, kötü muamele görüyor. Modern dünya dediğimiz aslında çoğu yerinde ilkel çağları, orta çağları yaşıyor. Hikâyemde bu zulmü yaşayan kadınları ve onların hayatlarını bir nebze anlatmaya çalıştım.
       
      Beni yazılarımda desteklediğin için çok teşekkür ederim 🙏🏾🙏🏾

  • Yanıtla Deniz Sevimsavur 5 Temmuz 2023 at 22:59

    Değerli arkadaşım Metin, kendimi Yezidi hissettirdin.
     
    İlk öykünü okudum.
    Kalemine sağlık.

  • Yanıtla Metin Çoban 6 Temmuz 2023 at 07:42

    Denizcim yorum yazarak, hikâyemi okuyarak beni ne kadar mutlu ettin. Sana çok teşekkür ederim.
     
    Hikâyem kadınların dramını ve erkeklerin onlara çektirdiği zulümü anlatıyor, aynı zamanda Yezidilerin dramını da.
     
    Bunu sana hissettirebildiğim için iki kere mutlu oldum.
     
    Çok teşekkür ederim 🙏🏾🙏🏾

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan