Bir Kahve Molası

Nağme Apartmanı | 1 | Sevgili Televizyon

19 Mayıs 2021

Öykü: Nağme Apartmanı | Bölüm 1 | Sevgili Televizyon | Yazan: Edibe Vural

 

İndeks

Nağme Apartmanı 1. Bölüm: Sevgili Televizyon
Nağme Apartmanı 2. Bölüm: Doktor Civanım
Nağme Apartmanı 3. Bölüm: Çiçek Öldüren
Nağme Apartmanı 4. Bölüm: Güllü Daire
Nağme Apartmanı 5. Bölüm: Biz

 
 
Çocukluğum, eski bir apartmanın merdivenlerinde hâlâ özgürce koşup oynarmış, bilmiyordum.

Ülkenin doğusundaki mecburi hizmetimi tamamlamış, yeni görev yerimi heyecanla bekliyordum. İstanbul’a atandığımı öğrenince hayatımın bundan sonrası için sonsuz bir merak duymaya başlamıştım. İstanbul benim için büyülü ve hikaye dolu bir şehirdi. Aynı zamanda benim hikayemin de başladığı şehirdi.

Kocamustafapaşa’da bir ortaokulda görev yapacaktım. Yeni eğitim-öğretim yılı başlamadan üç hafta önce kendime uygun bir ev bakmak için İstanbul’a gelmiştim. Daha doğrusu dönmüştüm. Dönmek! Eve dönmek, geriye dönmek, çocukluğa dönmek…

İstanbul’u ben henüz on iki yaşında bir kız çocuğu iken terk etmiştik. Şans bu ya şimdi babamın bir zamanlar kapıcılık yaptığı semte pek yakın bir yerde ev arıyordum. Kocamustafapaşa, Çapa, Şehremini, Samatya’da birkaç eve baktıktan sonra sokaklar sanki beni tanıdık bir yerlere götürüyordu.

Samatya’nın o hiç ummadığın anda deniz gösteren sokaklarındaki evlerin pencerelerinde kiralık yazısı arayan gözlerim, çok daha tanıdık bir yazıyla karşılaştı. Beyaz mermer üzerine siyah boya ile yazılmış bir yazıydı bu. Nağme Apartmanı… Burada doğmuşum ben, babam ekmek yediği bu apartmanın ismini vermiş bana.

Sanki her şey değişmiş bir tek o apartman aynı kalmıştı. Vişneçürüğü renkli apartman o günlerdeki canlılığını koruyordu. Yıllar önce nasıl sokağın en renkli apartmanıysa hâlâ öyleydi. Dört katlı bu yaşlı ama dinç binanın ilk iki katının pencerelerine demirler takmışlardı. Muhtemelen hırsızlardan korunmak için. Oysa benim çocukluğumda kapılar pencereler açık uyunurdu.

Apartmanla karşılaştığım andan itibaren unuttuğum tüm anılar bir bir geldi oturdu yanı başıma, elbette çocuk Nağme’yi de çağırdı zihnim. Horozlu kırmızı şekeriyle o da geldi.

Nağme Apartmanı’nın tam karşısında önceleri manifaturacı olan dükkan, şimdi küçük bir kafeye dönüşmüştü. Apartmanı daha iyi izleyebilmek için hemencecik gidip oturdum bir masasına. Sade bir kahve isteyip yanımdaki defteri kalemi çıkardım masaya. Bekledim bir müddet. Zaten yıllardır içimde demlenen anılarım akmak istedi kağıda. Ben de mani olmadım. Gözlerimi kapattım sanki bir simülasyonda gibi apartmana girdiğimi hayal ettim.

On iki yaşındaydım ve o güne dönmüştüm. İşte girmiştim apartmana ve çocukluğuma. Girişten birkaç adım sonra sağda kapıcı dairesi vardı. Yani bizim ev. O an bizim daireye en son girmem gerektiğini düşündüm. Henüz bizim hikayemize hazır değildim. Kapıcı dairesinin tam karşısında Gönül Teyzenin evi vardı. Kapısı sonuna kadar açıktı yine her zamanki gibi.

Kahvemin gelişiyle beraber Gönül Teyzeye dair hatırladığım tüm yaşadıklarımı yazmaya, apartmana hatırlatmaya, duvarların anlattıklarına kulak vermeye ve en önemlisi çocukluğumdan kalma bu masalı özenle ve bir çocuk merakıyla dinlemeye başladım.

Gönül Teyze ve Sevgili Televizyonu

Gönül Teyze o zamanlar altmışlı yaşlarda, yaşına rağmen bakımlı bir kadındı. Muhakkak on beş günde bir anneme saçlarını çikolata kahve rengine boyatırdı. Solgun ve yaşını belli eden yüzüne şeftali rengi allık ile gençlik vermeyi unutmazdı. İpek sesli, sakin ve anaç bir kadındı.

Kapılarımız karşı karşıyaydı. Gönül Teyzenin kapısı yaz kış açık olurdu. Oğlu Zeki Ağabey ile yaşıyorlardı. Zeki Ağabey iri yarı, sarışın, orta yaşlı, kahverengi ve lacivert renkten başa bir renk giymeyen, dişlerini göstermeyerek gülümseyen, hafta sonları öğleye kadar uyuyan, işten sonra mahalleden iki üç arkadaşı ile kahvede yahut Samatya’nın ünlü meyhanelerinde zaman geçiren biriydi. Zeki Ağabey tüm gün çalıştığından Gönül Teyze tek başınalığını televizyonu ile doldururdu. Böyle bahsederdi ondan: Sevgili Televizyonum. Galiba hayatında sevgili diye anacağı başka kimsesi yahut bir şeyi yoktu.

Her daim açık olan kapı, her evde olan bağırış çağırışları da daha rahat duyulabilir hale getiriyor, mahremiyeti ortadan kaldırıyordu. Zeki Ağabey televizyon yüzünden mutlaka gün aşırı bir yaygara koparırdı.

“Televizyondan başka bir şey bilmez misin sen anne? Daha dün, gömlekler buruşuk, dedim. Tabi kalkamadın yine karşısından o aptal kutunun. Ne buluyorsun orada Allah aşkına? Geri getiremeyeceğin sağlığını mı arıyorsun sağlık programlarında? Yirmi yıl önce ölmüş babama duyduğun aşk mı alevleniyor yoksa pembe dizileri izlerken? Sen kendi penceren, perden kapalıyken Yaseminin Penceresi’nden bakanlardan mısın anne? Bana bir sıcak tebessümü çok görüp her pazar ayıla bayıla merhaba Televole diye uyuyorsun anne…”

Gönül Teyzenin Zeki Ağabeye karşı yükselen tek bir harfini duymadım. Zeki Ağabeyin üslubu kabaca ve sertse de haklıydı bir yandan. İşi gücü hatta kendini unutarak dalardı Gönül Teyze televizyona. Ona bakınca bazen uyuşmuş bir vücuttan başka bir şey görünmezdi. Gözlerimiz boşluğa dalar ya, işte öyle izlerdi televizyonu. Fakat onun da yaşadığını hatırladığımız saatler olmaz değildi.

Mesela saat iki ile üç arasında annemle ben Gönül Teyzenin davetkar açık kapısından içeri adımımızı atardık. Bu yaşlı kadın da bir tuş ile sevgili televizyonunu kapatır, sadece Türk sanat müziği çalan bir radyo kanalını açardı. Radyodan muazzam eserler geçerken annem kahveleri yapmaya koyulurdu.

Ben bu eve her gün girmeme rağmen hayret ile izlerdim. Salonda kocaman, sekiz sandalyeli, Gönül Teyzeye göre ceviz ağacından yapılma oymalı bir masa, üzerinde ise emek emek örülmüş dantel bir masa örtüsü vardı. Masanın üzerinde her zaman Gönül Teyzenin uzak yakın gözlükleri, ödenmiş, ödenmeyi bekleyen faturalar, alışveriş listeleri ve ne işe yaradığını bilmediğim birçok müsvedde kağıdı olurdu. Sevgili televizyonun yanındaki fiskos sehpanın üzerinde ise çok şık kristal bir şekerlik içinde parlak kağıda sarılı lezzetli çikolatalar. Bizim eve sadece bayramlarda alınan bu çikolatalardan her gün yemek çocukluğuma dair en mutlu anlarımı içinde barındırıyordu.

Ve tabii ki şarkılar. Leziz çikolatalar damağımda erirken ben de annemin dizinin dibinde oturur o şarkıları dinlerdim. Her şarkı ayrı güzel, çikolatanın lezzetini iki katına çıkarır sanki… Ama bir şarkı vardı ki Gönül Teyze duydu mu eşlik etmeden duramazdı.

“Ağlamakla, inlemekle ömrüm gelip geçiyor
Devası yok, garip gönlüm günden güne ahh eriyor”

Daha sonraları konservatuara bu şarkı ile gireceğimden habersiz bir kız çocuğuyken onun evi bana bir masalın giriş cümlesi gibi gelirdi. Bir varmış bir yokmuş gibi. Çünkü bu yaşlı kadının sadece günün belli bir saatinde yaşadığını düşünürdüm çocuk aklımla. Oysa Gönül Teyze yalnızlığına sadece bir fincan kahve arasında gerçek bir çare bulurdu. Haricindeki tüm zamanlar televizyonunun yapay dünyasında, ekran karşısındaydı.

Bir sabah kapımız epeyi erken saatte çaldı. Gün içinde defalarca çalan kapımız bu saatlerde çalınca hepimiz kapıya koşmuştuk. Gönül Teyzenin her zamanki bakımlı saçları havada, üzerinde çirkin bir sabahlık ile perişan bir halde gözleri yaşlı karşımızda dikiliyordu.

Babam “Ne oldu Gönül Abla?” demeye kalmadan kadıncağız olduğu yere düşüverdi. Biraz kolonya kokladıktan sonra kendine gelir gibi oldu. Hepimiz ya onun sağlığına ya da Zeki Ağabeyin başına bir şey geldiğini düşünürken işin bambaşka olduğunu Gönül Teyze konuşunca anladık.

“Sevgili televizyonum bozuldu galiba. Bir açılıyor bir kapanıyor, ara ara karıncalanıyor da. Ben şimdi ne yapacağım? Nasıl etsek Celil? Sen anlarsın be yavrum bi’ bakıver.”

Çocuk halimle komik bulmuştum bu durumu. Gönül Teyze televizyon için ağlıyordu. Oysa şimdi bu ağıtın elinden oyuncağı alınmış çocuk ağıtı olmadığını anlıyorum. Bu bir nevi yalnızlıktan korkmak, uğraşacak tek bir şey bulamamak, acıları ile yüzleşecek cesarete sahip olamamak için yakılmış bir ağıttı.

Zeki Ağabeye bir şey olsa ancak bu kadar üzülürdü belki de. Hem televizyon ona oğlu gibi kızmıyordu da. İstediği zaman kanal değiştirebiliyordu. Her şey Gönül Teyzenin elindeydi. “Canım sıkıldı senden, bugün beni izleme” diyemezdi ya televizyon. Yaşayamadığı tüm hayatları gösteren, asla kullanmadığı eşyalar hakkında konuşma fırsatı veren, gidemediği şehirlere, ülkelere tek kumanda darbesiyle götürebilen bir gizli kutuydu. Ondan vazgeçemezdi Gönül Teyze.

Babam arızayı giderene kadar annem bizim televizyonun kumandasını tutuşturdu Gönül Teyzenin eline. O gün beraber kahvaltı yaptık. Birkaç saat sonra hasta hayata dönmüştü, yaşlı kadın sevgili televizyonuna kavuşmuştu. Ne kadar sevindiğini bugün bile anımsıyorum. Çocuklar gibi şendi. Babam “Tamamdır Gönül Abla hallediverdim” deyince o tombul ve hareketsiz kadın en az benim kadar hızlı bir şekilde kalkıp salonuna koştu. Sevgili televizyonuna bir sarılmadığı kalmıştı. Hepimiz o mutlu oldu diye mutlu olduk ama bir yandan da annem ve babamın ona acıyarak baktığını fark ediyordum. Bir eşya bu kadar değerli olabilir miydi insan hayatında? Olurdu elbet… Oluyordu.

Ben ise küçük bir çocuktum, olan bitene aklım ermiyordu. Fakat hissediyordum. Hissetmek akıl işi değildi ya! Hissediyordum. Gönül Teyze çok yalnızdı. Bu apartmanda her dairenin bir şarkısı vardı. Onun ki de buydu;

 

“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım
Bir haykırsam belki duyulur sesim
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım…”

 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Bir fincan, bir kupa, bir bardak kahvenizin yanına size eşlik etsin diye bir şarkı bırakmak istedim. Bugün kahvelerinizi yudumlayıp çikolatalarınızı damağınızda eritirken bu şarkı da size Gönül Teyzeyi hatırlatsın.

 
 
Edibe Vural
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 20 Mayıs 2021 at 12:27

    Beni ta.. eskilere götürdü yazınız.
     
    Topkapı’daki evimiz, şimdilerdeki adı ile konağımız, medeniyetin getirdiği yeniliklerle, yol yapılacak diye yıkıldıktan sonra taşınmıştık Şehremin’e. Çapa’da okula gittim, Kocamustafapaşa’daki sinemaya gittim. Samatya’da gezdim yeniden, sizi okurken.
     
    Ne güzel, hatta eşsiz zamanlarmış. İstanbul, o zamanlar adeta bir masal şehriymiş, yaşanan onca sıkıntılara rağmen insanlar mutlu ve umutluymuş. O günlerde, küçücük yaşımda babamı kaybetmeme rağmen, “İyi ki o günleri yaşamışım” diyorum. Hele eşsiz komşuluk ilişkilerini.
     
    Merakla öykünün devamını bekliyorum. Bakalım daha neler düşündürecek ve anımsatacak Nağme Apartmanı.
     
    Sevgiyle kalın.

    • Yanıtla Edibe Vural 20 Mayıs 2021 at 18:57

      Nimet Hanım beni ne kadar mutlu ettiniz bu yorumla bilemezsiniz. Oraları bilen ve tam da anlatmak istediğim zamanlarda yaşayan biri olarak bu yorumu almak beni çok sevindirdi. Sizi küçük bir anlığına bile olsa o günlere götürebilmek ne büyük sevinç benim için. Çok teşekkür ederim. Henüz yaşım 25 ama sizi akran gibi görüp yanaklarınızdan öpüyorum.
       
      Sevgiyle kalın 🙂

      • Yanıtla Nimet Canbayraktar 26 Mayıs 2021 at 13:32

        (❁´◡`❁)💖

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 24 Eylül 2021 at 19:46

    Henüz okuma fırsatı buldum ama çok sevdim hikayenizi. Ben de oralarda yaşamış biri olarak çocukluğumun en güzel günlerini anneannemin evi Aksaray’da geçirdim. Langa’da, Samatya’da annemin arkadaşları ve akrabaları vardı, onları ziyarete giderdim. Tekrar o günlerin tadını aldım tebrik ediyorum siz i🙏❤️

    • Yanıtla Edibe Vural 25 Eylül 2021 at 19:26

      Ne mutlu bana bu güzel yorumları okuyabildiğim için.
       
      Hikaye gerçek değil, bir kurgu. Ama sanki yaşadığım bir şeylermiş gibi geliyor bana. Muhakkak gördüğüm, duyduğum şeyler var fakat çoğu zihnimin armağanı 🙂
       
      Okuduğunuz ve bu güzel yorumunuzu benden esirgemediğiniz için teşekkür ederim.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan