Feminizm ve Kadına Şiddet Naftalin

Mor | 1 | Ayşe

24 Kasım 2020

Öykü: Mor | 1 | Ayşe | Yazan: Gökçe Çiçek Gönülaçar

 

İndeks

Birinci Bölüm: Ayşe
İkinci Bölüm: Ayşe
Üçüncü Bölüm: Hamiyet
Dördüncü Bölüm: Feride ve Gülce
Beşinci Bölüm: Ayşe, Gülce, Feride

 

Birinci Bölüm | Ayşe

 

“Buz gibi bir gecede, balkon iplerine asılıp unutulmuş çamaşırlar gibi kaskatıyım. En sıcak sobanın yanına da konsam gevşeyip kuruyamam. Bir daha asla katlanamam. Mandallamışlar sanki beni sımsıkı. Acımı hissedemiyorum. Gece soğuk, içim soğuk. Dünya kötü! Ama ben başaracağım günün birinde! Kendimi sevmeyi öğrenmekle başlayacağım başarmaya.”
26.12.2014

 
Böyle yazmışım not defterime mor bir kalemle. Artık yapmadığım mesleğimin ilk yıllarında yaşadığım o korkunç anlardan sonra böyle hissetmişim. Çocukluğumdan getirip, üstüne tuz biber ekip kavurduğum “güven” sorunumu bu günlere taşımışım bir bavul içinde. O şehirden bu şehire. Başaracağım demişim. Başarmışım da görünüşe bakılırsa. Ancak deli gibi unutmak istesem de hâlâ ayna gibi net hafızamda o görüntüler.

Size de anlatayım şeytanın yoğun mesai yaptığı o ağır acil nöbetimi.

Hastanenin acil tabelasından, kınından çıkmaya hazırlanan kılıçlar gibi, uzun buz kütleleri sarkıyordu o gece. Keşke, insan diyemediğim o iki adamın kalplerine saplansaydı o buzlar.

Kollarımdan sıkıştırılıp duvardan duvara fırlatılalı henüz iki saat geçmişti. Acil nöbetim vardı. Daha ne olduğunu bile anlayamadan koşturarak işe gelmiştim. Canım çok yanıyordu. Ama asıl alev alan ruhumdu. Acıdan ne yaptığımı bilmiyordum.

Hastanenin dış kapısının yanında eski bir tahta bank dururdu o zamanlar. Kahveye, sigaraya, hava almaya oraya çıkardık. Onları gördüğümde o bankta yalnız başıma, elimdeki anahtarla kocaman bir “S” harfi kazıyordum banka. Normalde her harekette açılıp kapanan otomatik kapıdan giren soğuğa bile dayanamazken, o gece düşünmekten üşüyemiyordum. Bu hale nasıl geldiğimizi, neden aldatıldığımı ve en kötüsü de o sert yumruğu sağ gözüme neden yediğime dair geçerli bir sebep bulamıyordum.

Nöbet kısmen sakin geçiyordu. Meraklı meslektaşlarıma göz çevremdeki morartıyı nasıl açıklayacağımı düşünmemiştim. Onlar sormadan kendim söylemeye karar verdim. Nöbet odasına girdiğimde kızlar, ellerinde çay bardakları birazdan heyecanlı bir film gösterimine hazır gibi sabırsızlıkla bana bakıyorlardı.

Hastanenin deneyimli hemşirelerinden Hamiyet abla koridorda hızlıca bir oraya bir buraya koşuştururken aniden odaya girdi.

Bir bana, bir diğerlerine baktı.

“Ne oldu desek, söyleyecek sanki. Sormanın da bir alemi yok. Belli. Bir şeyler olmuş. Darlamayın kızı. Haydi! Herkes işinin başına!”

Ama ben mitralyöz* gibi kelimelerimi ardı arkasına sıralamaya kararlıydım. Düşünmeden konuşmaya başlamalarımın sonu hep kötü bitmiştir. Ortamı darmadağın eder, çoğunlukla yalnız kalırım. Kızgınken konuşursam korkuturum. O zamanlar kendimi korumanın yolunun bu olduğunu sanırdım. Sonraları anladım. Yanlışmış. Daha başka yanlış yaptığım bir sürü şeyi anladığım gibi…

O gece de böyle oldu işte. Hiçbiri bir şey sormaya cesaret edemedi. Çünkü soru sormak için aldıkları her nefes arasında, o soruları ben kendim sorup cevapladım.

O yüzden, Hamiyet ablanın üzerime gelmemeleri için yaptığı tatlı sert uyarının hemen ardından ayağa kalktım.

“Başlayalım da çabuk bitsin” dedim.

“Ne mi oldu gözüme? Sert bir yumruk yedim. Morarmanın nedeni bu.”

“Kimden mi? Sevgilimden. Hani o beni hastaneye bırakırken gördüğünüz üniformalı yakışıklı çocuktan.”

“Neden mi? Aldattığını öğrendiğim ve yüzüne vurduğum için.”

“Şikâyet mi? Hayır edemem. Daha beterini yapabilir. Onu kendi arkadaşlarına mı şikâyet edeyim? Dilekçeyi sümen altı etmezler mi sizce? Onu korumazlar mı? Daha yeni yaşamadık mı başka bir örneğini.”

“Darp raporu mu? Bizim doktordan mı alayım darp raporunu? Bir işe yarar mı? Ne dersiniz? Size bu kadar cevap yetmez biliyorum.”

“Aldattığı kız mı kimmiş?”

Mırıltılar geldiyse de devam ettim.

“Kızın kim olduğunu ben de bilmiyorum.”

“Ya evet, haklısınız çok acı. Evlenecektik biz evet. Nişan planlarımız vardı. Aileme de söylemiştim doğru bildiniz.”

“Rezil de mi oldum? Hayır efendim, olmadım. Yolun başındayken az hasarla döndüm.”

Durdum.

“Dedikodumu yapacaksanız oturun beraber yapalım. Hem nöbet sakin geçiyor. Arkamdan konuşmayın yeter ki. Gerçi soracağınız her şeyi de cevapladım sanıyorum” dedim.

Beni yeni tanıyorlardı. Üç aydır bu kasabanın küçük hastanesinin küçük hemşiresiydim. Okuluma yakın olsun diye tercih listeme burayı yazmıştım. Arada bir beni hastaneye bırakırken Serdar’ı görüyorlardı.

“Polismiş. Yakışıklı çocuk. Bir an olsun yalnız bırakmıyor kızı. Eh kız da su gibi ama. Bıraksa hemen kaparlar onu burada” diye fısır fısır konuşurlardı arkamdan. Duyardım. Ama hiçbir zaman kendimi sevdirmek için ilişkimi anlatıp samimiyet sevimliliği yapmadım. Sadece işime geldim, gittim. Bir taraftan da Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünde ikinci sınıfa devam ediyordum. Bu nedenle sık sık Çanakkale’ye gitmem gerekiyordu.

Zamanım birçok şeye yetmiyordu. Uzun dedikodulu sohbetlere katlanamıyordum. Onlara göre soğuktum da biraz. Herkesin beni sevmesine ihtiyacım yoktu. Uğraşmadım. Bir süre sonra onların da sesleri kesildi zaten.

Serdar’la bu kasabada tanışmıştık. Aşık olmuştuk. Mutlu aşk diye bir şey olduğuna öyle güzel inandırmıştı ki beni. Kısa sürede birbirimize alışmış, her günümüzü birlikte geçirmeye başlamıştık. Fakat bir süre sonra, nöbetlerden fırsat bulamadığımız için birbirimizden ayrı kalmaya başladık.

Bir gün “İki ayrı kiraya gerek yok. Benim ev büyük, taşın yanıma nasılsa evleneceğiz” dedi bana. Taşınmadım. İyi ki de taşınmamışım.

Nöbet arkadaşlarımın şaşırmış yüz ifadelerinin arasında, damdan düşmüş gibi yaptığım sert konuşmamı bitirdim. Zaten soğuk olan oda daha da buz kesmişti. Dolabımı açıp çantamdan yedek sigara paketini çıkardım. Kabanımı giydim. Dönüp daha da abarttım.

“Anlayamadığınız bir yer olduysa acil kapısındayım. Gelip sorarsınız.”

Ve kapıyı çarpıp çıktım.

Hamiyet abla elinde büyük bir kahve bardağı ile arkamdan geldi.

“Kimse bir şey sormayacak. Rahat ol. Onların bir suçu yok. Kalp kırma Ayşe. Sakinleş ve içeri gir. Hasta olacaksın burada.”

Tombik elleri ile sırtımı sıvazladı. Ablamın elleri gibi hissettim. Biraz olsun rahatladım. Dışarıdaki tahta banka oturdum. Bir sigara daha yaktım. Diğer elimdeki dolap anahtarımla yarım bıraktığım “S” harfini kazımaya devam ediyordum.

Sonra küçük bir kızın konuşmasını duydum. Arkasından şıpıdık terlik sesleri geldi. Ve onun da ardından güç bela konuşan “Bir şeyim yok üzülme. Hepsi geçecek söz veriyorum” diyen bir kadın sesi…

Başımı kaldırmadan küçük kızın ayaklarındaki terliklerini gördüm önce. Renkli çoraplarının üstüne alelacele geçirdiği belli olan plastik pembe terlikleri. Kafamı kaldırdığımda ise, kadının morarmış kollarına sımsıkı sarılmış küçük kızın elindeki kan lekelerini.

Beş altı yaşlarında ya vardı ya yoktu Gülce. Ne kadar masum ve ne kadar güzeldi ela gözleri. Hâlâ da öyle bakar.

Özenle örülmüş ancak kargaşadan dağılmış balıksırtı saç örgüsünü görüp;

“Ne kadar güzel olmuş saçın” dedim.

“Annem yapmıştı.”

“Babam saçımdan sürüklediği için bozuldu. Annem iyileşsin, saçlarımı da düzeltir. Beğendiysen seninkini de örer. Biliyor musun annem kuaför olacak abla!”

Acıdan, şoktan çenesine vurmuştu küçük kızın. Anne olabildiğine susuyor, Gülce ise olanları çocuk diline vuran acı şaşkınlıkla anlatmaya uğraşıyordu.

Acilciler hızla kalkabilir yerlerinden. Ne yaşamış olurlarsa olsunlar, kendilerini o dakika unutabilirler. Ben de öyle yaptım. Güvenlik ve hasta bakıcıyı çağırıp içeri haber verdim. Anneyi içeri taşıdık. Şeytanın işi çoktu bu gece. Kadınlarla uğraşıyordu belli ki. Önce bana uğramıştı, sonra onlara. Feride’yi müşahede odasına aldılar. Röntgen ve tomografi çekildi. Düşüp sürüklendiği dizlerine pansumanları yapıldı. Uykunun sıcağına kendini bırakmak istediyse de önlem olarak sabaha kadar hiç uyutulmadı.

Hastaneye girişlerinden birkaç saat sonra, kocasıyım diyen o adam da geldi. Ben tiyatrocu sanmıştım, meğer askermiş.

Bir dakika sonra Feride’nin odasından yükselen çığlığını duyduk. Odaya girdiğimizde kocasını, beylik silahını Feride’nin kafasına dayamışken bulduk. “Konuşmayacaksın” diyordu dişlerinin arasından yılan gibi tıslayarak.

“Konuşursan ölürsün Feride!”

Hayır. Feride vurulmadı. Feride ölmedi. İzin vermedik.

Hastane polisi hemen ardımızdan girdi odaya. Polislere de yalan söyledi adam.

“Balkondan düştü çamaşır asarken” dedi.

Oturdukları sitede onlarca komşusu varken, küçük Gülce’den başka şahidi yoktu Feride’nin.

“Şikâyetçi misin?” diye sordu polisler.

“Şikâyetçi” diye atıldı Hamiyet abla ve devam etti.

“Ben de şikâyetçiyim. Darp raporu da burada. Kum torbasına çevirdi kadını”

Yalanı yalanla ezmek gerekirdi bazen. Hamiyet abla da öyle yaptı, yalan söyledi.

“Eve gitmiştim beş dakikalığına. Aynı sitede komşuyuz.”

Doğruydu da komşu oldukları.

“Uzaktan gördüm.”

Başını hayır der gibi iki yana sallıyor ama konuşamıyordu Feride. Çenesi kırılmıştı çünkü. Muayene esnasında Hamiyet abla yardımcı olup ağzını açınca, Feride’nin inci gibi dişleri dökülmüştü avcuna.

Feride ve Gülce ile o gece tanıştık işte. Onlar ve benim için her şeyin değişeceği o buz gibi gecede. Kötü dünya çok küçüktü. Anlayacaktık. Tüm kötülere rağmen, iyi olmaya çabalayan bizim gibileri de karşılaştıracaktı daha sonraki yıllarda.

 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Gökçe Çiçek Gönülaçar
 
 

Notlar & Açıklamalar:

Mitralyöz: Hafif makineli tüfek. –TDK Sözlük     ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

9 YORUMLAR

  • Yanıtla Atakan Balcı 24 Kasım 2020 at 14:05

    Ne yazık ki “Korku öyküsü” deyim, okuyup geçemeyeceğimiz bir anlatı ülkemiz için ve son yıllarda özellikle patladı bu barbarlık. Kaleminize sağlık

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 24 Kasım 2020 at 14:25

    Teşekkür ederim Atakan. Bu günleri aşacağımıza inanıyorum.

  • Yanıtla Özge Can 25 Kasım 2020 at 19:16

    Kelimelerin yüzüme ayaz gibi vurdu Gökçem. Dediğin gibi buzdan bir geceyi iliklerime kadar; Feride gibi, Gülce gibi, Ayşe gibi canımda yaşadım. Kadın kadının yurdudur! O yurtta can olacağız birbirimize. Anımsamayı hiç sevmediğim geçmiş zaman anına götürdün beni. Elinden tutup çıkarmak için cansiparane uğraştığımız gençlik yıllarına.
     
    Ayşe, kurtulacak bu beladan. Feride ile Gülce’yi de kurtaracak. Böyle olacağını hissediyorum. Yolculuklarına ortak olmak için heyecanla bekliyorum.
     
    Kalemine, fikrine, güzel kalbine sağlık.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 25 Kasım 2020 at 21:00

    O yurtta can olacağız birbirimize. İşte bu yüzden öyküdaşım Özgecanım, urada olmayı seviyorum. Bu yurtta senin gibi kalbi ve aklı güzel herkesle bir arada.
     
    Çok teşekkür ederim.

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 26 Kasım 2020 at 08:05

    Canım benim, dergide “kadın” üzerine harika bir öykü dizisine daha imza atılıyor sayende. Yüreğine sağlık. Hikayeye bayıldım. Çok güçlü kadınlarla tanışmışız gibi geliyor bana 😉 İlerleyen zamanlarda neler yaşanacak merakla bekliyorum.
     
    Biraz önce Instagram hesabında “mor cepken” paylaşımını okudum. Hiç bilmiyordum bu töreyi. Arap kültürüne bulaşmadan önce ne harika geleneklerimiz varmış. Geldiğimiz noktayı görmek insanın canını acıtıyor.

    • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 26 Kasım 2020 at 16:27

      Her yiğit Türk erkeğinin bir zamanlar HAN’IMI varmış. Ulu kağan (devlet başkanı) demiş ki; “Biz Türk erkekleri gün gelir en üst makama ulaşabilir, ‘Han’ bile olabiliriz. Ama eşlerimiz daima ve daima bizim esas ‘HAN’IM’ızdır.”
       
      Türklerde Han ‘hükümdar, ulu insan, lider’ demek. Hanım ise, Türk toplumsal düzeninde ‘kadın yönetici, kraliçe’ demek.
       
      Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet’i ilan etti. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk böylece, bu kaybedilmiş saygınlığı kadına iade etmek için büyük bir adım atmıştı. Fakat kadın üzerine başlatılan devrimler, Ata’mızın sonsuzluğa intikali üzerine maalesef sekteye uğradı, uğratıldı. Günümüzde kadının durumu belli.
       
      Bu arada kadına hakkı olan erdemleri, armağanları sağlayanlara, başta kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere derin minnet duygularımı sunuyorum.
       
      Yorumunuz için de çok teşekkür ediyorum.
       
      Keşke o geleneklerimize geri dönebilsek diyorum. Belki çabalarımız bir işe yarar.

  • Yanıtla Demet Uncu 26 Kasım 2020 at 13:29

    Gökçeciğim, yine kaleminle döktürmüşsün. Kadınlara uygulanan şiddeti öyle güzel anlatmışsın ki, kahramanlarını okurken onlarla birlikte yaşadım sanki olup bitenleri. Bir şey söylene söylene azalırmış ya, bu terör de yazıldıkça, konuşuldukça, söylendikçe azalacak, bunu biliyorum.
     
    Yüreğine sağlık tekrar.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 26 Kasım 2020 at 16:31

    Demet Hanım;
    Bu hikayenin en başı. Keşke anlatmasak ama görmediğimiz duymadığımız ya da görüp de bakmayı reddettiğimiz öyle çok konu var ki.
     
    Çabalayalım. Çalışalım. Azaltalım ve sonunda yok edelim bu şiddeti.
     
    Teşekkür ederim yorumunuz için.

  • Yanıtla Hande S. Sinan 21 Aralık 2020 at 23:34

    Hikaye su gibi aktı, muhteşem bir dili ve kurgusu var. Hem de o kadar gerçekçi ki içimde kabaran öfkeye rağmen devam ettim okumaya. Hikayenin ikinci kısmını merak ediyorum ve hemen okuyacağım elbette.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan