Sıralı gecelerde adım çağrılır ve yitip giderim beyaz çarşafların ardında karanlık, dipsiz kuyularda. Ben bir kadınım, ben bir erkeğim, bir oğlan ya da kız çocuğuyum. Bıktırası çirkef bakışlarınızdan, cinsiyetçi tavırlarınızdan, hatta eril kimliğinin kadınları ezmemesi için uğraşırken bile eril kimliğine tutunuşunuzdan, kadınken tüm kadınları boşluklarda şıra gibi ezişinizden usanmış olanım. Fakat yılmadım, beni yıldıramazsınız. Bizim gençler yılmaz, efendiler. Körü körüne değil, yaşına göre değil, algısı açık, ışığını yumuşacık ve yine de sağlam bir dokunuşla tutup koruyanlardanım.
Herkesin Öyküsü
Bu benim öyküm değil. Bu, ülkemin öyküsü, ulusumun, ulusumun içindeki tüm etnik varoluşların, inançların, biçimlerin, kalıpların, biçimlerin ötesinde olduğu sanılan başka başka kalıpların, yığının ve yığının ve yine yığının öyküsü.
Dar Kafalılık
Bu benim öyküm değil ve cinsiyet konusuyla hiçbir ilgisi yok. Aşamadınız, aşamıyorsunuz ey yığın! Ben bir feministim ama kiminiz feminizm adına bile eril veya dişil cinsiyetçiliğinize tutunuyorsunuz. Ursula Ana okuyun, yalnızca Ursula K. Le Guin’in romanlarını okuyun. Mülksüzler’den ibaret bakarsanız koskoca Kam Ana’ya, algılayamazsınız, diğer birçok şeyi çarpık gördüğünüz gibi. “Varoluş Ruhu”nun büyük savunucusu, yufka yürekli ve tüm korkularının içinde yığına karşı korkusuzca duran Nietzsche’yi (Niçe) bile faşist ilan edebilen dar kafalılığınızla ey yığın, Ursula Ana’yı da kendinizin bir yansımasından ibaret göreceksiniz ve güneşi, ayı, yıldızları da asıl yüzleriyle, tüm varoluşsallıklarıyla birlikte göremediğiniz gibi asla göremeyeceksiniz.
Körlük
Kadınları aşağılayanlar, dövenler, öldürenler; erkekleri cinsiyetçi karşıtı alanlardan dışlayanlar, cinsiyetçi bakışlarını kıramadığı için attıkları her adımda eşitlik savaşımını zarara uğratanlar, küçük hesapları uğruna çevresindeki bir erkeğe iftirada bulunanlar; cinsiyetin ötesini göremeyenler, insanı ve insanın ötesini duyamayanlar dünyaya daha ne etmeniz gerekiyor?
Ergenler bir yana, ki 15 yaşında veya 45, 80 yaşlarında milyonlarca ergen var, gerçekten çocuk olanların çocuk ruhlarına verdiğiniz zararın ise affedilir yanı yok.
Cinsiyetçilik
Size göre erkek erkeklerle oturur, futbol konuşur, kadınlarla ilgili aşağılayıcı sözcükler ve söylemlerle dolu söyleşilerden ibarettir, kıskanır.
Sonra?
Biçimlendirip dünyaya sunduğunuz, çoğalttığınız o erkek gider bir kadının, erkeğin, çocuğun ya da herhangi bir canlının canını yakar. Gider bir sıpa annesini emerken o yavrucağı köpeklere parçalatır. Sıpanın acısını görüyorsunuz burada ama bir de o rezilin ruhuyla oynadığı köpeğin acısı da var. O köpek bir köpek de değildir artık, yığının biçimlendirdiği iki ayaklı bir canavarın silahıdır.
Gözlerinizi açın artık, dünya çığlık atıyor. Tüm gözlerinizi açın, yalnızca fiziksel olanları değil.
Işık ve sevi ile!…
Atakan Balcı
8 YORUMLAR
Muazzam bir yazıydı 💯 Bayıldım 👏🏻 Yazdığın her yazıyı elbette seviyorum ama erkeklerin, özellikle de entellektüel seviyesi yüksek erkelerin, cinsiyetçiliğin karşısında bu derece güçlü tepki verdiğini gördüğümde ayağa kalkıp alkışlamak istiyorum. iyi ki varsın Atakancım. Çok çok teşekkürler 🤗
Teşekkür ederim, varlığın, duyuş biçimin benim için önemli. Ben bu beyaz örtülerle kamufle olmuş karanlıktan ruhumla, canımla, özümle iğreniyorum. “Sen nasıl erkeksin” diyen kadının duruşu, “Biz erkekler erkek kimliğimizle savaşmalıyız” diyen erkeğin kendinden bile gizlediği cinsiyetçi var oluşu cinsiyetçi, türcü dünya sisteminden daha az tehlikeli değil. Teşekkür ederim varlığın için.
Gerçekten güzel bir yazıydı, kaleminize sağlık. Umarım “kız gibi yapma”, “erkekler ağlamaz” gibi saçma sapan lafların hiç duyulmayacağı günler gelir. 🎈
Yığın hep vardı, bizim gibiler de!… Aydınlanma, alnında yanardağ ateşi taşıyanların azmi sayesindedir. Var olmayı sürdüreceğiz. Teşekkür ederim!…
Kalemine sağlık Atakan, ikinci defa okuyorum yazını.
Kadına yönelik şiddetin aslında elbette çok farklı unsurlar var; psikolojik, sosyolojik, toplumsal…vs. Ama benim Türkiye için gözlemlediğim; şiddet uygulayan erkeklerin bu konuyla ilgili olarak örf-adet gibi sanki kadına vurmak bir Türk adetiymiş gibi sahip oldukları yanlış algı. İkincisi de yanlış devlet politikalarından veya usulsüzlüklerinden doğan cesaret. Tamamen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan bir şiddet furyası var ülkede.
Ne zaman ki; toplumsal cinsiyet eşitliği okullarda ve farklı seviyelerde istikrar yaratacak şekilde ders olarak okutulmaya başlanır, 2011 de imzaladığımız İstanbul Sözleşmesi hükümleri eksiksiz uygulanır ve bütüncül politikalar geliştirilirse o zaman bu insanlar bu cesareti bulamaz.
Türk adeti değil, kesinlikle değil ama toplumumuza yönelik, böyle bir dayatma olduğu da bir gerçek ve bu nedenle ne yazık ki haklısın. İnsanların bir anda kendi kendine aydınlanıp vazgeçmelerini bekliyoruz gibi geliyor bana cinsiyetçi kötülükten. Adım atmak gerek ve İstanbul Protokolü bu konuda küçük fakat çok önemli bir başlangıç oluşturacak. Neden önemli olduğu açık. Neden küçük? Çünkü bu daha başlangıç, daha büyük adımlar için.
Teşekkür ederim.
Muhteşem.
Öylesine güzel anlatmışsınız ki. Bence tüm Dünya’daki bu cinsiyet ayrımcılığı, bizim ülkemizde daha da vahim boyutlarda iken, gittikçe İNSANLIĞIN sorgulanacak hale gelmesi, çok çirkin, isyan ettirici ve hatta KORKUNÇ.
Bu yaşanan günlerde, yarınlarla ilgili okuduklarımızdan sonra, umut etmek bile zor geliyor insanca yaklaşımlara ve uyanmalara. Belki de, yeni Dünya’da bu kötülükler kalmayacak ama insanlığın erdemlerinden hiçbiri de kalmayacak ya da… Düşünmek bile ürkütücü.
Ümit, yaşam kaynağıdır. Dilerim, mucize gerçekleşir ve HAYAT her şeyi ile yaşanır seviyeye ulaşır.
Vazgeçmek kaybetmektir. Vazgeçmediğimiz sürece umut yaşıyor demektir.
Teşekkür ederim yorumunuz için.