Ellerim şiir yapraklı bir ağacın gövdesinde. O konuştukça yazıyorum onun renginde. İkimizin de gözleri kapalı. Ellerim ağacın gövdesinde. Bir ağacın yosunu neresinde? Boynuz otları, ciğer otları senin dilinde… Sen dedikçe dokunuyorum, iyice belliyorum yerlerini, ıslaklığını, nemini… Öğreniyorum yönünü, yöresini. Ellerim şiir yapraklı bir ağacın…
Rahat edeyim diye oturttukları bir tekerlekli sandalye ile üçüncü kattaki odama yanımda Leyla, eşi Sercan ve canım torunum Tolga ile birlikte çıkıyoruz. Uzadıkça uzayan koridor, bu mesafe boyunca tepemizde pır pır yanıp sönen aydınlatmalar canımı sıkıyor. Sandalyemi itekleyen hizmetli ne düşündüğümü anlamış olacak ki…
Başka bir şehrin evleri İçindeki kirli sarı hüzünleri Neye dolandıysa Tam da o şimdi içindeki… Bahçen peki? Bahçen güya pek çiçekliydi. Şebboyları, sümbülleri, nergisleri … Sıra sıra Kokuları, renkleri tam da orada Biraz gerçek, çoğu hülya Kabul! Gördüğün bir rüyayı hayra yorma hikâyesiydi Sen…
Sizleri bilemem ama ben sabahları makul bir alarm sesiyle uyanmak isterim. Ne var ki köpeğimiz Paffy buna asla izin vermez. Kurulmuş gibi alarm sesinden beş dakika önce sırayla tüm odaları gezer, en son da bizim odayı şereflendirir, sağ olsun. Kendine böyle bir vazife edinmiş…
Tomurcuklanır dediğim ne varsa
Hepsi ağır geldi dalına
Dal tomurcuğuna, tomurcuk dalına
Fazla
…Bu sene beşinci sınıfa başlıyorum. Annem, eskimişliğini gizlemek için elinden geleni yaptığı önlüğümü duvardaki çiviye en temiz, pak haliyle asmış. Çocukları köyden ilçeye götüren servisi kaçırmamak için acele ediyorum, neyse ki son dakika yakalıyorum. Arkalarda boş bir yere geçip annemin kahvaltı niyetine verdiği lavaşımı…
Valizim ayaklarımın dibinde. Son kez gördüğüme emin olduğum birine bakar gibi bakıyorum şehre, onun kırık dökük çehresine. Aslında çok da aklımda kalsın istemiyorum galiba, o yüzden gece veda etmek kolay geldi ya.…
Arabaya bindiğimde nereye gideceğimi bilmiyordum. Sadece can sıkıntısından mütevellit bir kendini dışarı atma isteği diyelim. Yol bilir nereye gideceğini diyerek seyyahvari bir konuşma da yapmayacağım elbette, merak etmeyin. Bütün arkadaşlarım hafta sonu için bir yerlere gidince içimde kıymetli eşyaları sahilde bekleyen bir ademoğlu hali…
Babamın eve gelmesiyle servis edilmeyi bekleyen mantılar sofrada yerini aldı. Ankara’da memur aileleri aşağı yukarı aynı saatlerde sofraya otururdu. Masa etrafındaki herkes kendi gününü yemeklere meze ederken biraz konuşur, çokça dinlerdi. Babam boşalan zeytinyağlı tabağını tekrar doldurmak için mutfağa gidiyordu ki çevirmeli krem renkli…
Saat dokuz dedi mi şehrin merkezindeki bu eski pasajın tüm dükkânları açılır. Yaptığı işin karşılığını alamayan, kazandığı üç beş kuruş ile de ekmek teknesini açık tutmayı başarı sayan; gözü tok, şükrü bol tüm pasaj esnafı bugün de kurulmuş saat gibi işlerinin başındalar.…