Asmanın Altındaki Seki

Ehline Düşmeyen Gül Hikâyesi

7 Eylül 2023

Öykü: Ehline Düşmeyen Gül Hikayesi | Yazan: Bihter Aslan

Arabaya bindiğimde nereye gideceğimi bilmiyordum. Sadece can sıkıntısından mütevellit bir kendini dışarı atma isteği diyelim. Yol bilir nereye gideceğini diyerek seyyahvari bir konuşma da yapmayacağım elbette, merak etmeyin. Bütün arkadaşlarım hafta sonu için bir yerlere gidince içimde kıymetli eşyaları sahilde bekleyen bir ademoğlu hali hâsıl oldu nedense.

Göz kulak olmayı seven, emanete kıymet veren bakışlarla süzüyorum buradan şehri; kararan havayla birlikte kim buralarda, kim değil yoklama veriyor yanıp sönen şehir emareleri. Bu sırada kafamda bir rota beliriyor. Dağ yoluna kırıyorum direksiyonu. Kıvrılan ve zaman zaman daralan yollara dikkat ediyor, yol takibi için destek aldığım haritamın dijital oyunlarından yılmıyorum. Yıllar önce arkadaşlarla da gittiğim o salaş lokantaya ulaşmayı kafama koyuyorum. Birkaç kez kaybolup yolu uzatsam da sonunda yeşiller içine gizlenmiş; yavaş yavaş kararan havayla birlikte ufak, renk renk ışıklarıyla kendini gösterip bana el eden bu şirin işletmenin önüne park etmeyi başarıyorum.

Restoranın sahibi yaşlı, ton ton bir ihtiyar. Beni tanımasına, hatırlamasına imkân yok elbette ama epey zaman geçmiş olsa da üzerinden ben onu anımsıyorum. Öyle tanıdık bir sesle “Hoş geldin güzel kızım, buyur” diyor ki hiç itiraz etmeden onun gösterdiği boş masaya kuruluveriyorum. Ekose kırmızı beyaz örtülerin serili olduğu tahta masalar. Tabiatı tamamlayan mumluklar ve her bir masanın üzerine konulmuş küçük birer vazo içindeki taze kır çiçekleri bana pastoral şiirleri hatırlatıyor. İçeriden ona seslenildiğinde ismini hatırladığım Ethem Amca işletme prensiplerinden bahsetmeye başlıyor. “Menü yok kızım bizim lokantada, mevsim balıkları olur bir de tadına doyamayacağın mezeler. Şarap ve rakıda da buralarda en çok çeşit bizim lokantada” diye tatlı tatlı anlatıyor.

Mevsim balıklarının taze olduğunun altını bir kez daha çizerek dolapta neler olduğundan haberdar ediyor beni: “Levrek, sardalya, sarıkanat, çupra var. Pulları gümüş, gözleri cam mübareklerin…” diye de ekliyor en neşeli haliyle.

Balık siparişini verdikten sonra bu sefer de mezelere geliyor sıra. Öve öve bitiremiyor mezeleri ve onları yapan Leyla’dan bahsetmeyi unutmuyor. Diyecekleri şimdilik tükendiğinden “Mezeleri mutfaktan seçersin kızım” diyip yanımdan ayrılıyor.

Acele etmeme gerek olmadığını fark edip buna şaşırıyorum. Şaşırmaktan öte seviniyorum galiba. Genelde acelesi olanlardanım. Yürürken hızlı yürüyen, bir sonraki günü mutlaka düşünen, kahkahalarla gülerken bile bir hüznü hesap eden biriyim. Aman da ne harikayım diyemiyorum elbette çünkü böyle yaşarken anı fark edemiyor insan.

Etrafıma bakınıyorum. Burada da yoklama alıyorum. Masamın yanında henüz yeni olduklarını tahmin ettiğim bir çift, az ileride yalnız başına oturan bir adam, onun sağ tarafında da şen kahkahaların ara ara yükseldiği fazla makyajlı bir masa görüyorum. Hepsinin bana kulak misafirliği mesafesinde olmasına çocukça seviniyorum.

Yavaş yavaş acıktığımı fark edip mezelerimi sipariş etmek için mutfağa gidiyorum. Elinde boş bir tabakla karşılıyor beni Leyla. Ethem Amca’nın bahsettiği kadar var. Hiç bu kadar bol çeşidi bir arada görmemiştim. Leyla’nın kocaman gülümsemesinden gözlerimi alabilirsem siparişimi vereceğim. Seçmekte zorlandığımı fark edince başlıyor anlatmaya hünerle yaptığı lezzetleri. Ne yalan söyleyeyim anlattıklarından daha çok neşesini dinledim. Şarkılı sesli kadınların ortak özellikleri hayatı sevmeleridir. Leyla’yı tanımıyorum ama hayatı sevdiğini sesinden belliyorum. Anlatacakları bitince enginardan başlıyorum seçmeye, yanına biraz fava, deniz börülcesi, şakşuka, kalamar da eklemesini istiyorum. Semizli Girit’i mutlaka denememi istiyor, hemen tabağıma ilave ediliyor. Ben siparişlerimi tamamlarken Ethem Amca geliyor yanımıza. Leyla’nın elindeki tabaktan seçtiklerimizi görüp gülümseyerek “Rakı getiriyorum o zaman sana” diyor. Hiç itiraz etmeden “olur” diyor, masama geçip servisimin gelmesini bekliyorum.

Hava iyiden iyiye karardı. Azıcık başınızı gökyüzüne kaldırsanız şehirden ne kadar uzak olduğunuzu anlıyorsunuz. Gökte ne kadar yıldız, etraf o kadar ıssız…

Ethem Amca elinde siparişlerimle çıkageliyor. Harika kokular bir anda masamı donatıyor. Çatal, bıçak elimde “Hangisinden başlasam?” telaşı ile yemeye koyuluyorum. Ethem Amca’nın övdüğü kadar varmış gerçekten, mezelere bayılıyorum. Aklıma sonradan düşüyor, masaya çiroz da söylüyorum. Başlıyorum keyifle yemeye.

Tek başına oturan adamın masasından bir anda yükselen derin bir “of!” sesi sadece benim değil herkesin dikkatini çekiyor. Herkes kısa süreliğine ne olduğunu anlamak istercesine o tarafa bakıyor ama kimse alt yazısı olmayan bu filmden çok da keyif almıyor. Ben hariç…

Komşu masaya kulak misafiri oluyorum tabii ki teklifsizce. Elinde bir fotoğrafa bakarak sadece “Çok erken…” dediğini duyabildim. Erken vedalar hep yarım bırakır. Kötü bir hastalık, zamansız bir ayrılık, genç bir ölüm. Hepsi de insanı acıtır. Yürünecek yollar, görülecek yerler, tadılacak mutluluklar bir yerde hep eksik kalacaklar gidenle birlikte. Bir hikâyenin en güzel yeri neresiyse bazen tam da orada tükeniverir kelimeler. Üç nokta koymak istemesen de şart olur.

Elindeki fotoğrafa bakıp ara ara belli belirsiz konuşan beyefendiye dikkat kesilmişken masama rakı servisi yapılıyor. Buna çok memnun oluyorum. Bu harika yaz akşamında böyle bir manzaraya karşı çok da kendi kafamla baş başa kalmak istemediğimi fark edip gönlümce yudumluyorum boğma rakıyı. Dönüş için de daha yasal yolları aklımdan geçiriyorum. Taksi param var mı diye hızlıca kontrol ediyorum.

Ethem Amca tek tek dolaşıyor; bir arzu, bir istek var mı özenle yokluyor masaları. Benim masama gelince tek olmama üzülmüş olacak ki “Aman be kızım yalnız da içilmez ki bu meret. Bulamadın mı birini beraber şerefe diyecek?” diyiveriyor.

Normalde böyle teklifsiz, bodoslama cümlelerden pek hoşlanmasam da içinde olduğum ve bulunduğum kısımla ilgili aşırı memnuniyet duyduğum hikâye parçası ona ters bir karşılık vermeme engel oluyor biraz da hüsnüniyetini görüyorum diyelim. “Hiç sorma be Ethem Amca, o işler bu sıralar biraz muamma” diyip gülümsüyorum.

Derin çizgiler oluşmuş yüzünde söylediklerimi anlayıp tartan; hak verip onaylayan emareler arıyorum. Bir şeyler söylemesini bekliyorum. Söylüyor da…

“Son yıllarda kadınlar buraya daha çok yalnız gelir oldular. Yalnız, mutsuz, belli ki bir yerinden kırılmış kadınlar… Ehline düşmeyen gül hikâyesi anlatmayayım şimdi, bulamıyorsunuz belli ki denginizi. Böyle senin yanına geldiğim gibi giderim hepsinin yanına, konuşurum da. Akıllı, paralı pullu, makam mevki sahibi, her biri canavar gibi kadınlar… Taşı sıksalar suyunu çıkarırlar. Biraz sohbet edince hemen anlaşılıyor ki hepsi de aslında birer küçük kız çocuğu. İstedikleri de sadece sevdikleri gibi sevilmek. Ben de bu sebepten onları buradan uğurlarken demeyi adet edindim. SEVDİĞİNİZ ŞEKİLDE SEVİLİN.”

O konuşurken ne kadar doğru söylediğini fark ediyorum. Yaş alıp bilgeleşen ihtiyarları seviyorum. Yan masadan gelen “Bakar mısınız?” ünlemesi ile sohbetimiz bölünüyor. Ethem Amca “Afiyet olsun kızım” diyerek masamdan kalkıyor.

Güzel sohbete dalıp bittiğini fark etmediğim kadehimi tazeliyorum. Sipariş ettiğim Levrek de geliyor. Bu akşam çatalı bıçağı kenara koyup ellerimle yiyorum balığımı, böylesi daha keyifli. Balığın hakkından geliyor, mezelerin de dibini sıyırıyorum. Açık havadan mıdır nedir açılan iştahıma şaşırıyorum.

Ethem Amca’nın balığın üstüne yemem için söylediği helvayı beklerken fazla makyajlı masada bir arbede oluyor. Bir kadın bir adama yüksek perdeden kızıyor. Araya girip sakinleştirmeye çalışanlara da sinirleniyor. Ağladığını bu mesafeden direkt göremesem de bir peçeteyle gözlerini sildiğini fark ediyorum. Bir kadın az önce gökteki tüm yıldızlardan duyulabilecek şen kahkahalar atarken ne oluyor da sonra bu hale gelebiliyor? Kim bilir, belki bu da bir “Ehline düşmeyen gül hikâyesidir”.

Helvamı yerken biraz da tatlı şeyler olsun istemişim gibi henüz yeni olduklarını tahmin ettiğim çifti izliyorum. Nasıl güzeller anlatamam. Belki biraz anlatabilirim. Sohbet edebilen, aynı öykünün içinde olabilen, anlatılanlara içtenlikle gülebilen, birbirleriyle susarak da konuşabilen çiftleri seviyorum. İster istemez hemen “Olmuş bunlar işte…” diyiveriyorum.

Kız masada yalnız kalmış şimdi fark ediyorum. Oğlan nerede acaba diye etrafa meraklı meraklı bakınıyordum ki nereden geldiğini anlayamadan pat diye sandalyesinin arkasından sarıldı kıza, tatlı bir öpücüğü de bıraktı sevdiğinin omzuna.

O küçük buseyi kondururken fısıldasa da duyuyorum: “Yanında olmadığım her dakika seni özlüyorum”.

Ben bu genç çiftin masasını çaktırmadan izlediğimi düşünürken Ethem Amca’nın hem beni hem onları izlediğini fark ediyorum.

Artık sevdiğimiz gibi sevildiğimiz hikâyeler yazayım istiyorum.

 
 
Bihter Aslan
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 8 Eylül 2023 at 17:57

    Bir yalnızlık hikâyesi okudum. Bir kez daha “Olmuyor mu, oldurmuyor muyuz?” sorusunu düşündürdünüz bana. Belki de kendimizle yaptığımız “gizli anlaşmalarımız” var.

  • Yanıtla Demet Albayrakoğlu 14 Aralık 2023 at 16:35

    Bihterciğim, ne güzel, sımsıcacık bir yazı olmuş. Büyük bir keyifle okudum. “Ehline düşmeye gül hikâyesi” buna bayıldım. Gönlüne sağlık 😍🌹

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan