Feminizm ve Kadına Şiddet Sentez

Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

20 Aralık 2019

“Aklımda kalmazdı, yüzün ellerin,
Ah bu şarkıların gözü kör olsun.”

Başını kaldırdığı anda, kulağına gelen müziği seslendireni göreceğini sandı Pınar. Gördüğü ise, terk edilmiş terastı. Üzerine kim bilir, kaç mevsim yağmış yağmurlardan paslanmış ferforje masa. Bir elin öfkeyle itip devirdiği sandalye. Ağaçlardan dökülmeye başlamış yapraklar. Terk edilmiş bir evin resmedilmiş halinin yalın çıplaklığı ile karşısındaydı. Çocukluk aşkı Ferit’in, mahzun gözleriyle şarkı söyleyen annesi Nilgün’ü hayranlıkla izlediği teras. Şimdinin terk edilmiş, yok edilmiş, şarkısı susturulmuş terası.

İçini sorguladı Pınar; “Bu şarkı da nereden çalındı kulağıma?”

Nilgün’ün en sevdiği ve en güzel söylediği şarkıydı.

Beyninin bir oyunu olmalıydı. Yıllar olmuştu ki evlerinin kapısı açılmamıştı.

“O yere devrilen sandalyeyi uğursuz oğlu Murat devirmiştir kesin. Kardeşi Fırat’ı iteleyerek çıkartmıştır bahçe kapısından. Bir bakışıyla bile kuşları kaçırırdı bahçeden. Çocukken de lanet mizaçlı, uğursuz bir tipti zaten. Nilgün teyzeye de o sebep olmuştu, kelebek gibi çırpınan bedenini, bir bakışıyla, sözüyle heykel gibi buza kestirirdi. Eril şiddetin gönüllü müdavimi olmuştu Murat. Babasından örnek aldığı figürü, annesinin üzerinde deneyimleyerek.”

Uzandığı hamaktan doğrularak oturur pozisyona geçti Pınar. Ağaç dalları arasından gökyüzüne bakıp, öpücük yolladı. İnanıyordu ki oradan herkesi görüyordu Nilgün.

Çocukluğundan beri her yazı burada, ormanın içindeki yayla evlerinde geçirirdi Pınar. Büyükanne, büyükbaba zamanlarının kalabalık aile toplantıları, büyüklerin dünya değiştirmeleri ile daha küçük aile toplantılarına çevrilmişti. Zamanla fırsat bulanın, hafta sonları arada başını dinlemeye geldiği sığınak olmuştu bu ev.

En çok Pınar gelirdi buraya. Yazın kalabalık zamanlarında, baharların dingin sessizliğinde, kışın karlı vakitlerinde… Herkesten kaçmak istediği her an, soluğu burada alıyordu. Sokağa girdiği anda ruhunun devinimlerinde huzur bulurdu.

Bu kez yaşadığı devinim Nilgün teyzeden gelecekti, kulağında çınlamaya başlayan şarkıdan anlaşılmıştı.

İçeri geçip müzik çaların yanına dizili kasetlerden Zeki Müren’i bulup çıkarttı. Çocukluğunun oyun alanı kasetlerin, sağlam kalanlarını -ellerinden kurtarılanlar- alfabetik sıralayıp dizmişlerdi. Kaset çalmaya başlayınca sesi yükseltip, hamağa geçti yeniden.

Nilgün’ün terasına baktıkça, orada sinevizyon gösterisi başladı Pınar için. Nilgün, dilinde şarkısını söyleyerek elindeki tepsi ile masaya kahvaltılıkları taşıyor. Sarı beyaz pötikareli masa örtüsüne sesinden taşan neşeyi bırakıyor önce. Nağmeli söylediği şarkıya, yüzünde oluşan mimiklerle ritim tutuyor, dudağının kenarına yerleşmiş işveli gülüşle kendi çevresinde dönerek terası sahneleştiriyor. İzleyicisi ise hep küçük oğlu Ferit.

Annesinin ruhunun gözlerinde can bulduğu Ferit, hüzün gözlü, masum Ferit, şimdi nerede olduğu belli olmayan, kaybolan Ferit.

Yayla eşrafının tamamının yemek salonu gibiydi teraslar. Her yerden aynı saatlerde ortak sesler yükselirdi. Bir tek Nilgün’lerin evindeki ses farklı olurdu. Herkes önce Nilgün’ün sesinden nağmeli bir sanat müziği dinler, ardından kocasının çığırtkan sesini duyardı: “Yeter be kadın, bir günde sessiz sedasız şu masaya oturalım.”

Günler “Ahh bu şarkıların gözü kör olsun”la başlayıp, “İnleyen nağmelerle” biterdi.

Bu çalkantılı devinimlerin sebebi kimse bilmezdi. Nilgün bütün enerjisini toplar, çevresine gülümsemeler yayarak komşulara kahveye gider. Havaların değişkenliğinden, çocukların geçirdikleri yılın sentezine, komşu kızların nasıl da büyüyüp serpildiklerine kadar envaiçeşit gereksiz konudan bahsedip asıl konunun kıyısına bile gelinmezdi. İki oğlu vardı Nilgün’ün.

Biri kendi kadar güleç yüzlü Ferit, diğeri babası kadar uğursuz Murat. Örselenmiş ruhunun ilacı, bahçesine diktiği ortancalar, kasımpatıların çiçek açmasıydı. Kendi halinde onlara bakar, çiçeklerle konuşur, teker teker yapraklarına dokunurdu. Dokunmanın, sevmenin iyileştiren taraflarını bedeninden taşırıp, çiçeklerin dokusuna bırakırdı.

Her yazın vazgeçilmezi olmuştu bu rutin. Nilgün’ler gelecek, sesiyle sokağı şenlendirecekti. Herkes üç aşağı beş yukarı aynı tarihlerde gelirdi yaylaya. Gelemeyen de en geç bir haftaya orada olurdu. Bir sene gelmedi Nilgünler. Beklediler, beklediler gelen olmadı. Sokağa bir tenhalık düştü o yaz. Ruhunda yırtık oluşmuş, öfkeli bir ruh emiciye dönüştü yayla. Önüne gelenin ruhunu emdi. Önce bir çocuğu iliştirdi gözüne, kayalıklardan düşürdü aldı. Pınar’ın büyükbabasını da o yaz aldı; sallanan koltuğunda ikindi uykusuna daldığında. Sokağın başındaki üniversite sınav sonuçlarını bekleyen Serdar’ı da dalgınlıkla görmeden içine düştüğü “yol yapım çukurunda”. En sonunda da Mevlide teyzenin gelinini, yedi aylık bebeği karnındayken ikisinin birden, tansiyon kılıfına girerek. En yüksek vuruşu burada yapıp gitti emici. Zaten geriye kalan kimsede de ruh kalmadı o yaz.

Nilgün olsaydı “Bir Fırtına Tuttu Bizi” güzel sesiyle çağlardı kesin.

Sonradan öğrenildi Nilgün’e ne olduğu. Yıllarca içinde biriktirdikleri damarlarını fazla zorlamış olmalı ki kocasının fiziki şiddetle perçinlediği çığırtkan sesine maruz kalırken bayılıyor. Ayılır nasılsa deyip öyle bırakıp gidiyor adam. Ferit gelip annesini öyle görünce çığlıklarıyla mahalleyi ayağa kaldırıyor. Ambulans, hastane, doktorlar, ameliyat derken sesini kaybediyor Nilgün. Felç geçiriyor daha otuzlu yaşlarında.

Bütün bunlar yaşanırken kocası ve Murat’ın nerede olduğu tüm ahalinin merak konusu oluyor. Nilgün yaşadığı tüm şiddetlerde kocasının yanında oğlunun da şiddetine maruz kalıyormuş. Ferit bunların hepsini polis ifadesinde anlatmış ama bir şey yapmamışlar. Tüm mahalle de komşu Sevim’in polis oğlunun annesine anlattıklarından öğrenmiş mevzuyu. Yıllarca konuşamadan yaşamış Nilgün. Bir daha yayla evine hiç gelmeden ruhunu dört duvar arasında hapis geçirmiş.

Uğursuz Murat’la, iyice mahzunlaşan Ferit kocaman delikanlı olduklarında bir uğramışlardı yaylaya. Pınar, Ferit’in mahzun gözlerinden hemen tanımıştı çocukluk aşkını. Sokağın kadınları çevrelerini sarmış, soru yağmuruna tutmuştu gençleri. O zaman öğrenmişlerdi Nilgün’ün dünya değiştirdiğini. Uğursuz Murat çat diye söylemişti; “Annem intihar etti” diye.

Herkesin kafasında aynı soru kalakalmışlardı: Nasıl?

O yazın mevzu Nilgün’ün intiharı olmuştu ya Sevim’in oğlu yetişmişti yine tüm soruların yanıtı için. Nilgün’ü kocası atmıştı pencereden. Çocuklarının yanında. Murat tabii ki uğursuz ruhundan beklendiği üzere babasından yana olmuş. Ferit’in tüm itirazları şiddetle bastırılarak konuşamaz duruma getirilmişti. Dava, delil yetersizliğinden intihar olarak kapatılmıştı.

Pınar, yıllar sonra aklına düşen Nilgün hayalinde dalıp gitmişken, düşüncelerinin akışında kendini onların bahçesinde buldu. Kendi evlerinden gelen şarkı sesi uzaklaşmıştı artık. Çocukluk aşkının annesine hayran, mahzun baktığı o anlara gitti. Nilgün’ün elinin değdiği her yere tek tek dokunup, içinde o güzel sesli kadının şarkılarının ritmini duyumsamayı istedi. Yere düşen sandalyeyi kaldırıp oturdu Pınar. İçinde yeniden Nilgün’ün sesi yankılanmaya başladı:

“Aklımda kalmazdı, yüzün ellerin,
Ah bu şarkıların gözü kör olsun…”

Özge Can

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 20 Aralık 2019 at 11:03

    Çok çok güzeldi.
     
    Bu hafta sanki sözleşmişiz gibi sen, ben, Ateş kadına şiddet konusunu farklı farklı öykülendirmişiz. Bu öyküler çıkıyor içimizden çünkü her gün yeni bir kadın cinayetinin haberiyle yıkılmaktan, yargının adaletsizliğinden, soruşturmaların yetersizliğinden, katillerin aldığı ceza indirimlerinden yıldık, usandık.
     
    Kadına şiddet konusunda farkındalık yaratma çabana hayranım canım. Sen hep yaz, hep anlat.

    • Yanıtla Özge Can 20 Aralık 2019 at 13:17

      Teşekkür ederim canım 🙏
       
      Hep aynı yerden yaralanıyoruz, erkek şiddetinin çeşitlendirilmiş haline maruz kalan tüm hemcinslerimizin sesine ses olmaya çalışıyoruz. Dergimiz senin öncülüğünde bu konuda çok aktif. Duyarlılık diyemiyorum buna daha çok; farkındayız, hissediyoruz, ses olmaya çalışıyoruz! Bir gün tüm bu yaşananlar, yazdıklarımızın distopik olarak kalması umuduyla 🙏
       
      Sevgimle canımm, sen de hep yaz, anlat, gerek kalmayacağı günlere kadar 💙

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 2 Ocak 2020 at 17:14

    İçlerde yaşanan fırtınalar….
    Çok hazindi ama, verdiği mesaj göz yaşartıcı idi.
    Dilerim en kısa zamanda, kadını sevmeyi, korumayı, yüceltmeyi ve saygı duymayı öğrenirler.
    Kadının, bu Dünya’daki en kutsal görevlerinin farkına varırlar.

    • Yanıtla Özge Can 3 Ocak 2020 at 00:16

      Öncelikle teşekkür ederim yorumunuz için🙏 Kadınları üzerlerine biçilen tüm görevlerden azledip, evvela varlığı için, sadece insan olduğu için kutsamalıyız. Değer vermeyi, sevmeyi, saygı göstermeyi gönül rızasıyla öğrenmeyecekler maalesef, bizler de her türlü ortamda bunu sağlamaya çalışacağız.
      Sevgimle…

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan