Pamir’in askısı gece boyunca yaptığı gibi bir kez daha düştü omzundan. Bir iki saniye dokunmadı askıya Pamir, ardından yavaşça kaldırıp omzuna yerleştirdi. Eren tirbuşonu mantara sokup tek bir harekette açtı. Başının hemen üzerindeki dolaptan yeni birer kadeh çıkartıp yavaşça doldurdu bardakları. Pamir’in oturduğu tezgâhın…
Şimdi geriye dönüp baktığında bunu nasıl aralık ayında yapamadığına hayret ediyordu. Zamanla insanın alışmayacağı keder yoktu gerçekten de. Aralıkta onsuz nefes dahi alamayacağını düşünürken haziranda, aralıkta hissettiklerine şaşar olmuştu.…
Baran’a cevap olarak “Elbette” yazıp telefonu koltuğa fırlattı. Kütüphanesine yöneldi, Uğultulu Tepeler’i alıp camın önündeki berjere oturdu. Baran’a olan sinirini yönlendirebileceği tek karakter Heathcliff’ti. Üç saat sonra hâlâ kitabı okuyordu ve Baran aramamıştı. Kendine bir küfür daha savurduktan sonra kalkıp mutfağa yöneldi. Filtre kahvesi…
Plajın masalara doğru inen tahta yolu; dört direği tül, sarmaşık ve led ışıklarıyla dekore edilmiş bir taga ulaşıyordu. Pamir hangi masaya gideceğinin bilincinde tagın altından geçerek sol tarafa yöneldi. Didem etrafı seyrederek ilerlediğinden biraz geride kalmıştı. Gözleriyle Pamir’i aradı. Bulduğunda bir an inanamadı gördüğü…
“Öncelikle Kuzey ve benim duygusal bir bağımız var; bu sadece ‘aşk’ değil. Kuzey, on yılda bir hayatıma girmiyor, 20 yıldır arkadaşım. Son birkaç yılında cinsel bir boyutu oluştu sadece ilişkimizin. Aşk yok diye de değersiz değil yaşadıklarımız. Ayrıca “sevişmemek” ne diye meziyet oluyor, onu…
Kuzey üzmüyordu Pamir’i, bunu anlatamıyordu kimseye. Sözler vermiyordu, beklenti oluşmasına izin vermiyordu, neyse oydu. Pamir ne kadar devam etmek isterse o kadar sürerdi aralarındaki -her nasıl tanımlanıyorsa o- ilişki. Ve bu sefer “Tamam, bu kadar” demişti Pamir. Bundan fazlasını istiyordu. “Kuzey’in de Baran’ın da…
Önceki gece, vücudu ağlamaktan yorgun düştüğünde, stresli bir uykuya dalmıştı. Sabah, ruhunu esir eden aynı tedirginlikle uyandı. Çok saçmaydı belki ama sanki büyük bir kazadan son dakikada kurtulmuş gibi hissediyordu. Duvara doğru son sürat gidişlerini görmüştü çok net. Gerçekleşebilecek olanların yarattığı endişeden sıyrılamıyordu. İlişkilerini…
“İçin rahat edecekse böyle düşünebilirsin. Terk eden, darbe indiren, aşka aşık bir Don Juan olduğumu… Bunların hiçbiri değilim ben, ne var ki seni olmadığıma ikna etmeye çalışmaktan yoruldum. Ne yaparsam yapayım vardığın bu yanlış yargılara kuvvetle tutunmakta ısrar ediyorsun. ”…
Pardon?! Sen beni gecenin bir yarısı aradı diye azarlayabileceğin eski sevgilinle karıştırıyorsun herhalde. “Yapma” dememiş; bunu demene izin vereceğimi sanıyor olamazsın. Bir de davranışlarımın “yanlış” olduğunu söyleme cüretini de bulmuşsun kendinde. Kim verdi sana beni yargılayabilme hakkını? Benim vermediğime eminim. Beni suçlamaya kalkmadan paylaşacağın…
Tanrım, diye düşündü Pamir. Üçüncü bölüm yayına gireli henüz bir saat olmuştu ve Baran çoktan okumuştu. Sanki hikayedeki kötü adam kendisi değilmiş gibi sakince değerlendirmesini yapıyordu. Söyledikleri Pamir'in kulağına uğultu halinde geliyor, sesler kelimelere dönüşmüyordu. Dikkatini yeniden Baran'a vermeye çalıştı.…
Bir şey düşünmeyi engellemenin en iyi yollarından biri de uyumaktı fakat huzursuz uslar uykuda bile rahat vermezdi insana. Baran'dı, Kuzey'di, Dinçer'di, Leyla'ydı, Levent'ti derken saçma sapan sahnelerde gezindi durdu zihni.…
90’ların telefon seksi, 2000’lerde Internet’in hayatın her alanına girmesiyle daha cüretkâr bir boyuta ulaşmış, baştan çıkarma oyunlarının her türlüsüne bayılan Pamir için selfie böylece farklı bir anlam kazanmıştı. Kuzey’le son birkaç yıldır ara ara oynadıkları bu oyun, cumadan bu yana artmış, gelen WhatsApp mesajlarına…
Bu “canım”lı cümle hangisine mi aitti? Her ikisine de. İlişki sonrası o en tuhaf dönemdeydiler; hitap sorunu dönemi. Aşkım, sevgilim, börtü böceğimden sonra elinizde isimler kalır çoğunlukla; “Pamir. Baran.” Oysa ikisinin ayrılığı da bir tuhaf olduğundan onlar “canım”ı seçmişlerdi. Nasıl bir ayrılıksa sevgililerden daha…