Yazılı Metin

Aşk Bu Değil, Yapma Güzel | 1

16 Mayıs 2023

Öykü: Aşk Bu Değil, Yapma Güzel | 1 | Yazan: Metin Çoban

 

İndeks

Aşk Bu Değil, Yapma Güzel | Bölüm 1
Aşk Bu Değil, Yapma Güzel | Bölüm 2
Aşk Bu Değil, Yapma Güzel | Bölüm 3
Aşk Bu Değil, Yapma Güzel | Bölüm 4

 
Covid-19 salgınıyla geçen iki sene benim için oldukça verimli geçti. Her gün aylak aylak kafelerde oturmadım, evde oturup aylarca yazmadığım, borsadaki hisse al/sat işlemlerini otomatik olarak yapan algoritmayı tamamladım. Bu sene de algoritmam İMKB’nin onayı aldı ve 5 aracı kurumda kullanılmaya başlandı, düzenli olarak oldukça fazla gelirim var. Sonucunda pandemi yasakları kalktı ve yine kafelerde, barlarda aylaklığa devam ediyorum.

Cuma günü bir kadın beni Özer Enerji Anonim Şirketi’nden aradı, samimi bir sesi vardı. Benim yazılımım hakkında görüşmek istiyorlarmış, pazartesi günü için randevu istedi. Maslak’ta bulunan plazalardan Giz Park Plaza önündeyim. Saat 13.45 ve hava sıcaklığı 5 derece. Ana kapıdan geçtikten sonra danışma bankosuna yürüdüm.

“Ben Ertuğrul Soyer, Özer Enerji A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı, Cemal Taner Bey’le 14.00’de randevum vardı.”

“Tamam Ertuğrul Bey, Cemal Bey’in ofisi çatı katında, asistanını arayayım geldiğinizi haber vereyim.”

Kısa bir telefon görüşmesinden sonra karşıdaki asansörden 19. kata çıkmamı söyledi. Asansöre yöneldim, 18’e kadar numara vardı. Herhalde yanlış numara söyledi diye, 18 sondur diye son kata kadar çıktım. Asansörde aynaya baktım, pek iş görüşmesine gelen biri gibi değildim. Kirli bir sakal, saçlar 3 gündür yıkanmamış, el örmesi gibi kalın dik yaka beyaz kazak, siyah bluejean ve üzerimde hâkî renk parka. Beni gören kurye sanabilir. Asansörün kapısı açıldı, tek elinde tableti göğsüne yapıştırmış, diğer elini, elimi sıkmak için bana doğru uzatmış, siyah pileli mini eteği, gri simli bir triko, kulağında hafif abartılı halka küpeleri olan orta boy memeli, dar kalça ve siyah mus çorap çok yakışan sütun gibi bacakları olan, koyu kahve rengi iri gözleri ve kalın siyah kirpik ve kaşları olan, sütlü çikolata renginde bir afet karşıladı. Sanki Salma Hayek karşımda, biraz gençleşmiş ve uzamıştı.

“Hoş geldiniz Ertuğrul Bey, ben Sengül, Cemal Bey sizi ofisinde bekliyor, ben size yolu göstereceğim.”

“Tamam önden buyurun. Pardon adınızı yanlış mı anladım, Şengül değil Sengül mü dediniz?”

“Yok doğru duydunuz, babam şifre ve anagramları çok severdi, annem adı Gülsen olsun demiş, annemin ölen kız kardeşinin adıymış, babam da ölen insanların isimlerini koymak istememiş ve Sengül koymuş adımı.”

“Babanız çok haklıymış.”

Meğerse 19. kat da varmış. Binanın çatısına yapılmış bir villa var resmen. Alt katta mavi yakalıların salonu var, herkes masasının başında ekranlarına bakıyorlar. Ne tuhaf oldu insan hayatı, bir şeyler üretmek için, satmak için saatlerce ekrana bakıyor. Eskiden böyle miydi?

Kız ve onun kıvrımlı kalçası önümde merdivenleri adımlıyor. Güzel bir kokusu da var, sanki bahar çiçekleri gibi kokuyor. Mini eteğinin pilileri o kadar hareketli ki bir iki adım geriliyorum, o muazzam kalçayı görmek istiyorum. Etek iyice yukarı çıkıyor ama istediğim yeri tam göremiyorum, çok azdım, Allah’ım, bu kız benim olsun diye mırıldanıyorum, geri dönüyor halimi görünce biraz kızgın, “Kıçıma mı bakıyorsun?” der gibi bakıyor.

“Bir şey mi dediniz Ertuğrul Bey?”

“Yok. ‘Allah’ım daha çok çıkacak mıyız?’ diye söyleniyordum.”

“Geldik merak etmeyin.”

Oldukça lüks döşenmiş bir ofis, üst katın tamamını kaplıyor. Cam kenarında büyük bir toplantı masası, bordo rengi chester deri koltuklar, büyük bir kütüphane ama içinde hiç roman yok, sanki şirketin geçmiş yıllarının ansiklopedik bilgileri gibi hepsi yaldızlı ciltli.

İçeride 4 kişi var. İkisi lacivert takım elbiseli. 1 orta yaşlı kadın, derin yırtmaçlı bir etek giymiş ve sonuna kadar da açık şekilde oturuyor, külotlu çorabının, son çizgili kısmı görünürken -bacaklarındaki selülitler de cabası- az önceki azgınlığım şimdi süt liman oldu, aslında iyi de oldu. Diğer kişi ise şişman ve saçları oldukça dökülmüş, pala bıyıklı siyah takım elbise giymiş ve maalesef siyah kravat takmış, bizim oradaki kebapçının şef garsonu Hayati abi gibi biri. Elini bana doğru uzatarak “Artu Bey hoş geldiniz, ben Cemal Özçelik. Hanımefendi, Sema Özçelik. Bunlar da oğullarım, Mert ve Berk. Ortağım rahmetli Ercan Bey’in kızı ve şimdiki ortağımız Sengül Hanım’la tanıştınız sanırım.”

Cemal Bey’den sonra, 2 oğlanın ellerini hızlıca sıktım, sonra kadına nezaket olsun diye, uzattığı elini hafifçe öptüm, çok hoşuna gittiğinden mi yoksa komik mi geldi, biraz kıkırdadı. Sonra Cemal Bey’e dönerek. “Cemalciğim, beyefendinin adı Ertuğrul değil miydi? Ama sen ona Artuğ Bey dedin de.”

“Semacığım Artuğ değil Artu, tabi ki asıl adı Ertuğrul ama herkes onu Artu Bey diye tanıyor.”

Kısa açıklama yapma ihtiyacı hasıl oldu, döndüm Sema Hanım’a; “Siz bana istediğinizi söyleyebilirsiniz, hiç sorun değil. Benim adım biraz uzun olduğu için ve ‘ğ’ içerdiği için, ilkokul ve orta okulda ve hatta mahallede herkes bana ‘Ertu’diye sesleniyordu. Sonra Anadolu Lisesi’ne gidince, İngilizce de öğrenmeye başlayınca, Artu demeye hatta bunu da sembolleştirerek R2 yani İngilizce okunuşuyla Artu‘ya dönüştü. Yazılımcılar arasında da adım böylece R2 olarak kaldı.”

Kısaca hâl hatır sorduktan sonra ne içileceği soruldu. Akşam çok fazla içmiştim, Türk kahvesine hayır diyemezdim. Türk kahvesi istedim. Sengül birden ayağa kalktı, “Kahvenizi ben kendi elimle yapacağım” dedi ve kapıdan çıktı. Sengül odadan çıktığı an, oda beni boğmaya başladı. Kız istemeye gelmiş gibi hissettim kendimi. İnsanlar karşısında çok rahatımdır aslında, ayaklarımı uzatır, bazen koltuktan sallar, yayılarak otururum. Sengül içeri girene kadar huzursuz ve terliyordum. Kahveyi önce bana uzattı, o an Cemal Bey’e önce uzatması gerekiyor hissine kapıldım, gözlerini gözlerimin içine dikmiş alsana der gibi bakıyordu. Zaten kahve tepside tek bir fincandı. Şaşırdım; “Sadece benim için mi kahve yaptınız? Hiç gerek yoktu, ben ne olsa içerdim” dedim.

Salma Hayek gibi kız; “Olur mu hiç canım! Bu kahveyi sadece karşılama için size kendi ellerimle yaptım, biraz sonra zaten görevli kişi bize servis yapacak. Bu size hoş geldiniz kahvesi, afiyetler olsun” dedi.

Cemal Bey, konuya girdi; “Artu bey, biliyorsunuz şirketimizin %25 hisseleri İMKB’de işlem görüyor, halka açık bir şirketiz. Şirketin en çok hissesi benim elimde, bu da %35. Eşimde %10, oğlanlarda ve kızımda da %5 olmak üzere %60 hisse elimizde. Geri kalan %15 hisse ise rahmetli ortağım Ercan Bey’in kızı Sengül ve oğlu Tarık’ın üzerinde. Kızım Ece ve Tarık bugün burada yok. Ece, Paris’te tatilde, Tarık da bugün vize sınavları olduğu için bu toplantıya katılamadı.

Size neden ihtiyacımız var onu anlatmak istiyorum. Malum çağımız enerji çağı, bizim şirketimizin de elektrik üretimi ve doğalgaz dağıtımı üzere birkaç şirketi var. Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Putin’in aldığı karar neticesinde, Akkuyu Nükleer Santrali’nden sonra, Sinop Hamsilos koyuna da bir Nükleer santral yapılacak, bunun için şirketimiz Rus şirketi RUSGAS ile bir konsorsiyum içinde ortaklık yapacak. Buraya kadar sizinle ilgili bir durum yok tabii ki. Ancak bu şirket bizim yavru şirketleri ve ana şirketin yüzde 51 hissesini de satın alacak. Sengül bu projeye karşı olduğu için tüm hisselerinden kurtulmak istiyor, benim kız ve hanım da şirket işlerinden uzak kalmak istiyor. Oğlanlar ve ben devam edeceğiz.

Şimdi size şirketimizin mali verileri, piyasa bilgileri, projeleri bir dosya olarak verilecek. Bunu algoritmanıza yükleyin lütfen. Biz bu devir işlemleri yapılana kadar borsa değerinin 4 veya 5 kat artmasını istiyoruz çünkü devir günü borsada işlem gören fiyattan hisseler devredilecek.”

“Cemal Bey beni çok şaşırttınız, benden borsada manipülasyon yapmamı istiyorsunuz. Bu büyük bir suç. Ben sizinle hiç konuşmamış olayım, bu mümkün değil.”

“Ya Ertuğrul Bey bunun için size 10 milyon Dolar para vereceğiz. Neden kabul etmiyorsunuz?”

“Bakın, benim paraya ihtiyacım yok, kimseye borcum harcım yok, kendime yetiyorum. Paranız sizde kalsın, manüpilatif işlem yapmak benim işim değil. Ayrıca, ben sadece programı yazdım, kullanıcı olanlar aracı kurumlar, gidin onlarla görüşün, doğru insan ben değilim.”

“Bakın Artu bey, Ertuğrul Bey, tabii ki siz aracı kurum değilsiniz, ben sizin programı kullanan aracı kurumlara gittim, onlar; ‘Sizin verilerinizi programa gireriz ancak diğer firmalar gibi 2 veya 3 gün AL emri gelir, yüzde 20, 30 kazanç olunca haliyle SAT emri gelir. AL ve SAT emirlerini program otomatik yapıyor biliyorsunuz’ dediler. ‘Ancak, program algoritması sizin lehinize değiştirilirse devamlı AL emri gelir. SAT için kazanç rakamını yüzde 20, 30 barajını kaldırmak gerekir. Bu da yasa dışı bir şey’ dediler.”

“Gördüğünüz gibi Cemal Bey, yasa dışı bir olay ve ben bu işte yokum. Bu konuşmayı da başka yerde duyurmayalım. Şimdi çıkıyorum, size iyi günler.”

Kapıya doğru yöneldim, herkes ayağa kalktı, Cemal Bey hızlı adımlarla yaklaştı.

“Peki size 20 milyon Dolar versem, 10 milyon hemen, 10 milyon satıştan sonra olsa!”

“Olmaz Cemal Bey, bu işlemde ben yokum. 100 milyon verseniz de yokum. Size iyi günler.”

Kendimi dışarı zor attım, ağzıma gelen küfür, hakaret ne varsa söylüyordum. Arabamı valeden aldım, doğru Boğaziçi Köprüsü yoluna döndüm. Tam köprünün üzerindeyken cep telefonum çalmaya başladı. İsim yoktu, telefon listemde olmayan biri idi ve cep telefonu numarası idi.”

“Alo Artu Bey, merhaba ben Sengül.”

“Ah Sengül Hanım kusura bakmayın, sinirlendim size veda edemedim.”

“Yok Artu Bey, siz kusura bakmayın, bu durumu ben tahmin edemedim. Sadece borsada işlem gören hisseler hakkında görüşeceklerini söylediler. Böyle bir manipülasyondan benim hiç haberim yoktu. Ben size şey diyecektim…”

“Efendim Sengül Hanım.”

“Şey, sizi bu akşam yemeğe davet edebilir miyim? Müsait misiniz?”

O an arabanın frenine basar gibi oldum, yanlış duymuyordum herhalde, tüm Boğaz Köprüsü’nün gürültüsü kayboldu, tam bir sessizlik aldı her yeri. O muhteşem kalçalar ve sütun gibi bacaklar beni akşam yemeğine davet ediyordu. Biraz mahcup; “Tabii ki müsaitim, nasıl isterseniz? Kaç gibi buluşalım? Sizi Alayım mı? Nereye Gidelim?”

“Şey beni almanıza gerek yok, kendim geleceğim. Sizin için uygunsa Etiler Ristorante İtalya olur mu? Saat 20.30 ne dersiniz?”

“Tabii tabii, orası olur. Saat 20.30.”

“Anlaştık o zaman saat 20.30’da görüşmek üzere.”

İlk buluşmanın heyecanı vardı üzerimde. Saat 20.00 gibi restoranın önüne geldim, arabamı valeye bıraktım. Restorandan içeri girdim. Her zamanki yerime götürüyorlardı, “Sengül Hanım rezervasyonu” dedim. Hemen restoranın uzak köşesinde kısmen Boğaz’ı gören bir masaya götürdüler. Öğlen giydiğim kıyafetlerimi değiştirmiştim, uzun bir duş, fazlalık saç ve sakalların kesilmesi sonucunda, hiç de fena görünmüyordum. Yaklaşık 20 dakika sonra kapıdan içeri doğru Salma Hayek bana doğru geliyordu. Saçları bu sefer atkuyruğu değildi, serbest bırakılmış hafif dalgalandırmış, beyaz uzun kollu keten bir gömlek, üzerinde hardal rengi kanvas spor bir ceket, buz mavisi bluejean, yine ceketinin renginde yarım bot vardı. Gömleğin düğmeleri göğüs dekoltesi yapacak kadar açıktı, sütyenden herhangi bir iz görünmüyordu. Sanırım sütyeni yoktu. Hemen sarıldı, yanaklarımdan öptü. Otururken onun önce oturmasına dikkat ettim. Bana ne oluyordu anlamıyordum. Hayatta böyle şeylere dikkat etmezdim.”

“Merhaba, yerimizi beğendin mi?”

“Çok güzel, bir şey sorabilir miyim? Cemal Bey, sizi beni ikna etmek için bu yemeği ayarlatmadı değil mi?”

“Nasıl böyle bir şey söyleyebiliyorsunuz, tabii ki hayır. Ben kendim sizinle baş başa yemek yemek istedim. Bugünkü davranışınız tam şövalyelik bir tavırdı. Halen etkiniz altındayım, ayaklarım hâlâ yere basmıyor. Halbuki sizi yanlış tanımışım, yanlış tanıtmışlar sizi bana.”

O Sırada şef garson masaya yaklaştı, “İyi Akşamlar Sengül Hanım, Ertuğrul Bey. Siparişiniz için karar verdiniz mi?”

Sengül yüzüme baktı, siparişi benim verip vermeyeceğimi süzdü, elimle buyurun dedikten sonra; “Dana Carpaccio, Salata, Ragulu Pappardelle ve şarap olarak Toscana Chianti.” Ardında da “Sen ne istersin Ertuğrulcum?” diye ekledi.

Bana ilk defa ismimle hitap etti ve Ertuğrulcum dedi, biraz menüye bakar gibi yaptım, “Carpacciondan biraz ben de alırım, Carpaccio di Polpo ve Karidesli Canneloni rica ediyorum. Sengül’ün şarabı bana da uygun. Teşekkürler.”

Şef masadan ayrılırken, Sengül masadaki su bardağından biraz su yudumladı. “Gerçekten bu akşam davetimi geri çevirmediğin için teşekkür ederim” dedi.

“Asıl ben teşekkür ederim. Seni ilk gördüğüm anda ‘Allah’ım bu kadınla birlikte bir dakika geçirmek için neler vermezdim’ demiştim. Demek ki bugünlerde Allah’ın sevgili kuluyum, bana seninle bir akşam yemeği hediye etti. Tüm isteklerim bu kadar değildi tabii ki.”

“Ne kadar açık sözlüsün, işte şimdi bilinen Artu oldun. O kadınlara direkt yürüyen nasıl olsa %50 şansım var, bu gece bu kadın bana ya verecek ya da vermeyecek, vermeyecekse veren biri mutlaka çıkar diyen Artu. Pes yani.”

“Ya öyle değil, senin güzelliğin, teninin rengi, o mermer bacakların aklımı başımdan aldı, bir ara kahve yapmaya gittin, tüm oyuncakları elinden alınmış çocuk gibi oldum, inan bana. Sonra beni yemeğe davet etmek için aradığında, dünyadan bir anda fırlatılmış roketin içinde, uzaya çıkıp uzayın içinde sesimin çıkabildiği kadar bağırdım sanki ‘İşte bu, işte bu, thanks God.'”

“Uzaya niye çıktın ki onu anlayamadım.”

“Ayaklarım o kadar yerden kesildi işte, yukarıya çıkıp bağırdım sevincimi de kimse duymasın, erkekliğe de bok sürmeyelim diye orada bağırdım, nasılsa kimse duymaz görmez.”

“Allah Allah, ne olacak ki? Bir kadın bir adamı yemeğe davet edemez mi? Ayrıca ben ulaşılmaz değilim, ulaşılabilirim, zaten sana da ben ulaştım.”

“Olay ulaşmak ya da ulaşamamak değil, bir kadınla yemeğe çıkıyorum diye o kadar sevinmeye gerek yok, biri görürse Artu kadın için deli divane oldu demesinler diye işte, anla artık.”

“Anlıyorum, anlıyorum, sen o bilindik Issız Adam triplerindesin yani.”

“O kadar da değil, işte yine de bir adımız var piyasada, racon kesiyorum ya.”

“Ben seninle daha önce de aynı masada oturdum ama o gün benimle hiç ilgilenmedin, bütün derdin Ece’yi bu akşam nasıl götürürümdü.”

“Nasıl yani aynı masada mı oturduk?”

“Çok az oturduk, sen Ece’yi alıp çıktın bardan. Senin adının neden Artu olduğunu bilmiyordum, Ece’nin telefonuna ismin R2 olarak kayıtlı idi. Ona sormuştum. ‘İsmini niye gizliyorsun çocuğun?’ dedim. ‘Yoo gizlemiyorum. Ar Two işte, adamın adı bu Artu’ demişti. Bugün detayları anlatınca şimdi daha iyi anlıyorum.”

“Ya bana kızacaksın ama bu Ece kim? Hiç hatırlamıyorum.”

“Ece bugün bahsi geçen %5 hisse sahibi olan Paris’teki Ece, Cemal Bey’in kızı.”

“Hassiktir, hiç hatırlamıyorum, iyi ki orada yoktu bugün. O mu söylemiş beni babasına?”

“Evet o söylemiş, ‘Para için her şeyi yapar, onun sayesinde kaç şirket borsada hatırı sayılır para kazandı’ demiş. Randevu için bana numaranı verdi, ben de seni aradım. Ama senin içinde meğerse şövalye varmış, çok şaşkınım şu an.”

“Para benim hiç umurumda değil, o kadın Ece kimse, onun parasının olup olmadığını bile bilmiyorum, kadını hatırlamıyorum bile düşünsene, yalnız ben seni nasıl es geçmişim ona şaşırıyorum.”

“O günlerde Covid yüzünden kalabalık yerlere çok girip çıkmıyordum, yeni yeni açılmıştı bu tip yerler, sen masaya geldiğin sırada yüzümde maske vardı ve karanlık bir köşede idik. Sen Ece ile kısa konuşup masadan kızı alıp kaçtın zaten.”

“Şanssızlık işte, kaçırmışım seni.”

“Aslında şanslısın. Eğer bugünkü şövalye davranışın olmasa, seninle hayatta işim olmazdı. Bana göre sen bar playboyu idin. Bar bar dolaşıp sona kim kalıyorsa veya kim sana kadeh kaldırıyorsa onunla gidiyordun. Bana göre değildin yani, seninle işim olmazdı.”

Carpacciolar masaya geldi, şarap tadımı için bardağıma biraz şarap kondu, tadıp çok beğenmiş gibi yapıp servis yapılmasını istedim. Benim olayım şarap değil ki. Ben barda viski içerim, yemekte rakı. İtalyan restoranı olunca, “Abi bana 35’lik rakı, biraz da meze diyemiyorsun” işte. Bir süre konuşmadık, şarap kadehlerini kaldırdığımız an gözleri, gözlerimin derinliklerine bakıyordu. O an içimde yıllardır hissetmediğim şeyler olmaya başladı. Gözlerindeki o bakış, biraz hüzün, biraz yalnızlık, biraz da teslimiyet vardı. Benden hoşlanmıştı sanki.

“Görüştüğün biri var mı? Bu gece benle yemek yiyorsun diye arıza çıkarmasın.”

“Ha ha ha, evet var. Tarık var mesela.”

“Öyle mi?”

“Tarık benim erkek kardeşim, 21 yaşında. Makine mühendisliğinde okuyor. Bugün vizeleri olduğu için toplantıya gelmedi. Onunla şimdilik beraber yaşıyoruz. Okul bitince kendi evine çıkacak. Bir kız arkadaşı var onunla yaşayacak galiba, geçen gün kiracısı evini boşalttı, tamirat yaptırıyor. Bunun dışında hayatımda olan bir erkek veya kadın yok.”

“Sorgulamak için sormadım. En hoşlanmadığım şey, birden masaya gelip kim bu hıyar, yemeğe çıkacağından niye benim haberim yok, diyen saplamalar.”

“Öyle davranacak adamlarla beraber olmam diyorum ama başıma da gelmedi değil. Hiç ummadığım biri vardı. Adam New York’ta yaşamış 10-15 yıl ama gel gör ki kafa klasik Türk kafası. Oraya bakma, kim bu konuştuğun, mesaj kimden geldi göreyim, akşam neden online’dın. İnsan, adam Yunan Tanrısı gibi olsa da bu kadar dayanıyor. Çekemem ben öyle kontrolcü adamı. Bu yüzden şimdi huzuru yaşıyorum.”

“Çekip gitti yani hiçbir şey demeden?”

“Gitmek zorundaydı çünkü benim evimde, bizim yatağımızda sekreteri ile yakaladım onu. Konuşacak bir kelimesi bile yoktu.”

“Boşuna sinirlendirip üzdüm seni, başka bir yere gidelim mi? Hesabı isteyeyim.”

“Hesabı almazlar. Yemeğe seni ben çağırdım unutma.”

Şef masaya geldiğinde “Umarım her şeyden memnun kalmışsınızdır” dedi. Teşekkür ettik. Dışarı çıktığımızda, kırmızı bir BMW araç ve şoförü, onun arkasında ise, benim külüstür TD5 kapıdaydı. Dışarı çıktığımızda hafif yağmur çiseliyordu. Sengül sol elimden tutuyordu. Parmaklarını parmaklarımla kilitlemişti. Bana döndü.

“Alkol alacak isek, benim arabama binelim. Arif Bey bizi istediğimiz yere götürür. Senin aracın burada kalsın, sonra buradan alırsın. Ne dersin?”

“Tamam anlaştık, yarın sabah işim yok zaten.”

Arabanın arkasına oturduk, Bebek yoluna döndük. Saat daha 11 civarıydı. Bara gitmek için çok erkendi. Bebek kafenin önünden geçtik, içerisi her zamanki gibi doluydu. Arabaya binerken bıraktığı elini, tekrar elime doğru uzattı, bu sefer parmaklarını kilitlemedi, sıkmadan sadece 3 parmağı ile elimi tutuyordu. Hep varlığını hissettiriyordu. Ben çok fazla el ele tutuşan biri değilimdir. Hele ki bir kadınla sokakta yürürken el ele yürümem ama onun elimi tutması sevişmekten daha çok haz veriyordu bana. Ben de parmaklarımla onun parmakların okşuyordum. Radyoda “Aşk bu değil, yapma güzel” çalıyordu. Sengül şarkıyı mırıldanıyordu. Sen insanı güldürürsün, sen insanıııı güldüüüüürürsün sen…

“Sever misin böyle şarkıları?”

“Kim sevmez ki? Bakma öyle Londra’da okuduk, İtalyan lokantasında yemekler, Amerikan kafelerde oturmalar, özümüzde biz Zeki Müren, Emel Sayın’ın çocuklarıyız. Meyhaneye de gideriz, bir yere daha giderdik ya unuttum onu…”

“Kerhaneye de olmasın o.”

“Bilmem valla, herhalde oraya gitmeyiz.”

“Sana bir şey soracağım, Sarıyer’de bir meyhane var, sadece bu tür 45’lik plakları çalıyor, oraya gidip sadece rakı, peynir yapmaya ne dersin?”

“Aaaa, iyi olur valla, dedim sana Sen İnsanııııııı güldürürsüüüün, sen

Yapma güzel…

Arif Bey’e yeri tarif ettim, zaten kendisi biliyormuş orayı, bizi kapının önüne kadar getirdi. “Hadi sen de gel” dedim ama “Görevdeyim, başka zaman” dedi. Arabayı park etmek için kapıyı açtı. İçeri girdiğimizde, boş masa yok gibiydi. Necdet abi, buranın sahibi, girerken beni gördü, işaret parmağını havaya kaldırdı, sessizce bir dakika beni bekle dedi. İçeride birkaç tanıdık yüz vardı, kafamla onları selamladım. Necdet abi yanımıza geldi, önce Sengül’ün elini sıktı “Hoş geldiniz” dedi. Sonra bana sarıldı, “Evlat nasılsın? Gelmedin birkaç haftadır!” O sırada garsonlardan biri, bir masayı havalandırıp meyhanenin denizi gören tek penceresinin yanına koydu. Hemen, beyaz bir masa örtüsü, küçük bir vazo içinde yapay çiçek, tuzluk, karabiber ve kâğıt peçeteleri koydu. Necdet abi eliyle işaret etti, artık buyurun oturun.

Yine meyhanenin içi gürültülü, sigara dumanı vardı ama çok sıcak, samimi bir hava da vardı. Fonda Zeki Müren’in sesini duyuyordum, kadeh ve çatal sesleri, arada sıra yükselen kahkaha ve gülümsemeler. Masaya hemen 35’lik rakı, beyaz peynir, levrek ceviche, roka yaprakları geldi. Sengül önce meyhanenin içini inceledi, sonra tam o sırada geçen, simsiyah bir tankerin üzerinde yanan ışıklara bakarak. “Çok samimi güzel bir yer, sanki İtalyan lokantası yemeğim gölgede kaldı.”

“Yok canım olur mu? Oranın yeri başka, buranın yeri başka. O İtalyan lokantasına da çok sık giderim, bak buraya ne zamandır gelmiyormuşum, Neco abi kızdı bana. Karşıda oturup da Sarıyer’e içmeye gelmek çok riskli, 4 yıl önce ehliyetimi kaptırdım, cehennem gibi bir hayat yaşadım. Bi’ daha aynı hataya düşmem. Taksi veya otelde kalmak. Artık böyle yaşıyorum.”

“Aferin sana, doğru olanı yapıyorsun.”

“Bu masadaki Ceviche benim tarifimdir. Peru usulü Ceviche, bizim Sarıyerli meyhaneciler, soslu levrek dedikleri bir mezeleri vardır ama onda levrek pişirilir. Bu ceviche tutmaz bizim burada dediler, 1 ay sonra herkes Cevicheci oldu, ‘Başka ne yapalım?’ dediler. Gelecek hafta onlara Somon Gravlaks yapmayı öğreteceğim.”

“Ya Ertuğrul sen neymişsin, ben seni itin teki sanıyordum, içinden centilmen, çevreci, adil bir şef çıktı. Allah’ım bakalım daha neler göreceğiz.”

“Aslında itin tekiyim yine de. Seni ilk gördüğüm anda ben bu kadına nasıl sahip olurum diye planlara giriştim. Böyle bir şey yaşamayı hiç planlamadım, ilk defa buraya bir kadınla geliyorum. Ondan Neco abi de şaşırdı, masa falan kurdu, yoksa ben onun yanında kasanın arkasında rakımı içer, mezemi yer, giderdim. İlk defa kontrol bende değil, sanırım sende.”

“Kontrol ne sende ne de bende. Ne yaşanacaksa o yaşanıyor şu an.”

Bu sefer rakı kadehlerini tokuşturduk ne şerefe dedik ne sağlığa dedik, gözlerimiz birbirine kenetlenmişti, ikimiz birden “Aşka o zaman” dedik.

Yaklaşık 2 saat kadar daha oturduk, müzik dinledik, konuştuk, rakı şişemiz bitti. Neco abi geldi masaya, Sengül ile tanıştırdım. Çok mutlu oldu, ilk defa bir kadınla oraya gelmiştim. Onu onaylar gibi, yüzüme baktı kafasını salladı, “Aferin lan Artu, aferin” der gibi bakıyordu.

Arif Bey, kapıda bizi beklerken Necdet abi kendisine, balık ekmek yapmış, rakı da göndermiş ama Arif Bey sağlam karakter, sadece kola içmiş. Biz kapıdan çıkınca Sengül’ün arabanın kapısından girerken kafası çarpmasın diye elini siper etti. Ben girerken ise elini çekti, yüzünde müstehzi bir sırıtma vardı.

“Arif bey, Ertuğrul Bey bu gece bizim Klas Otel’de kalacak oraya bırakabilir misiniz?”

Arif başıyla onayladı. Ben biraz şaşkındım. Hiç beklemediğim bir şeydi. Ya ona gideriz ya da bana gideriz diye düşünmüştüm.

“Gerek yoktu ben taksiyle de eve giderdim.”

“Olmaz, bu gece misafirimizsin. Dinlen sabah arabanı alır gidersin, tekrar buralara gelme. Zaten evim de, otel de Levent’te.”

“Peki senin dediğin olacak bu gece.”

“Aynen.”

Otelin önüne geldik. Kaç gece kalmıştım bu otelde kim bilir? Bu bölgede içtim mi ya da bir kadınla geldim mi, Een yakın kalınacak, en temiz otel. Resepsiyona geldiğimizde, resepsiyondaki görevli “Ertuğrul Bey, sizin odanız boş değil, corner vereyim mi?” diye sordu. Sengül’ün yüzü kızarmıştı, her zaman benimle gelen kadınlardan sanılmak istemiyordu. Konuşmada araya girdi.

“Ertuğrulcum bu akşam bizim misafirimiz, ona rezervasyon yaptırmıştım zaten.”

“Kusura bakmayın hanımefendi, Ertuğrul Bey tanıdık konuğumuzdur, ondan öyle konuştum bir bakayım, evet 805 no’lu suit Ertuğrul Bey’in. Hemen anahtarınızı veriyorum.”

Anahtarı aldıktan sonra, Sengül elimden tuttu, benimle asansöre geldi. 8 numaraya bastı ve yukarıya çıkmaya başladık.

“Yahu senin bu İstanbul’da girip çıkmadığın yer yok mu? Nereye gitsek tanıdık, nereye gitsek sen devamlı müşterisin.”

“Hayatım, İstanbul benim için buralar zaten, her gece Şile‘ye ya da Sancaktepe’ye gidecek değilim. Gece çıkıyorsan buralar.”

Odaya geldik, kapıyı anahtarla açtım. İçeri el ele girdik, odayı kontrol eder gibiydik, yatağın önünde öpüşmeye başladık, çok arzulu bir öpüşmeydi, dudaklarımın kenarı tamamen rujla kaplanmıştı farkındaydım, yağlı dudaklarımız birbirini kemiriyordu, elimi bluejeaninin içine külodunun içine soktum, elime bir sürü kasık arası kılı geldi, birden bir şaşkınlık yaşadım, bu şaşkınlığımı anladı.

“Ne oldu rahatsız mı oldun?”

“Yooo, ne zamandır böylesine rastlamıyorum, hoşuma gitti. Neredeyse bir serçe yuvası var burada.”

“Serçe yuvası mı? Seninki için karga kadar diyorlardı.”

Öpüşmeye devam ediyorduk, elini kasıklarıma götürdü, avuçlarının içine aldı, biraz sıkıştırdı, sonra yatağa itti beni. “Şimdi güzel güzel uyu, devamı başka zamana, bu gece olmaz.”

“Beni bu halde bırakıp mı gideceksin?”

“Bunda bir plan yok, bir kasıt da yok. Henüz hoşlanma hâliyle olmasını istemiyorum. Yol alırsak olur, almazsak bakarız.”

Eğildi, son kez öpüştü benimle, aynanın önündeki kâğıt mendillerden birkaç tane aldı. Dudaklarının kenarlarına bulaşmış rujları sildi, kapıdan çıkarken elini dudaklarına götürdü, öpücük yolladı, iyi geceler, dedi. Çıktı, kapıyı kapattı.

Aşk bu değil yapma güzel
Sen insanı güldürürsün
Sevişirken güzel güzel
Sen insanı öldürürsün.

 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Metin Çoban
 
 

Notlar:

  • Peru Usulü Ceviche Tarifi: Levrek balığını fileto olarak çıkartın, kılçıklarını temizleyin. Üzerindeki kabuğu çıkartmak için kabuğunun üzerine kaynar suyu hızlıca gezdirin ve kabuğunu soyun. Balığı 3 cm’lik kalınlıkta dilimleyin, cam bir kaba koyun.Sos için, 1 bardak limon suyu, ince kıyılmış maydanoz, ince kıyılmış kırmızı soğan, ince kıyılmış chili biberi karıştırıp balığın üzerine dökün.3 saat kadar buzdolabında bekletin.
  • Somon Gravlax : Fileto somonun kabuklarını sıcak su dökerek soyun. Bir somonun 10 cm’lik dilimi için 250 gr. Toz Şekeri, 250 gr tuz ile karıştırın. Balığın altına ve üstüne tuz şeker karışımını koyarak ve açık yer bırakmamaya özen göstererek 24 saat buzdolabında bekletin. Balık bu süre içinde tüm suyunu bırakmış olacaktır. Balık pastırması şeklinde dilimleyin.

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 16 Mayıs 2023 at 15:06

    Tam benlik konu 😁 Aşk, meşk,… 🎉
     
    Sengül’e bayıldım, Artu’nun kibrini yerle bir eder umarım 😂 Kendi kabul etmese de Artu beyimiz, tam bir ıssız adam özentisi 🙈 Ve o kadar çoklar ki bu adamlar… Valla bıktım hepsinden 😂
     
    Kadın karakterde yarattığınız gücü de çok sevdim. Genelde erkeklerin yaptığı “Burada sizden hesap almazlar” üsttenciliğini erkekten alıp kadına verdiğinizde tüm dengeler bozuluyor 😁
     
    Bu arada mekanlar, yiyecek ve içeceklerdeki detay da harikaydı. Sanki o gece, ben de onlarla birlikte gezdim, birlikte yiyip içtik 👌🏻
     
    Kaleminize, ruhunuza sağlık 🤗

  • Yanıtla Metin Çoban 16 Mayıs 2023 at 16:22

    Teşekkürler Didemciğim.
     
    Kadın egemen dergide maço erkek yazmak ne haddimize 😃
     
    Erkek yazarlar, kadın kahraman yaratamazlar, her ne kadar kadının hikâyedeki yeri çok olsa da erkek birden kahraman olur. Belki ben de öyleyim.
    Belki spoiler olacak ama ikinci bölümde erkek karakter kahraman gözükse d, aşkın, evliliğin, birlikteliğin ve kadının gücünü hissedeceğiz. Buna zaten kendim inanıyorum ve yazarak da destekliyorum.
     
    Biliyorsun ki gurmelik işleri, yeme işleri sevdiğim konular, gezilen yerleri okuyucuya beğendirmek, onu o yerlerin içine çekmek ve bunu bu hikâye ile yapabilmek, bu yorumun beni çok mutlu etti.
     
    Tekrar teşekkür ediyorum
     
    Sevgiler ❤️

  • Yanıtla Emine Öztürk 16 Mayıs 2023 at 17:07

    Aşk varsa hemen oralarda çiçeklenirim ben de. Bir Didem de benim içimde var. 😉
     
    Hikâye muazzam aktı. Sonuna ne ara geldim anlamadım. Ve tabii ki sonu beni benden aldı. İştee bu dedim.✌
     
    “Beni bu halde bırakıp mı gideceksin” diyor bak bak sen. 😉 Kadının her alandaki gücü. Çalışma hayatında, evde, duygusal ve cinsel ilişkide… Kabul edin her yer…😉✌
     
    İkinci bölüm için sabırsızım sevgili Metin.
     
    Sevgiler

  • Yanıtla Metin Çoban 16 Mayıs 2023 at 19:34

    Aşk olan yere herkes çöreklenir Emine 😍
     
    Öyküyü beğenmene çok sevindim. Didem’e de söyledim, kadın egemen dergide maço erkek yazmak ne haddime 😃
     
    İkinci bölümü de beğeneceksin, üçüncü bölüm de güzel olacak.
     
    Bu sefer uzun uzun yazdım ama anlatacak çok şey var daha. Aşk, şehvet, ihtiras, tekmili birden bu sinemada pek yakında.
     
    Yorum için tekrar teşekkür ederim.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan