Bir Kahve Molası Feminizm ve Kadına Şiddet

İhaleci İbrahim | 2

20 Ağustos 2020

Öykü: İhaleci İbrahim | 1 | Yazan: Edibe Vural

 

İhaleci İbrahim 👉 Birinci Bölüm

 
İhaleci İbrahim derin bir nefes aldı ve başladı anlatmaya.

“Peşengi ile İbrahim’in hikâyesini bilmek için İbrahim’in evvelini bilmek gerekir. İbrahim, sekiz çocuklu bir ailenin beşincisiydi. Çocukluğu ve gençliğinin bir bölümü kendinden bir yaş küçük kız kardeşi Meyrocan ile geçti. Her şeyleri bir olan bu iki kardeş arasında diğerleriyle tutturamadıkları bir bağ vardı. Meyrocan, İbrahim için hep bir başkaydı. Saçları belinde iki belikli, yüzü oya, burnu fındık, elleri pamuk gibiydi. Yüreği ise tüm güzel sıfatlara layıktı. Beraber büyüdüler, hiç ayrılmadılar. Ta ki o güne kadar.

Bir gün Meyrocan, İbrahim’i çekti bir köşeye.

“İbrahim ben kaçacağım” dedi.

“Sen beni anlarsın, ben sevdaya düştüm. Hem de hiç olmayacak birine. Babamın kavgalı olduğu Ali Çavuş var ya. İşte onun oğluna. Biliyorsun babamlar, ağabeylerim duyarsa öldürürler beni. Benim tek güvendiğim sensin. Bu gece çıkıp gideceğiz. Sessiz sedasız, senle vedalaşmadan gitmeye gönlüm razı gelmedi. Çok seviyorum İbrahim, gözüm bir şey görmüyor artık.”

İbrahim neye döndüğünü şaşırdı. En yakın arkadaşının, bir tanecik bacısının gidip bir daha dönmeyecek oluşuna mı üzülsün, ağabeylerinin ve babasının yapabileceklerinden mi korksun yoksa canı, ciğeri olan kız kardeşinin sevdalı gözlerindeki etrafı aydınlatan ışığa mı sevinsin?

“Bir tek bana güveniyorsan ben de güvenini boşa çıkarmam” dedi İbrahim.

Gece olduğu vakit Meyrocan’ın evden sessizce çıkmasına yardım etti. Ses olmasın diye önceden sarıldı, vedalaştı doya doya öptü, kokladı güzel kardeşini. Sabah uyandığında evde çoktan fark edilmişti Meyrocan’ın yokluğu. İlk İbrahim’e sordular.

“Bilmiyorum” dedi İbrahim, oyalamaya çalıştı.

Babası ve ağabeyleri çoktan aramaya başlamışlardı Meyrocan’ı.

Çok geçmeden de buldular. En büyük ağabeyleri Mustafa, İbrahim’i ve Meyrocan’ı alıp dağın başında kuş uçmaz kervan geçmez bir yere götürdü. Bir an bile tereddüt etmeden vurdu alnından Meyrocan’ı. Gözünü bile kırpmadı. Silahı İbrahim’e verdi.

“Sen yaptın” dedi.

İbrahim yerde yatan Meyrocan’ın cansız bedenine baktı. Ölürken bile güler miydi bir insan?

“Ben yaptım” dedi İbrahim.

Meyrocan’ı öylece bırakıp jandarmaya teslim olmaya gittiler ve mapus günleri başladı İbrahim için. İbrahim kendini hiç affedemedi. Gitme deseydi kardeşine böyle olur muydu her şey acaba? Yine de gider miydi? Yine ölür müydü? İbrahim nasıl yalnızdı artık nasıl hissizdi… Ne yemek, ne içmek, ne uyumak, ne konuşmak. Bu şekilde epeyi zaman geçti.

Koğuştaki herkes konuşmayı denedi. Biri hariç.

Sado dayının da İbrahim’den farkı yoktu; o da çok gerekmedikçe kimseyle paylaşmazdı sesini ve kelimelerini. Onun işi gücü günde belli saatlerde gördüğü, avluya inen kuşlarıydı. Sado dayı İbrahim’e yaklaştı ve sordu:

“Neyin var, neden buradasın delikanlı?”

İbrahim sanki dili çözülmüş gibi konuşmaya başladı. Kendini bile inandırdığı ve sahiplendiği suçunu bir çırpıda söyledi ve devam etti.

“Bacımı vurdum. Öylece bıraktım. Cansız bedeni yerde yığılıyken. Hareketsizdi, kan sızıyordu başından. Gülümsüyordu. Öylece ortada kaldı kardeşim. Gece rüyalarıma giriyor o hali, uyuyamıyorum.”

Sado dayı bir iç çekti sonra bir soru ile başladı konuşmaya.

“Sen Habil ile Kabil’in hikâyesini bilir misin? Hazreti Âdem’in oğulları olan Habil ile Kabil arasında bir husumet çıkmış. Bir türlü anlaşamamışlar. Hazreti Âdem onlara bir teklifte bulunmuş. Allah’a birer kurban adamalarını ve hangisinin kurbanı kabul edilirse onun kayıtsız şartsız haklı kabul edileceği bir anlaşmaymış bu. Hayvancılık ile uğraşan Habil, sürünün en ağır, en yağlı ve sağlıklı hayvanını seçmiş kurban için. Çiftçilik ile uğraşan Kabil ise topladığı hasadın en kalitesizini ve çürüklerini seçmiş Allah’a sunmak için. Allah Habil’in sunduğu kurbanı kabul edince Kabil öyle sinirlenmiş ki hırsından eline aldığı taş ile Habil’i oracıkta öldürmüş. Öldürdüğü andan itibaren koca bir pişmanlık sarmış içini, yaptığının farkına varmış ama ne fayda?

Ne yapacağını bilemeyince yüklenmiş sırtına kardeşinin cansız bedenini.

Az gitmiş uz gitmiş en sonunda bu ağırlığı taşımaya gücü yetmeyince oturmuş bir yerde. Çaresizliğini ve pişmanlığını gören Allah ona biri diri biri ölü iki karga göndermiş. Karga yanında yatan ölü karga için gagasıyla canhıraş bir şekilde çukur kazmış ardından ölü kargayı çukura yerleştirip üzerini toprak ile kapatmış. Bunu gören Kabil ise ağlamaya başlamış.

“Yazıklar olsun bana, bir karga kadar olamadım. Kardeşimi öylece ortada bıraktım” diyerek bir çukur eşmeye başlamış.

Kardeşini çukura yerleştirip üzerini toprak ile örtmüş. İşte delikanlı ilk katil Kabil, ölüsüne saygıyı bir kargadan öğrenmiş. Öldürmek beter, ölüye saygısızlık daha beter. O sebepten, izle delikanlı. Kuşu izle, ağacı izle, dağı izle onlar Allah’ın yolladıklarıdır. Onlar mesajdır, haberdir.”

İbrahim anlatılan bu kıssadan çok etkilendi.

Sado dayının her durumun üzerine anlatacağı bir hikâyesi vardı. Ondan çok şeyler öğrendi. Hatta bildiği her şeyi ondan öğrendi. Bir anda o duvarlarla ve tellerle çevrili hapishane mektep oldu İbrahim’e. Meyrocan’ın acısı hiç dinmedi onun arkadaşlığının yerini hiç kimse dolduramadı, kuşlar hariç.

Sado dayı ile avluda geçirdikleri günlük otuz dakika onlara gün boyu yetiyordu sanki. Kuşlar avluda Sado dayının ve İbrahim’in attığı yemlerden nasipleniyorlardı.

“Ne yaman çelişki değil mi? Dünyanın en özgür varlıklarını, dünyanın en esir varlıkları besliyor” dedi Sado dayı İbrahim’e dönerek.

“Kısmet Sado dayı, nerede olduğu belli değil kısmetin. Onlar da bize can veriyor bak…”

Kuşlar, Sado dayı ve İbrahim burada yılları bir bardak su gibi içtiler adeta. Hikâyeler Sado dayıdan, çaylar İbrahim’den, dostluk ise kuşlardan.

İbrahim’in teller ardına geçmesine sadece altı ay kalmıştı. Son zamanlarda avluya her zamanki kuşlardan ayrı bir kuş inmeye başladı. Avluya ayakları değdiği anda İbrahim’in ayağının dibine gidip bekliyordu. İbrahim ise iki avucunun arasına aldığı bu gümüş renkli güvercinin önce gagasıyla oynuyor ardından başını bir baba gibi okşayıp ona yem veriyordu. Kuş avlunun müdavimi olunca ona bir isim koymak lazım gelir diye düşündü.

Mercan demek geldi içinden, o da Mercan diye seslemeye başladı küçük dostuna. Altı aylık bu dostluk İbrahim’in özgürlüğe attığı adım ile bölündü. Fakat bir süreliğine…

Nasıl olduysa İbrahim daha mapustan çıkalı bir hafta geçmişken evinin damında buldu Mercan’ı.

Mercan dostunu yalnız bırakmayacaktı belli ki. Mercan’ı bulduğu günün akşamı Urfa’nın en ünlü kuşçu kahvecilerinden birine gitti. Mercan’a bir eş seçti. Ne de olsa yalnızlık Allah’a mahsustu. O akşam Mercan sayesinde girdiği o kahveden çıkamadı. Her akşam gider oldu. Sado dayıdan öğrendiği kuşçuluk ile her canlıya duyduğu sevgiyi birleştirdi.

Gel zaman git zaman bir baktı ki ihaleleri kendisi yapmaya başlamış, herkes ona İhaleci İbrahim diyor. E bir de ihale akşamlarından sonra anlattığı hikâyeler herkesin yüreğine dokununca herkes İbrahim’i pek sevdi. Yüzlerce kuşu oldu İbrahim’in fakat Mercan ile olan bağı hep farklıydı. Mercan onun hem mapus arkadaşıydı hem de özgürlüğünün mührüydü.

Meyrocan’dan sonra en yakın arkadaşı olmuştu. Hiç yanından ayrılmamıştı kendinden çok güvenirdi Mercan’a. O güne kadar…

O gün bir dikkatsizlik ile dişilerin olduğu odanın tel kapısını açık unutmuştu İbrahim. Sabah bir uyandı ki birkaç dişi kuş ve Mercan’ın eşi Yaren de uçup gitmiş. İşte o akşamüstü uçmaya bırakılan bölüğün peşengi Mercan uçtu fakat geri dönmedi. Anlayacağınız yarenine uçtu, onu aramaya, bulmaya koyuldu Mercan. İbrahim bekledi, bekledi, bekledi. Sado dayının sözleri geldi aklına. “İzle delikanlı” demişti. “Bir mesajdır, haberdir.”

Doldurdu tüm güvercinleri çuvallara gözleri dolarak.

Kahveye vardığında herkes çok şaşırdı. Çok laf etmedi. “Mercan gitti” dedi o kadar. Tüm gece canı, ciğeri saydığı kuşlarını kendi eliyle sattı. Her kuş satıldığında yüreğinden bir parçayı da alıp havalanıp kayboluyordu sanki. Mercan ona bir mesaj vermişti. Gökyüzünden çek artık gözlerini, yeryüzü seni bekliyor dedi, bitmedi mi kendine verdiği bu yalnızlık cezası dedi, yuva kur dedi, bir kuş bile zamanı gelince uçup gider dedi, arkasından koşacağın bir hayatın olsun dedi.

Kuş konuşur mu be ihtiyar demeyin. Öyle bir konuşur ki. Dinlemesini bilene neler söyler neler… İbrahim Mercan’ı yitirdi fakat kısmetini buldu. Evlendi, çocukları oldu, kök saldı, bir gaye edindi kendine. Mercan yarenine kavuştu mu? Bilinmez.

‘Uç’ kelimesi Farsçada ‘cennet’ anlamına gelir.

Uçmak cennete yapılan bir yolculuktur belki. O da uçtu gitti… Zaten mesele sevdasının arkasından gitmesiydi, İbrahim’e verdiği mesajdı. İzleyin ey ahali. Bir kuşu izleyin, bir dağı, bir ağacı, bir insanı… Size diyecekleri vardır belki.”

Yirmi yıl önce anlayamadığım bu kayboluş şimdi anlamlanmıştı işte. İhaleci İbrahim tıpkı o günlerdeki gibi hikâyenin heyecanıyla içemediği soğumuş çayını bir dikişte bitirdi. Eyvallah etti, sağ elini sol yanına götürerek tüm kahveye. Saat dördü gösteriyordu.

Güneş nazlı bir gelin gibi süzülüyor Urfa’da.

Harran’da ekinler altına kesmiş, alabildiğine sarı ve parlak. Kaleye iniyor sıcaklık, yüzyıllardır kutsal sayılıp dokunulmayan balıklar, bir çocuğun onlara attığı kuru ekmekten nasipleniyor. Yüzünde dövmeler olan yaşlı bir kadın evinin avlusunda yıpranmış ellerini kulağına götürerek ağıt yakmakta. Kanat ve ıslık sesleri birbirine karışırken ben rahmetli babamın bana bıraktığı bu kahvenin damında mırramı yudumluyorum. Anlatılan hikâyenin etkisi hala devam ediyor. Anlıyorum ki bu kadim şehirde ne hikâyeler bitecek ne de bu kanat sesleri dinecek…
 
 

Bu ay size Urfa’nın ünlü kahvesi mırra tadında bir öykü hazırladım. Her yudumda izleyin, bir kuşu, bir ağacı, bir dağı, bir insanı…
Belki size diyecekleri vardır. Kim bilir?

 
 
Edibe Vural

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Özge Can 20 Ağustos 2020 at 18:26

    Bekledik ama bu kadar beklediğimize değdi 👏 Çok güzel bir öykü olmuş canım benim, tebrik ederim. Her bir karakterin hikâyesi ayrı bir devinim.
     
    Meyrocan’ın alnından sızan kanında yıkanan nice kadınlarda kaldı kalbim.
    Tetiği çeken ellerin zifiri karanlıklarında yok olacakları günler diliyorum.
    İhaleci İbrahim’in merhametli yüreği tüm dünyayı sarsın.
     
    Belki de Mercan’ın kanadında yayılıyordur bu merhamet, ne dersin?
    Güçlü kaleminden Meyrocan hikâyesi de bekliyorum senden ama kızıl kanlara bulanmamış olsun.
     
    Tebrik ederim canım Edibem, sevgiler 💙

    • Yanıtla Edibe Vural 20 Ağustos 2020 at 18:46

      Tüm bunları okumak benim için muazzam bir deneyim 🙂
       
      Aslında hayatlarımız tıpkı böyle hikaye içinde hikaye. Bize değen, bizim değdiğimiz nice hikayeler var. Ben de yazarken birinin hikayesinde aslında onun hikâyesini hikaye yapan birçok insanın olduğunu göstermek istemiştim. Karakterlerin her biriyle oturup konuştum sanki bir masada. Anlat dediler, ben de anlattım… Ayrı ayrı hepsi uzunca yazılmayı hak ediyor Özge abla çok haklısın 🙂 Ben de elimden geldiğince anlatırım tabii…
       
      Çok teşekkür ederim bu güzel ve naif yorumun için. Çok öpüyor ve seviyorum 🙂

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 21 Ağustos 2020 at 13:23

    Özge’ye katılıyorum, beklediğimize değdi. İlmek ilmek örmüşsün öyküyü. Bayıldım kuzum.
     
    Meyrocan… Bu ülke kadınların birçoğunun kaderi, diğerlerimizin de kederi… Bunun değişme zamanı geldi de geçiyor. Sesi olduğun her Meyrocan için bin yaşa Edibecim.
     
    Sıkıca sarılıp, kocaman öpüyorum 🤗😘

    • Yanıtla Edibe Vural 21 Ağustos 2020 at 17:26

      Beklettiğim için çok üzülürken beklemeye değecek bir şey yazdığımı düşünmeniz beni nasıl sevindirdi Didem Abla 🙂
       
      Ne yazık ki bu coğrafyada Meyrocan ile aynı kaderi paylaşan birçok kadın var. Benim elimden gelen seslerini duyurmak adına yazmak. Elimizden geleni yaptıkça ve güçlü durdukça değiştiremeyeceğimiz çok az şey var gibi geliyor bana.
       
      Senin gibi çalışkan, dik ve insanlara yazmaları için imkan veren kadınlar hep olsun mesela 💛
       
      Çok öpüyorum ve çok teşekkür ediyorum 🤍

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 21 Ağustos 2020 at 15:01

    Yıllar önce Urfa’da içtiğim mırra kadar açtın aklımı ve kalbimi. Oradaki bir kahvede izledim İbrahim’i, Mercan’ı, Meyrocan’ı.
     
    Kalemine sağlık tatlı Edibecim. Sesin kadar, kalbin kadar, kalemin de öyle güzel ve güçlü ki…
     
    Tebrik ederim.

  • Yanıtla Edibe Vural 21 Ağustos 2020 at 17:34

    Bir insana eskiden tattığı bir lezzeti tam anlamıyla olmasa da tatmış gibi hissettirmek ne hoş bir durum 🙂
     
    Gökçe ablacım her yorumun beni ihya ediyor. Yazdığım karakterler de çoğu zaman okuyanların yüzündeki tebessüm ile besleniyor. Onun için tüm bu iltifatlar bana bambaşka dünyalardan bambaşka insanları yazmam için birer itici güç haline geliyor.
     
    Güzel ve güçlü bularak yücelttiğin sesim, kalbim ve kalemimle çok öpüyorum. İyi ki varsın 🙂

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan