Onur Abi'nin peşinden sürüklendiğim bir gün daha. Melek Abla'yla kabul edemedikleri inanılmaz çekimlerine artık dayanamayarak, ilan-ı aşk için kolları sıvamış durumda. Melek Abla'nın çalıştığı bara gidiyoruz. İşletme sahibiyle konuştu. Adam rastlanılması bence zor olan o babacan seküler film abisi. “Genç aşıklara her zaman yardım…
Sıcak kahvesinden ilk yudumunu alırken yavaşça arkasına yaslandı ve gözleriyle -zekasının bakışlarından okunduğu o gözleriyle- kafedeki her bir insana, masaya ve her bir detaya keyifle dokundu. Zor günlerden geçiyordu. Bileğini sıkan görünmez halatlar biçare vücudunu güçsüz kılıyordu, öyle ki kollarını kaldırmaya bile hâli yoktu.…
Arama kurtarma ekipleri, Hatay’ın Samandağı ilçesindeki göçük altından kurtarma işlerine ancak depremin 4. günü başlayabilmişlerdi. Vali ve diğer hükümet yetkilileri, şehrin kötü şekilde yıkıldığını, neredeyse ayakta bina kalmadığını söylüyorlardı. Kurtarma ve itfaiye ekiplerinin, iş makineleri ve diğer kamyon, alet ve edevatın da göçük altında…
“Sadun Boro, dün gece vefat etmiş.” Facebook sayfamdaki haberlerde gördüm. Çocuklukları ve gençlikleri benim gibi Pendik’te geçmiş ve hâlâ terledikleri zaman, bedenlerinde insan tuzu kadar deniz tuzu izi çıkan arkadaşlarım Cem ve Cenk ölümü ile ilgili haber linkini paylaşmış. Ölüm sebebi mesane kanseriymiş. Allah…
“Haklı sitemlere...” diye tekrarladı yüzünde canının yandığını gösteren ve Sude’nin sinirini bozan bir gülümsemeyle. Masaya doğru eğildi ve bir zamanlar aşkla yaptığı gibi Çınar’ın gözlerinin içine baktı. “Çınar benim sana ihtiyacım yok ki ben tek başımayken de mutsuz olabiliyorum. Ben seninle birlikteyken de geceleri…
Gecenin karanlığında dolunay aydınlatıyordu evin salonunu. Güzel bir bahar gecesiydi. Ilık rüzgâr tatlı tatlı oynatıyordu perdeyi. Yorgun argın işten gelen çift koltuklara yayılmış, akıp giden filme odaklanmışlardı. Rutin alışkanlıkları olmuştu bu. Koltuğa yayılıp film izlemek. İşten dönünce yemek yapmak veya dışarıdan söylemek. Karmaşık hayatın…
Selin, başını öne eğdi, ellerini iki yandan kafasına koyup parmaklarını önüne düşen saçlarına geçirdi. “Off. Neyse bakacağım ya, merak ediyorum gerçekten.” Ayağa kalktı, titreyen elini sırtına doğru götürdü ve nihayet baş parmağını ensesinde bulunan çip sinyaline okuttu. Karşısında açılan mavi ışıklı hologram gözlerini kamaştırdığı…
Karnında dolanıp kasıklarına vuran ince bir sızı sardı bedenini Songül’ün. Alnından yüzüne düşen bir tutam saçı doladı parmağına. Dudaklarının arasına alıp çiğnedi. İyice ezdikten sonra tükürdü. Yüzüne değen kendi tükürüğüyle ıslanıp yapışan tutamdan tiksindi. Öğürmeye başladı bu kez. Hem kasıklarına hem de midesine girip…
Büyümek için can atardım önceden. Büyümenin ne anlama geldiğini bile bilmeden. Yaş almak, her sene mumları daha erken üflemek, hediyeleri toplamaktan ibaretti büyümek işte. Genç olmaktı, okulda, sıraların altında bulduğumuz üst sınıfların ders kitaplarında yazanları anlayabilecek olmaktı. Ehliyet alabilecek olmak, tek başına bir yere…
Sevgili Gökkuşağı’m, Size böyle hitap edeceğim çünkü bendeniz Derin ne kadar gökkuşağına doğru ilerlersem ilerleyeyim, yakınlaştığımı sansam bile ona asla ulaşamıyorum. Siz de böylesiniz benim için. Bazen sanrı olduğunuza inanıyorum, evet, yoksunuz. Bazense avucumun içindeki çizgiler kadar gerçek ve yakınsınız bana. Burada mısınız, değil…
Kızılay’da meydanı gören iş merkezlerinin birinin terasında hayatını falcı Suphi’nin diline teslim etmek için bekliyordu Funda. Kent yaşamının temposunda çareyi kimi terapistte, kimi sporda, kimi meditasyonda kimi de Funda gibi falcıda arıyordu. Ferini kaybetmiş güneş sırtından vururken gökyüzü turuncuya bezenmişti de Funda kör, Funda…
Bunları gözlerine bakarak söyleyebilmeyi çok isterdim, biliyor musun? Karşına geçip anlatmak isterdim içimden geçen her şeyi. Nasıl bir anda kalbimi kaptırdığımı, heyecandan uyuyamadığımı, tüm vücudumun bir anda nasıl buz kestiğini anlatmak isterdim. Korkaklığımı mazur gör ancak alacağım yanıtın üzücü etkisinin en hafifi için çabalıyorum.…
Dokuz yıl olmuştu o, hayatı terk edeli ve mezarına bir kez bile gidememişti. Yokluğunu kabul etmenin canını ne kadar acıtacağını kestiremiyordu çünkü. Öldüğünü düşünmeyip sadece çok uzak bir ülkede yaşadığına kendini inandırmayı başarmıştı yıllarca ve bu düşünce bile canını yakmaya fazlasıyla yetiyordu. Onunla yemek…