O akşamüzeri ben ve anneannem tahta sofranın etrafına kümelenmiştik. Anneannemin en yakın arkadaşı Süheyla teyzenin çığlığı duyuldu birden. Hemen koşuştuk pencereye. “Gadasını aldığım, sana gelecek bela beni bula Yusuf’um” diye bağırıyor; yavrularını, gümüş sırtlı gorilden korumak isteyen dişi bir goril gibi sinesini dövüyordu. Ninem…
Valizim ayaklarımın dibinde. Son kez gördüğüme emin olduğum birine bakar gibi bakıyorum şehre, onun kırık dökük çehresine. Aslında çok da aklımda kalsın istemiyorum galiba, o yüzden gece veda etmek kolay geldi ya.…
O masaya yaklaşırken ayağa kalktım. O sırada ne Kalamış’ta bir kalabalığın içindeydim ne ayaklarım yere basıyordu ne de hayattaydım. Nefes aldığımı hatırlamıyorum. Siyah bir elbise vardı üzerinde, etekleri kısaydı. Bacakları koyu tenli olduğu için sanki çorap giymiş gibi duruyordu. Mermer gibi sert ve kaslı.…
Şiiri sevmem, hayatın kendisi manzum zaten. Devrik cümlelere de ihtiyaç hissetmem bu yüzden. Devrile devrile gezeleyip ardımda bıraktığım yıllar şahidimdir. Yazar da değilim malûm. Olsa olsa bir “yazıcıyım” ben. Bir çeşit parmak tiryakiliği... İstesem şıp diye bırakırım ama istemiyorum. Seviyorum bu illeti. Harfleri, kelimeleri,…
Selim elinde çantası ile kapıda belirdiği sırada Kamer amca telefonla konuşuyordu. Dükkânın girişine sırtı dönüktü, delikanlının geldiğini fark etmedi. Çalışma masasının yanında, ayakta, telefonu bir kulağına götürüp konuşuyor, bir okuma mesafesine getirip ekranına bakıyor, ardından sağ elinin işaret parmağı ile bir şeyler yapıyordu. Normalde…
Azra’nın kendini nehrin azgın sularına bıraktığı gece anlaşılmaz bir dilde ilençler savurup durmuştu rüzgâr; sanki incitici bir şey vardı esintisinde. O gün çalıştığı denizcilik firmasına dilekçeyle başvurmuş ve kısa bir aradan sonra, uzağa giden gemilerde yardımcı kaptan olarak işe başlamıştı. Postalamadığı mektuplar yazıyordu; hayat,…
Serindi. Hodbin sokak lâmbalarının aydınlatmaya debelendiği ıslak kaldırımlardaki çakma yakamoz parıltılarını adımlıyordum. Birkaç gece öncesinde sevdiğim kuçu, başıma kalmak için evin önünde nöbet tutarken, beni görünce kalkıp peşime takıldı. Bakmakla yükümlü olmak istemediğim halde yakama yapışmıştı. Oysa kendim dışında kimsem olsun istemiyordum. Tek başıma…
Arabaya bindiğimde nereye gideceğimi bilmiyordum. Sadece can sıkıntısından mütevellit bir kendini dışarı atma isteği diyelim. Yol bilir nereye gideceğini diyerek seyyahvari bir konuşma da yapmayacağım elbette, merak etmeyin. Bütün arkadaşlarım hafta sonu için bir yerlere gidince içimde kıymetli eşyaları sahilde bekleyen bir ademoğlu hali…
Bahçelere geldiğimizde, 6 büyük ağaç sökülmüştü, yerde onları görünce herkeste bir feryat figan başladı. İş makineleri diğer ağaçlara doğru hareket ediyordu, köyün yaşlı kadınlarından bir teyze, kepçenin karşısında heykel gibi duruyor, göğsüne yumruğunu vurarak “Gel ez beni, gücün yetiyorsa ez beni” diyordu. Jandarma vatandaşları…
Yörünge arayan sarhoşların, mini etekleriyle yüzlerini gizleyen profesyonel çirkinlerin, av arayan tırnakçıların, üçlü turunda fazladan iki fırt çekmek için dalaşan müptezellerin, mesaisi erken biten konsların ve dünyası kaymış şarapçıların sokaklarına misafir olduğum bir geceydi. Elimdeki bisküviyi paylaştığım bir sokak kuçusu ile muhabbet ederken geldi…