1940 ile 1944’ün başı arasında Mareşal Pétain’in Fransa’sındayız. Günden güne irtifa kaybeden orta sınıf, içine konumlandığı konformist dünyanın dışına çıkmayarak despotizme çanak tutmuş ve böylece dolaylı olarak Vichy’nin suçlarına ortak olmuştu. Bu mektuplar, Fransa’daki muhaliflere yönelik zulmün farklı aşamaları boyunca, Vichy Fransa’sına şaşırtıcı bir…
“Madem öleceğiz neden yaşıyoruz?”a benzer bir döngüyle karşılaşıyoruz. Zirveye doğru mücadelenin kendisi bir insanın kalbini doldurmaya yeter ve artar bile, bu yüzden Sisifos’u mutlu hayal etmeliyiz. Sisifos gibi biz de kendimizi mutlu hayal etmeliyiz.…
Lübnan, “Sınır ve Kimlik” olguları hakkında düşünmek için sosyal laboratuvar niteliğinde bir ülke. Sınırlar ile duvarlar arasında bir fark bulunuyor; duvarların aksine, sınırlar, yalnızca daha iyi bağlantı kurmak için insanları birbirinden ayırır. Sınır demişken yolculuk sırasında Walter Benjamin, hiç bitmemiş bir şarkının hüznü gibi…
Lütfen bu karalamalarımı iç monologlar olarak okuyun. Burada hesaba çekilen bir tanrı ya da tanrılar bulunmamaktadır. Benim sadece, modern zamanların panteonunda yargılanan insanın trajik yazgısına biraz ışık tutmak gibi “masum” bir amacım bulunuyor. İnsan kafkaesk bir varlıktır aslında. Yaşamak oburu ve iflah olmaz bir…
Deprem felaketi iktidar evreninin karanlık yüzünü deşifre edip vicdanı çırılçıplak bıraktı. Tarihin bu kıyamet epizodu, şehri büyük felaket filmi senaryolarına yaraşır bir anlatının içine sürükleyedursun, liyâkatsızlık ve toplumsal çürüme beşerî kayıpları daha da ağırlaştırdı.…
#MeToo seferberliği, Amerika’nın, New York Times’ta Harvey Weinstein’a yönelik bir soruşturmanın yazarları olan gazeteciler Jodi Kantor ve Megan Twohey ile konuşan kadınlara inanması nedeniyle gerçekleşti. Daha sonra Ronan Farrow, haftalık “The New Yorker” dergisinde on üç kadının film yapımcısını taciz ve cinsel saldırıyla suçladığını,…
Gece mavisi kolay bir yaz akşamını yazıyoruz. Genişleyen girdap sessizce burgacına alıyor bizi. Karanlık kanlı dalga kurtuluyor dizginlerinden, dağılıyoruz. Zaman kaçıyor ellerimizin arasından. İç derisini görmek gibi havası kaçmış eski bir lastiğin. Her şey beyaza bürünüyor ve o büyük susuş beyaza bürünüyor kapalı akşamın…
Rüyamda iki güreşçi birbirine sonsuza dek kenetlenmişçesine dövüşüyorlar. Bu dövüş, Yunanlılar ile Perslerin boğuşmasını çağrıştırıyor ve tarih, bu boğuşmanın kazananının olmadığını hatırlatıyor. Boğuşan güreşçilerden daha zayıf olanı benim. Daha semiz ve kalıplı olan güreşçi bacaklarını boynuma dolamış bana “tırpan” atıyor. Tam boğulmak üzereyken uyanıyorum.…
Biblik anlatıda Lazarus’un doğru kelimenin çağrısına kulak vererek dört günlük ölümden sonra İsa tarafından diriltildiği anlatılıyor. İkinci hayatının izi sürülmeyen, dört günlük ölümden sonra muhtemelen etleri dökülen ve kokan, paçavraya dönmüş mezar giysileriyle bir Anthropos cehennemine öylece bırakılan, “diriltildikten” sonra ne içip yediğiyle kimsenin…
Odamdan dışarıyı izlerken zihnimi boşaltıyorum. Pembe buğular içinde bir günbatımı, kopuk bir film şeridini bağlarcasına, eski anıları birbirine bağlıyor. Filmin sonunda bir kapı var ve o kapının önünde, kokusundan, tadından, renklerinden beslendiğim bir sonsuzluk. Hayatın büyük çarşısında bir rüyâ terzisiydi babam. Annemin, hafif dokunuşlarla…