Varoluşsal İkilemler

Köz

15 Ocak 2024

Yazı: Köz | Yazan: Josef Kılçıksız

Odamdan dışarıyı izlerken zihnimi boşaltıyorum. Pembe buğular içinde bir günbatımı, kopuk bir film şeridini bağlarcasına, eski anıları birbirine bağlıyor. Filmin sonunda bir kapı var ve o kapının önünde, kokusundan, tadından, renklerinden beslendiğim bir sonsuzluk.

Hayatın büyük çarşısında bir rüyâ terzisiydi babam. Annemin, hafif dokunuşlarla etrafına ince danteller ördüğü yalan kumaşından ölçülerinize göre size bir dünya inşa edebilirdi mesela.

Hayatta eylemenin yalnızca iki yolu vardır: Ya hayal edersiniz ya da gerçekleştirirsiniz.

Ben, babam gibi, hayal etmeyi seçmiştim çünkü benim için yaşamak, bir hatırayı tamamlamakta ısrar etmek anlamına geliyordu.

Babam, bir mahalle bakkalının soyulacağım korkusuyla dükkanının kepengini hızla çekmesi gibi, çekiyor annemin dar elbisesinin fermuarını. Noel için düzenlenen gece yarısı âyinine gitmek üzere hazırlanıyorlar. Babam özel âyinlerde, birbirine dolanmış fil hortumlarını andıran dev orga saksafonuyla eşlik eder, mezmur okurdu.

O gün kırbaç ısırığı bir rüzgâr ovaları süpürüyordu. Önce şiddetli burgaçlarla gökyüzüne yükselip ardından donmuş zemine düşen yapraklarını kaybediyordu ağaçlar. Oysa bu yapraklar bir zamanlar yeşildi. Hayatın, bu uzun yürüyüş boyunca adeta bazı adımları atladığı, atlarken sendelediği ve sonra büyük bir karnavalın maskesini taktığı fark ediliyordu.

Evimizden birkaç kilometre uzakta, avını sindirirken kıvrılan bir piton yılanınca akan nehir bugün mavi, yarın muhtemelen kırmızı olacaktı. Yeni güneşler doğup batacaktı. Fetihler ve yenilgiler, inşa ve yıkım birbirini takip edecekti sonra.

Hikâyeye hâkim olduğunu düşünüyordu babam ancak her şeyde aldatıcı bir huzur vardı. Gıcırdayan bir saatin ritmiyle dönüyordu çark; bunu iliklerime kadar hissediyordum.

Kafaya koymuştu babam; illa da “Batı” diyordu. Batıda her şey yeni ve gizemli, her şey daha liberal, daha uçsuz bucaksız görünüyordu ona ama güneş de nihayetinde batıdan batıyordu ve karanlığın kıvrımlarında neyin yuvalandığını hiçbirimiz bilmiyorduk.

Uzun yolculuğunun arifesinde, penceresinden büyük kararların arkaik hızıyla doğan günü, şu karşıdaki dağın derin yamaçlarının belirişini; filmlerdeki kraliyet yargıçlarının peruklarını andıran sarımsı gri kayalarını izliyordu. Sessizliğin karanlık saatlerinde dünyanın diğer ucundayken kalbini kucaklayacak olan büyük güven verici kollardı bunlar.
Ertesi gün, ufuk çizgisinin arkasına yavaşça kaybolan bir geminin güvertesinden bana el sallarken fırtınanın koparıp karanlık sularına attığı ağaç dallarını nehir, batıya doğru sürüklüyordu.

Bir daha görmediğim babamın, yalnızlığımın, bana miras bıraktığı tek hazinesi olduğunu bilmeden, mutlu bir enkazmışçasına, derinliklerinde yaşıyordum.

Babamın bizi bırakıp gittiği gün, sanki bir şeye içerlenmişler gibi, bütün kış kapalı kalmaya yetecek kadar kelime birikmişti içimde. Kendi hakkımda bilmediğim şeyleri biliyordu ortaya çıkan kelimeler. O günden sonra babasızlık yarası, kızgın demirle dağlanmışçasına ömürlük mührünü basmıştı gülüşüme ve bakışlarıma.

Bunun hıncıyla günce defterime, çaresizlik hissi hâkim olduğunda, ufukta sadece yel değirmenlerini gördüğünüzde, şehirleri ısıran ve görece daha boş taşrada yankılanan alarm sirenlerini sizden başka kimse duymadığında, dilekçeler, gösteriler ve isyanlar artık bir işe yaramadığında, hayat hep aynı bayat şeyleri temcit pilâvı gibi ısıtıp ısıtıp önünüze sürdüğünde, sidiğinin son damlasına kadar bir saksafonun içine işemeli insan.

Uzak, öngörülemez başkaca bir çözüm içmek (!) için; duran tekerleği yeniden çevirmek, sürgülü kapıların meçhul bir kayanın arkasına saklı anahtarlarını bulmak ve fitili yakıp saklı dünyaları aydınlatmak için idrarının son damlasına kadar bir saksafona işemeli insan, diye yazmıştım.

Geçen yıllar boyunca, kozalarını yırtıp kendi vahşetini gösterdi susmalar.Geçerken zaman annemle beni aşağılıyordu; onda iyimserliğimizi kemiren bir şey vardı.

Bitmemiş bir geçmiş ile başlamamış bir gelecek, zamanın tam ortasında öylece duruyordu. Tutulmamış her söz, her hayal kırıklığı, her bekleyiş, her sokak, her asma, her çalılık ve omuzları geniş nehirler onu kendine doğru çekiyor, tutuyor, sorguluyordu. Her şey zamanı yavaşlatmak için bir bahaneydi sanki.

Babam sözde bizi yanına aldıracaktı.

Ancak geçen yıllar boyunca sadece sürükleniş vardı; yıldızların ışığına ateş edip karanlığa sürükleniyor ve derin yarıkların içine batıyorduk; batalım da dünya bizi unutsun istiyorduk. Kördüğüm olmuştuk da sanki bir tek babam çözebilirdi düğümlerimizi. Annem bol sigara, depresyon iyi gidiyordu böyle! Sanki terli olmak yüzünden ekşi, hamurumsu kokan eski bir külotlu çorabın içinden bakıyordu dünyaya.

Birkaç dönüm geçmişle, bugünün neşeli yalanlarıyla ve geleceğin öfkeli çağlayanlarıyla yaşıyorduk anlayacağınız. Sık sık, “Dualarımıza kim cevap verecek?” diye soruyordu annem. Arada, “T’as tué mon éternité” diyordu, babamı kastederek. Tam bir lounge hanımefendisi olan komşumuz Raşel teyzeden öğrenmişti Fransızcayı ve ne büyük çelişkiyse hep hayatın melankolik anlarında kullanıyordu aşkın dilini.

Hiç yeri değilken bir gün bana “Biliyor musun, çalılıklar yalnızca sesleriyle yolculuk eder. Bir gün alıp ıstırabımı, nehrin kıyısındaki çalılıkların üstüne sereceğim; beni kimse bulamayacak” demişti.

Köz gibi sıcaktı her şey, zaman baruta kıvılcımı çakmak için bir bahane arıyordu sanki ve her yerde tavan yapmıştı termometrenin ibresi.

Köz kadar sıcaktı duygular. Köz kadar sıcak, bir bomba gibi patlayacaktı sonunda. Patlarken etrafa uçarı düşlerin parçalarını saçacak; olası zaferleri yok edip muhtemelen en acı yenilgilere neden olacaktı; köz her şeyi tüketip sadece kül bırakacaktı geriye.

Köz kadar sıcak, içimizdeki bucaksız bozkırın anızını ve annemin ıstırabını üstüne serdiği, nehrin oradaki çalılıkları da yakar mıydı acaba?

Annemin karanlık niyetlerini duyunca, kendi yıkımı için çalışmak, çok özlemek, her gece yedinci cehennemin ifritlerini çağırmak ve ölmek gibi ontolojik zayıflıklarımız başta olmak üzere, yaşam ve geçmiş, deneyimler ve şehirler, gezegenler ve aşk, tutkular ve anılar, intiharlar ve fazla kilolar ve dahası, eşyanın, bilinçsizliğin, aymazlığın ve kibrin ve şeylerin düzeninin ve dünyanın baş dönmesinin; kısacası kaderin önüne katıp sürüklediği her şeyin yok olması gerektiğini düşünmüştüm.

Bu büyük yok oluştan sonra zaman akmaya devam eder de olmayan her şey dönüşmüş olarak geri dönerse hani, belki yeni ufuklar ortaya çıkar, umut geri dönüp dünya yeniden renklenebilirdi. Ancak her şey kaybolsa da insan ilişkilerinin karanlık nüansları, unutuş ve nefret ve kesinlikle sırlar olmaya devam edecekti. İnsan saatli bir bombaydı çünkü; o, kendisine her daim eşlik eden tiksindirici pisuarların, Bastille’in, Rock ‘n’ Roll’un ve saksafonların ve savaş gemilerinin ve kundaklamaların ve metamorfozların ve devasa orgların ve mezmurların ve gri dünyaların sözde şiirsel kıvılcımlarının, hiçliğin ve boşunalığın ve bunama cürufu gibi dağılmış, hurda demir talaşını andıran anlatı ipliklerinin ördüğü, çok gizli komploların ele geçirdiği bir varlıktı nihâyetinde.

Geçen yıllar boyunca köz olana dek yandı her şey, sonra kömüre dönüştü köz; değmediği yerimiz kalmamıştı yalımının.
 
 
Josef Kılçıksız
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Emine Öztürk 16 Ocak 2024 at 11:51

    Okurken kalbimin kırıkları bir bir battı etime sevgili Josef.
     
    Bazı paragrafları tekrar tekrar okudum.
     
    “Bitmemiş bir geçmiş ile başlamamış bir gelecek, zamanın tam ortasında öylece duruyordu. Tutulmamış her söz, her hayal kırıklığı, her bekleyiş, her sokak, her asma, her çalılık ve omuzları geniş nehirler onu kendine doğru çekiyor, tutuyor, sorguluyordu. Her şey zamanı yavaşlatmak için bir bahaneydi sanki.”
     
    Olağanüstü cümleler… Kalemin hiç susmasın. 🙏

    • Yanıtla Josef Kılçıksız 16 Ocak 2024 at 19:11

      Senin de kalemin hiç susmasın sevgili Emine. Baba sevgisini anlattığın öykünün tadı hâlâ damağımda. Oradaki duyarlılık, yalnızlık buzuluna değerken eriyen, sıcak bir insancıllığa da gönderme yapıyordu.
       
      Aynı duyarlılığın insanlarıyız; bu akrabalık beni mutlu ediyor.
       
      https://oggito.com/icerikler/aki-kaurism-ki-sinemasinda-yanilsama-ve-umut/68551

  • Yanıtla Sonay Karasu 16 Ocak 2024 at 15:59

    Köz, tüm cümleleri yakmış sanki.
    Kalemin kalbi dağlanmış gibi. 📝👏👏
     
    Çocuktum ben de bir zamanlar; esirgenmiş bir çocuk.
    Şimdi
    Gürültülü bir fay hattı geçer
    Ağır yaralı iç organlarımdan
    İnsanın depremi olmalı bu
    Şiirlerin intiharı biraz da
    Çokça öfke var
    Çokça acı kalbimizde

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 16 Ocak 2024 at 18:57

    Yine şiirselliğiyle kalbi ısıtan bir yorum. Teşekkür ederim Sonay.
     
    Bence Sonay’ın yazıları, şiirleri daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmayı hak ediyor.

    • Yanıtla Sonay Karasu 16 Ocak 2024 at 19:17

      Selam ile …
      Teşekkürler hocam 📝🙏

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan