Felsefe Varoluşsal İkilemler

Rüzgâr

24 Kasım 2023

Yazı: Rüzgâr | Yazan: Josef Kılçıksız

Rüzgâr: Hem Tutunmaya Hem Savrulmaya Dair İkinci Bir Nefes

Rüzgâr, rüzgâr türbininde, gemilerin yelkenlerinde, nefeste ve ruhta, dinde ve komünizmde; kısacası her yerdedir, ancak bu heryerdeliğine rağmen, hep hafife alınan bir olgu olageldi. Çok uçucu olan bu unsurun perspektifinden bakıldığında rüzgârın tarihi, her şeyin tam da bu uçuculuk ile ilgili olduğu, insanlık tarihine bir yolculuğu andırıyor.

Yakından bakıldığında rüzgârın, varlığın arka plan fenomenlerinden biri olduğu anlaşılıyor. Rüzgâr, ya bir fırtına olarak ya da “yaprak kımıldamıyor”a benzer bir durum nedeniyle dikkatleri üzerine çekmediği sürece, genellikle hiç fark edilmiyor.

Arkhe1 ve Nefes Olarak Rüzgâr

Oysa nefes de bir esintidir, bir rüzgârdır. Bir insanın günde ortalama 20.000 kez nefes alıp verdiği tahmin ediliyor; yani nefes bile bu algılama eşiğinin altında kalabiliyor.

Nefes alıp verme olgusunda, en dışarıklı noktanın en mahrem, en mahremin ise aynı zamanda en dışarıklı olanla, rüzgâr dolayımıyla, bir ilişkide olduğu bir durum öne çıkıyor.

Sonuçta insan her an, içine dışarıdan bir unsurun girmesine izin veriyor ve bu durum tematik hâle geldiğinde bambaşka bir epistemolojik hareket noktası oluşabiliyor.

Rüzgâr dolayımında varlığın en vazgeçilmez işlevi olan nefes alıp vermenin küçümsenmesi, Hegel’in, “Bilinen şey henüz algılanan şey değildir” saptamasıyla daha da çarpıcı hâle geliyor.

Kısacası, rüzgâr gibi, onun akrabası olan nefes de, yaşamın temel olguları olsalar bile, dikkatimizin arka planında kaybolmuş görünüyorlar.

Rüzgâra İbranicede, nefes, hafif esinti anlamına gelen “ruakh” deniyor. Yunancada ruh anlamına gelen “psychi” ile rüzgâr anlamına gelen “anemos” kelimeleri etimolojik olarak canlı olana gönderme yapadursun, bu olgular “zoe2 kategorisinin içine dahil edilegeldiler.

Thales’in kullandığı anlamda, rüzgârın da su gibi, daha yüksek ve rasyonel olanın bilincini içinde barındırdığına inanılan bir “arkhe” olduğu düşüncesi, metafiziğin ilk savlarından biri olarak kabul edildi. Kısacası rüzgâr, herkesin ve her şeyin atasıydı.

Felsefe zamanla metafizik ufkunu kaybedince yerini mekanik model aldı. Saat mekanizmalarında herhangi bir esintinin olmaması, mekanik modelin en durağan ve en “soğuk” metaforu olarak okundu.
Heidegger’i takip ederek söylersek, felsefe giderek nefes almayı bile unutmuştu.

Sanki nefes almadan meditasyon yapılabilirmiş gibi, modern metropol avangardı, felsefe yerine artık meditasyon yapmaya başladı, bazıları ise işi, nefes almanın işe dönüştüğü, “breathworking3 noktasına kadar ileri götürdüler.

Felsefeci, dehşetin nereden geldiğini, artık orada olmama düşüncesinin kabul edilemez gerçeğini ya da mesela artık en sevilen İtalyan restoranına gidememeyi, belki en tanıdık insanları görememeyi sorunsallaştırdığında, bir geçiciliğe olduğu kadar temel elementsel bir şeye de tosluyor. Yani, ölüm söz konusu olduğunda, bir “varoluş şoku” nasıl ki belirgin hale geliyorsa rüzgârın yokluğunda da ölüm kadar katmerli bir varoluş şoku yaşanıyor. Bu şok, rüzgârı bir daha yüzünde hissetmemek ya da artık onu ağaçların yapraklarının hışırtısında duymamak gibi bir “kımıltısızlık” ya da bir “eksik nefes” durumuna karşılık geliyor.

Bu arada, hışırtının insanın ruhuna bu kadar iyi gelmesinin nedeni, kanımca, insanın canlı ve dirimsel olanın nefesini duyup onun bir parçası olduğunu bilmeye dair bir tanıklıktan kaynaklanıyor.

Gelişme Motoruna İlk Kıvılcımı Çakan

Yel değirmeni, yelken, rüzgâr türbini derken, zeplinden geleceğin kargo planörüne kadar katedilen yolda, yüksek irtifa rüzgârının teknolojik evrimi ortaya çıkıyor.

Örneğin, yelkenin bulunması, kürekçilerin üzerindeki yükü epey hafifletti; bilinen en eski yelken tasviri, Nübye Çölü’ndeki4 8.000 yıllık bir kaya oymasında bulundu. Anlaşılan rüzgâr, fi tarihinden beri insanın müttefiklerinden biriydi.

İcatları tetikleyen kıvılcımın izi sürüldüğünde tembellik, konfor ve rahatlık düşkünlüğünün önemli muharrikler oldukları fark ediliyor. İnsan temelde zorlu bir işi başkasına yüklemeyi seviyor, işte bu eğilimin rahatlık ve tembellikle buluştuğu noktada hizmetkâr bir ruh olan rüzgâr devreye giriyor. İcatların tarihsel evriminde rüzgâr, işte bu “kusur”ların ilk büyük suç ortağı olarak öne çıkıyor.

Yakından bakıldığında, Yahudi-Hıristiyan tanrısı da dahil olmak üzere, mitolojideki neredeyse tüm büyük tanrıların hava tanrıları oldukları ve çok tanrılı dinlerdeki rüzgâr tanrılarının, ana tanrının doğrudan yardımcıları oldukları fark ediliyor.

İncil’in ilk cümleleriyle düşünmeye devam edelim:

“Ve Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde salınıyordu…”

Rüzgâr işte bu salınımların muharrikiydi. Ancak orada kastedilen rüzgâr, son derece yaratıcı bir esinti olarak öne çıkıyor. Yani orada, unsur ile yaratıcı güç arasındaki bağlantının başından beri hep mevcut olduğu, yaratıcı bir muharrik güç devreye giriyordu. Bu yaratıcılık, tetikleyicisinin çoğu kez gizli kaldığı, genellikle insanın kontrolü dışında gerçekleşen ani bir süreç şeklinde öne çıkıyor: İlham denilen şey tam da budur. Tanrı’yı bir ilham kaynağı olarak düşünüp düşünmediğine bakmaksızın, özne orada yaratıcı nefesin ortağı haline geliyor. Yine İncil’in diliyle söylersek,

“[Kutsal] Ruh istediği yere üflüyor…”

Bu açıdan bakıldığında insan, tamamen bir doğa varlığı olmanın yanında, yaratıcılık anında, aynı zamanda, doğayı aşan bir varlık olarak öne çıkıyor. Bu bakış açısı, kanımca, “conditio humana”nın5 en güzel betimlerinden biri olarak belirginlik kazanıyor.

Rüzgâr aynı zamanda insanlık kültür mirasının ilk yaratıcı tanrısıydı; o adeta bir kültür hayırseveriydi. Bu arada kültür demişken, kültürün ülkemizde, artık “tıkanma” ve “nefessizlik” olgularıyla işaretlenebileceğini, küçük bir parantez açarak, belirtelim.

İnsan kültürü, yalnızca yaşayanları değil, ölüleri de içeren bir entitedir. Türler içinde sadece insan, ölüleri varoluşunun gerçek emanetçileri, mirasçıları olarak görüyor. Homo Sapiens uygarlığının bir aktarım kültürü geleneği sayesinde geliştiğini göz önünde tutarak söylersek, Neanderthal’dan Homo Habilis’e uzanan uzun evrim yolculuğunda insan, bildiği ve yapabildiği her şeyi kendisinden önce gelenlerden miras aldı. Başka bir deyişle “Episteme”, aşkın, metafizik bir olgu olarak değil de tuğla üstüne tuğla şeklinde inşa edilen bir şeydi.

Yani anlayacağınız ölüler, adeta, halefleri için işlerin iyi bitmesini sağlamakla yükümlü görüldüler.

Bu açıdan bakıldığında, tanrıların da, onlardan önce gelen tanrıların [bilgi] mirasına konmuş, benzersiz uzmanlıklara sahip mirasyedi atalar olduklarını söylemek, abartılı bir benzetme olmayacaktır.

Yetkinlik, Kasırganın Gözünde

Velhasıl, bütün bu beşerî gelişmenin muharriki rüzgârdı.

“Başlangıçta kelâm vardı” şeklindeki biblik proloğu, “Başlangıçta rüzgâr vardı!” şeklinde modifiye etmek, bu akıl yürütmeler bağlamında, bana artık daha anlamlı gelmeye başladı.

Yolculukların menziline bakıldığında insanın, dinginliği ya da eski metafizik kalıba uyarak söylersek, özdeki, usaredeki huzuru aradığı fark ediliyor. Bu arayış sırasında, rüzgârın hangi yönden estiğini bilmek hep önemli olageldi ama insanın gitmek istediği yeri bilmesi, kanımca, daha da önemliydi.

Yine biblik olarak düşünürsek, mesela Hıristiyanlığın cennetinde hava akımı yoktu. Yani Hristiyanlığın mükemmel varoluşu asla rüzgârla ya da esintiyle alakalı bir şey değildi çünkü sadece dinginlik, ruhun kendisiyle olan mükemmel uyumunun kanıtıydı ve sadece kusurlu varlık sürekli hareket halindeydi; hırçın, huzursuz insanlar için “fırtınalı bir ruha sahip” denmesinin nedeni muhtemelen bu yüzdendi.

Dingin, “halcyon days”lerin6 büyük savunucusu Nietzsche, Akdeniz’de kış gündönümünde bazen karşılaşılan sakin, yüksek basınçlı havayı çok seviyor ve yalnızca yüksek basınç alanlarına tolerans gösteriyordu. Kısacası Nietzsche, kendisini acı eşiği son derece yüksek mobil bir “meteoroloji istasyonu” olarak görüyordu. Muhtemelen bu yüzden “Zerdüşt”üne “huzur ve dinginliğin kitabı” adını vermişti; başka bir deyişle, “Böyle Buyurdu Zerdüşt” “mükemmelliğin” yapıtıydı. Ancak özne bu mükemmelliğe, fırtınanın kalbinden geçmeyi göze alırsa ulaşıyordu; hayat, değişik uğraklarında öznesine bunu kanıtlıyordu zaten.

Kısacası, Nietzsche’ci postulatın anlamı şuydu: “Siz filozoflar, haydi gemilere!”

Nietzsche bir gemiyi düşlediğinde, asla yavaş ilerleyen buharlı bir vapuru kastetmedi; o aksine, “bilinmeyene yolculuk” anlamında, Kolomb’un Santa Maria’sına gönderme yapıyordu.

Nietzsche, muhtemelen, tüm algı ve bilgi yelkenlerinin sonuna kadar açıldığı bir yolculuğu kastediyordu.

Bu arada, Romantikler de rüzgâra karşı çok duyarlı olageldiler.7

Eski Yunan’da rüzgâr aslında ampirizm alanına ait bir olguydu. Ampirik doğa bilimlerinin kurucusu olan Aristoteles, öğrencisi Eresuslu Theophrastus ile birlikte rüzgâr ve hava durumu üzerine çalışmalar yaptı.

Bu vesileyle rüzgâra dair en çarpıcı cümleyi kuran Aristoteles’i anmak gerekiyor:

“Rüzgâra hükmedemeyiz belki ama yelkenleri farklı şekillerde açabiliriz.”

Rüzgâra karşı duran kişi yalnızca ona direnmeyi umut ededursun, rüzgâr, onunla estiği yönde duran, ona direnmeyen kişiyi hep ileri taşıdı, çünkü rüzgâr, her zaman zaten bir “kapsayıcı-içindelik varlığı”ydı.

Batı düşüncesinin ana akımı olan klasik metafiziğin belirleyici organı bir dereceye kadar gözdü. Göz, bir “karşıdalık”, bir ön cephe objeyi gerekli gören bir organdır; başka bir deyişle, göz olgusunda, doğrultusunu bir nesneye yönelten bir özne durumu bulunuyor. Orada, özellikle de diğer kişinin fırlatılan bakışa karşılık vermediği, tek yönlü bir akış söz konusudur.

Gözün aksine rüzgâr, özne ve nesne arasında bir “mesafe” sunmuyor, başka bir deyişle, “kibir”e izin vermeyerek belki de Episteme (bilgi) için en gerekli temel koşulları böylece yaratmış oluyordu.

Protagonist-Antagonist Düalitesi

“Protagonist (kahraman) rüzgârsa, o zaman antagonist (düşman) kimdir?” sorusunun yanıtlanması, bu denemenin akışı içinde, artık elzem hâle geldi.

Antagonist bence güneştir. Güneş, kadim Mısır’da da olduğu gibi, rüzgârın aksine, berraklığı, düzeni, istikrarı, geleneksel ve alışagelmiş olanı, sonsuzluğu, güveni ve aynı zamanda rasyonelliği temsil ediyordu çünkü güneşin yörüngesi hep değişmeyen kozmik bir plan izleye geldi. Kısacası, güneşe güvenebilirdiniz; o dünyadaki düzeninin garantörüydü.

Oysa rüzgâr değişkendi; devingen, kontrol edilemez, güvenilmez, öngörülemez ve kaprisli bir “varlık”tı.

Birçok kültür rüzgârı, hem bir başlangıç hem bir son, hem bir müttefik hem düşman ve bir suç ortağı olarak görüyor. Çünkü, bugün giderek daha fazla insan kasırga ve hortumlar nedeniyle sahip oldukları her şeyi kaybetme korkusu yaşıyorlar.

Ambivalentlik ve kararsızlık aslında hep rüzgârın doğasında mevcut olan şeyler olageldiler.

Rüzgâr, doğa gibi, aynı zamanda hem hayat veren hem potansiyel olarak yıkan bir güçtü çünkü doğa, varlık için bir kucak olduğu kadar bir mezardır da.8

İlk Komünist

Harika bir eşitlikçi ve bir yeniden bölüştürücü olarak rüzgâr, bence, ezeli bir ilk komünisttir.

Güneşin en güçlü şekilde parladığı ekvatorun üzerinde ısınan hava muazzam yüksekliklere çıkıyor, hava doğrudan güneş tarafından değil de toprak tarafından ısıtıldığı için yükseldikçe tekrar soğuyor ve 18 kilometre yükseklikte yüksek basınç nedeniyle bir doygunluk sınırına ulaşıyor ve ardından kuzey ve güney kutuplarına doğru yanal olarak yayılmaya başlıyor çünkü kutuplar hava basıncının en düşük olduğu yerde bulunuyorlar. Sanki her yerde aynı miktarda hava basıncının olmasını ister gibi rüzgâr bu şekilde tamamen dengeleyici bir hareket olarak öne çıkıyor.

Rüzgârın en temel iletisi bence şudur: “Değişim mümkündür”9 çünkü hiçbir şey sonsuza dek sürecek şekilde yapılmamıştır.

Bu açıdan bakıldığında, Komünist Manifesto’yu, belki de dünya tarihinin en büyük fırtına uyarısı olarak okumak gerekiyor.

Diğer yandan, keşif yolculukları, fetihler, sömürgecilik tarihi ve küreselleşme olgusu göz önüne alındığında, rüzgârın, paradoksal olarak, neredeyse emperyal bir rol oynadığı ortaya çıkıyor.
Örneğin, hiç kimse dünyayı kürek çekerek dolaşamazdı ama yelkenle bu mümkün hâle geldi, ancak o yelkenleri dolduran şeyin, tamah, mülkiyet, eşya ve iktidar rüzgârı olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Dünya, bir kez çevresi dolaşılmaya görsün, küçüldü; masumiyet sığınakları giderek azalıp kocaman bir pazar yeri hâline geldi.

İlginç olan şey, etrafı daha dolaşılmazdan önce, Macellan henüz yola çıkmamışken bile, dünyanın ikiye bölünmüş bir elmayı andırmasıydı; dünya o zamanlar, biri Portekizli diğeri İspanyol, iki yarıdan oluşuyordu.

Kolomb ve arkadaşları rüzgârı arkalarına alarak yelken açtılar, önce Kanarya Adaları’na indiler, daha sonra güneydoğu ticaret rüzgârına ulaşana kadar Afrika kıyıları boyunca ilerlediler.
Rüzgâr, hayalet esintileri şeklinde, daha sonraki köle gemilerinin rotalarını belirlemeye başladı, köleleri ilk olarak Karayip adalarına getiren ve dönüş yolculuğunda şeker veya şeker kamışını Avrupa’ya getiren gemililer demirden gövdelerinde kazanların adeta köle teriyle titreştiği, rüzgâra dair suç ortaklığının en dehşetli “metal” tanıklarıydılar.

Kolomb’un yolculuğu, emperyal mantık üzerine çok iyi bir ders veriyordu.

Rüzgâr, bu bakımdan, sömürgeci-emperyalist doktrinin ve hatta küreselleşmenin en büyük suç ortağı olarak öne çıkıyor.

Doğal bir güç olarak rüzgâr, karşılık beklemeden veren, kullanılmakla tükenmeyen bir müttefik ola geldi. Mesela, insan rüzgâr enerjisi kullanırken dünyanın kaynaklarını yok etmiyor; sınırsızca sömürülen bu nesne yeniden bir müttefik haline gelebiliyor. Marx’ın, “insanın doğallaştırılması ve doğanın insanileştirilmesi” konusundaki sözlerini bu bağlamda anmak gerekiyor.

Başka bir deyişle rüzgâr, insan ve doğa arasında büyük bir uzlaşma vizyonu sunuyor. Bence, kültür10 kavramının içeriğini dolduran şey, tam da bu uzlaşı vizyonudur; bu karşılıklılık ilkesine dayanan topluluk ilişkisidir.

Bu karşılıklılık ilişkisi biraz da müzikte olanınkine benziyor; rüzgâr eserken kendi melodilerini çalıyor, tınısı şarkıdaki nefesimiz aracılığıyla ya da tarafımızca tasarlanan bir enstrümanın ses kutusundaki yankısı olarak duyuluyor ve karşılığında insana, ancak dünyayı ve kendini severse, uçabileceğini öğretiyor:

“Penceremin perdesini havalandıran rüzgâr
Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgâr
Gir içeri usul usul beni bu dertten kurtar
Bana sevmeyi anlat
Bana esmeyi anlat
Esip geçmeyi anlat
Anlat ki çözülsün dilim
Ben rüzgârım demeliyim
Rüzgârlığı anlat bana
Senin gibi esmeliyim…”11

 
 

Josef Kılçıksız

 

Notlar:

  1. Arkhe: Latincede “başlangıç”, “köken”, “hareket kaynağı” gibi anlamlara gelen arkhe, Antik Yunan felsefesinde her şeyi yapan temel yapı taşına verilen isimdir; “ilk prensip” ya da “ilk element” olarak da düşünülebilir. Sokrates’ten önceki düşünürlerinin başlıca ilgi alanı, “arkhe”nin ne olduğunu araştırmak olmuştur (Esenyel, 2014: 1). Bu araştırmanın, aynı zamanda felsefenin de başlangıcı olarak kabul gördüğünü belirtmek gerekir. İlk olarak Miletos Okulu’nu incelemek gerekmektedir çünkü ilk filozof kabul edilen Thales bu okuldandır. – Evrim Ağacı    ⇡⇡⇡
  2. Zoe: Kelime Yunancada, sperm, kan ve su gibi hayatın en temel sıvılarını tanımlamak için kullanılagelir.    ⇡⇡⇡
  3. Breathwork: Nefes çalışması, nefes almanın bilinçli kontrolünün terapötik bir etkiyle kişinin zihinsel, duygusal veya fiziksel durumunu etkilediği söylenen çeşitli nefes uygulamaları için kullanılan bir terimdir. – Wikipedia    ⇡⇡⇡
  4. Nübye Çölü: Sudan’ın kuzeydoğu kesiminde yer alan bir çöldür.
    Dünyanın bilinen en eski arkeoastronomik megaliti Nübye Çölü’nün güney Mısır’da kalan kısmındaki Nabta Playa adlı bölgede dikili bulunmaktadır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  5. Conditio Humana: (Human Condition / Condición Humana) İnsanlık durumu, doğum, öğrenme, duygu, istek, ahlak, çatışma ve ölüm dahil olmak üzere insan yaşamının özellikleri ve temel olayları olarak tanımlanabilir. – Wikipedia    ⇡⇡⇡
  6. Halcyon Days: Geçmişteki mutlu, başarılı günler.    ⇡⇡⇡
  7. Caspar David Friedrich’in “Deniz Kıyısında Keşiş” adlı tablosu buna çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Tabloda saçları rüzgarda dalgalanmakta olan bir adam, kalın bir sis örtüsüyle kaplı olan manzarayı izlemektedir. Uzakta görülen dağlar, batıdan doğudaki düzlüklere doğru alçaladursun, denizin kasvetli karanlık kuşağı son derece düşük bir ufukla birleştiğinde, mistik yalnızlık, doğanın yüceliğinin yanında insanın çaresizliği, hem ruhsal dinginlik hem tinsel coşkunluk aynı kadrajın içine hapsoluyor izlenimi uyanıyordu.    ⇡⇡⇡
  8. Doğanın insana karşı, özen, kayırma ve ayrıcalık gösterme yükümlülüğü hiç olmadı; doğa insanı yarattı ama bu yaratma eylemi, bilinçlice insanı kastederek yapılmış bir şey değildi.     ⇡⇡⇡
  9. Bu slogan bana Scorpions’un “Wind of Change” şarkısını çağrıştırdı.    ⇡⇡⇡
  10. “Cultura” kelimesi aslen ekme, yetiştirme, bakım anlamına geliyor; Öz Türkçe olan “ekin” kelimesinin kültür anlamında kullanılması, bu bağlamda, çok isabetli bir seçim olarak öne çıkıyor.    ⇡⇡⇡
  11. Leman Sam – Rüzgâr    ⇡⇡⇡

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

7 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 24 Kasım 2023 at 19:45

    Çok mutlu oldum, yayın aralığını yeniden iki haftada bire çektiğin için 😁 Ve yazı… Hârikaydı 👌🏻 Felsefe tarihinde rüzgârla sörf 😁 Bayıldım.

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 24 Kasım 2023 at 21:35

    Çok teşekkür ederim Didem. Dipnotlara dokunuşun hârikaydı.

  • Yanıtla Sonay Karasu 25 Kasım 2023 at 12:21

    Her kalemi elime aldığımda “rüzgardan” neden bu kadar medet umduğumu şimdi daha iyi anlamış bulunuyorum. Nasıl derin bir yolculuk olmuş yazınız hocam. Kaleminize sağlık.
     
    Ben iflah olmayan karanlıklarımı künyeme işleteli epeyce oldu. Sağ çıkmaz insan bu gecelerden, belki bir ihtimal rüzgar çıkar. Nefesim karışır rüzgara.

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 25 Kasım 2023 at 15:52

    Uzun aradan sonra merhaba Sonay. Öncelikle değerli yorumun için teşekkür ederim. Bu vesileyle senin “trajedi” başlıklı çalışmana yaptığım katkıları hatırladım. Okumak isteyen arkadaşlara linki buradan atıyorum: Trajedi, Sonay Karasu

    • Yanıtla Sonay Karasu 25 Kasım 2023 at 16:47

      Selam ile hocam.
       
      Benim için kıymetli bir katkı idi. Kaleminize sağlık. Mailinize bir yazı atmıştım. Umarım ulaşmıştır.
       
      Saygılar

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 25 Kasım 2023 at 22:21

    Hayır ulaşmadı Sonay. Spama da baktım yok. Bir kez daha gönderirsen sevinirim. Bu arada umarım her şey yolundadır.

    • Yanıtla Sonay Karasu 26 Kasım 2023 at 15:22

      Tamam hocam.
       
      Saygılar

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan