Noel öncesi New York’a bir kez daha gitmiş ve Macmillan Palgrave’deki direktörümle görüşmüştüm. Ona özel bir üniversitede ders vermeye başlayacağımı, buna ilaveten editörlük, eleştirmenlik, araştırma gibi konularda serbest zamanlı çalışabileceğimi söyledim. Düşük maliyetli, deneyimli işgücü bulmanın heyecanıyla bana hemen yeni bir sözleşme imzalatmak istedi.…
Babası ölünce New York’tan İstanbul’a dönen Erol, cenaze töreninden sonra eski hayatına geri dönmeyi planlıyordur aslında. Ancak tek başına kalan annesinin durumunu görüp, kız kardeşi Selin’in “Artık buraya, evine, ailene, doğduğun topraklara dönmelisin” ısrarlarına dayanamayınca İstanbul’a yerleşir bir süreliğine.…
Profesörün asıl merak ettiği husus yakın geçmişte, özellikle de bir gece önce neler olduğudur aslında. Yine de çocukluk yıllarından başlarız Erol’un hikâyesini dinlemeye. Uzun hipnoz seansı boyunca pek çok şey öğrendik geçmiş bölümlerde. Çektiği amansız aşk acısını hatırladı Erol. New York’ta çektiği sıkıntıları, İstanbul’da…
Frankfurt’tan kalkıp Boston’a inen uçağımızdan çıkıp pasaport kontrolüne gelir gelmez yabancılığımın adeta yüzüme çarpıldığını hissetmiştim. Amerikalılar yan taraftaki bankolardan pasaportlarını şöyle bir uzaktan gösterip jet hızıyla geçerken bizler uzun kuyruklarda sıramızın gelmesini bekliyorduk. Lisansüstü eğitimim sırasında başka ülkelere seyahat edecek olursam zorluk çıkmasın diye…
Otobüsten Etiler’de inip Boğaziçi Kampüsü’nün Güney kapısına doğru yürümeye başlamıştım. Liseden mezun olduğum günden beri tıraş olmuyor, saçımı da kestirmiyorum. O dağınık halimle tam bir üniversite öğrencisi gibi göründüğümden eminim. İçim pır pır etse de kararlı adımlarla bariyerlerin yanından kayıtsızca yürüyüp geçecektim. Ta ki…
Profesörün asıl merak ettiği konu yakın geçmişte neler olduğu, Erol’un başına neler geldiğidir. Ancak koltukta oturan misafirini hipnoza girer girmez bunaltmamak, herhangi bir risk almamak için çocukluğundan başlatıp gençlik yıllarını anlatmasını ister ilk ısınma turlarında. …
Bunun üzerine Erol’un rızasını alan Moretti hastasını hipnoz ile kontrol altına alır. Asıl merak ettiği konu bir önceki gece neler olduğudur. Ancak, yirmi yıl önce neler yaşandığını öğrenmeden dün gece neler olup bittiğini çözümlemenin de hayli zor olacağını düşünmektedir Moretti. Ancak hipnoza girer girmez…
Evet, Erol’u hipnoz etmeye niyetlenmişti bir kere ama kendisine ne kadar güveniyordu acaba? İşin doğrusu duygusal sağ beyniyle, rasyonel sol yarımküresi arasında seçim yapmakta zorlanıyordu Moretti. Her şeye rağmen üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeliydi. Ayağa kalktı, oda kapısını sessizce kapattı, yerine dönerken de rahatlatmak ister…
Profesör Moretti, misafirini çalışma odasında bırakıp arabasını otele doğru sürerken hem o ana kadar olup bitenleri hem de şimdiden sonra atacağı adımları düşünüyordu. Hiç şüphe yok ki mesleki ya da şahsi merakından çok ev sahibi olmanın sorumluluğu ağır basmış, tuhaf davranışlarıyla hayli merak uyandıran…
Bir kitabın, ister beşeri ister ilahi olsun, diğer kitapların ötesindeki şeylerden söz ettiğini düşünürdüm. Ama artık kitapların çoğu kez başka kitaplardan söz ettiğini fark ediyorum… Böylece, yazarların hep bildiği şeyi yeniden keşfettim: Kitaplar daima başka kitaplardan söz eder ve her hikâye daha önce anlatılmış…
Aynı gün ünlü bir akademisyen ile yazdığı romanlar hakkında söyleşi yapacağını öğrenince olabilecek her türlü aksiliği göze alır ve Prof. Moretti’nin bağ evine gider kiralık arabasıyla.…
“Siz söylemeseydiniz nereden bilebilirdim ki? Zaten Profesör Moretti ile görüşmeye gelen konuklar hep bizde kalır. Kayıt yaptırdığınız sırada buraya neden geldiğinizi sormuştum dün akşam. Siz de bugün saat beşte kendisiyle randevunuz olduğunu söylemiştiniz.”…
Birden hatırladı! Gençlik yıllarında, Boston’dayken gittiği çamaşırhaneyi görmüştü rüyasında. Öğle vakti sakin adımlarla kapıdan içeri girmiş, elindeki mavi plastik torbadan çekip çıkardığı kirli çamaşırları boş bir makineye tıkıp cebindeki bozukluklarla aleti çalıştırmıştı. Oraya kadar her şey yolundaydı.…