Uyanış Öyküleri

Gölgede | 1

21 Ekim 2021

Öykü: Gölgede | Yeniden Doğmak | Yazan: Nuket Doyuran

 

İndeks

Gölgede | Bölüm 1
Gölgede | Umut | Bölüm 2
Gölgede | Mucize | Bölüm 3
Gölgede | Küçük Bilge | Bölüm 4
Gölgede | Tevekkül | Bölüm 5
Gölgede | Karşılaşma | Bölüm 6
Gölgede | İksir | Bölüm 7
Gölgede | Uyanış | Bölüm 8

 
“Niye üzgünsün?” diye sordu endişeli bakarak.

“Üzgün mü görünüyorum, hiç farkında değilim” dedi. Şaşırmıştı, öyle mi görünüyordu gerçekten.

“Evet evet sabahtan beri ağzını bıçak açmıyor, hasta filan olmuyorsun, değil mi? Rengin de biraz beyaz sanki?”

“Doktor izindeymiş bu hafta, gelsin hemen gideceğim zaten. Kaç gecedir yine uyuyamıyorum doğru düzgün. Geçen verdiği ilaçlar iyi gelmişti. Hem onları yazar hem yine bir muayene eder?”

“Git tabii, iyi olur. Ben de sana bir güzel tavuk suyuna çorba pişireyim de soğuk filan aldıysan… Aman evlerden uzak olsun!”

“Çok sağ olasın, sen olmasaydın ben ne yapardım, aç biilaç kalırdım biçare…”

Kadın şefkatle gülümsedi. Endişesi biraz dağılmış, hastalığı savmaya kafa yormaya başlamıştı bile.

Öğle yemeğinden sonra adet olmuş üzere kahvelerini içtiler. Arada biri camdan dışarı başını çevirip yağmurun şiddetinden bahsetti, diğeri onaylamak için başını sallamakla yetindi.

“Çorbanın yanına ne pişireyim, var mı canının çektiği?” diye sordu kadın bir aralık.

“Yok kuzum sen ne istersen, bana fark etmez” dedi beriki. Gerçekten her şey olur mu, yoksa ne olsa zaten umurunda değil mi pek de belli etmeden.
 

* * *

 
İki kardeştiler.

Her daim sıkıca taranıp at kuyruğu yapılmış kıvır kıvır saçlara, etrafı dikkatlice ama ürkek süzen maviş gözlere sahip olan kadın, kırklı yaşlarının başındaydı. Ne güzel ne de çirkin denebilecek, aslında kimsenin yorum yapmayı aklına getirmeyeceği türden bir tipi vardı.

Abi ise çok uzun boylu, çok zayıf, saçları çok seyrek, donuk bakışların gizlendiği ela gözleri ile tuhaf diye adlandırılabilecek biriydi.

Kadın, annesinin fiziksel özelliklerini birebir almakla kalmamış, aynı zamanda da annenin melankolik halleri, dramatiklik sevdası, aşırı muhafazakarlığı, kendini yeni olan her şeye sıkı sıkıya kapatışı, onda vücut bulmuştu.

Abi ise mistik dünyasından çıkıp dış dünyada var olma konusundaki gönülsüzlüğü, içine kapanıklığına ve pasifliğine inat hayalperestliğe sıkı sıkıya tutunuşu ile babasının kopyasıydı. Bağlanma ihtiyacının onu sürüklediği mecralarda yaşadığı hayâl kırıklıkları ile babasının kaderinin gölgesinde yaşayıp gidiyordu.
 

* * *

 
Kadının başından kısacık bir evlilik geçmişti. Henüz yirmilerinin başındayken ortak bir ahbapları sayesinde, Almanya’da yaşayan gurbetçi bir ailenin çocuğuna uygun görülmüştü. Üçüncü görüşmelerinde nikahları kıyılmış, resmi olarak karı koca olmuşlardı bile. Ne yaşadığının ayrımına varamayacak kadar kısa bir sürede, ilk yurt dışına çıkışını yeni gelin olarak gerçekleştirmiş; arkasında da gözü yaşlı bir anne ve depresyona meyilli, uzun süreli işlerde muvaffakiyet gösteremeyen, bolca hayâlleri ama bunları gerçekleştirecek takati olmayan bir abi bırakmıştı.

Kendi gitmişti gitmesine de aklı, kalbi kalmıştı memleketinde. Ne kocasının yanını kendine yuva bilebilmişti ne de ailesini. Dilini konuşamadığı bir yerde bir tarafı, her ne kadar her şeyi merak edip dursa da bir tarafı da buraya bağlanmaktan korkuyordu. Hiç tanımadığı kocasına, kocasının hiç tanımadığı ailesine bağlanmaktan da korkuyordu. Onun için her şey o kadar yeni ve ürkütücüydü ki… Zaten sağlam olmayan özgüveni iyiden iyiye tehlike altına girmişti. Endişeyi sever ruhu burada kendine genişçe bir yer bulmuştu.

Zamanla kimsenin onu istemediği, hep yanlış davranışlarda bulunup herkesi kızdırdığı düşüncesi git gide bütün zihnini ele geçirdi. Tam da korktuğu duruma düşmesini sağlayacak davranışlar sergiliyor olması, genç kadını içinden çıkması zor bir kısır döngüye sürükledi. Evlenene kadar, kökleri çok derinlere inmiş bir ağaç gibi, kendisini bulunduğu yere sabitlediği, sınırlarını bildiği ve bunlardan şikayetçi olmadığı bir hayatı olmuştu. Küçük çevresinde sempati ile karşılanan çocuk saflığındaki hareketleri ve meraklı tavırları, bir anda yetişkin olmanın ağırlığı altında ezilmeye başlıyordu.

Yabancı dil öğrenme çabaları yeni ailesi tarafından gereksiz bulunmuştu; zaten tüm ihtiyaçları karşılanıyordu, alışverişe gitmek istediğinde de mutlaka onlardan biri ona eşlik ediyordu. Aile, böylece ne kadar da iyi insanlar olduklarını sık sık birbirlerine hatırlatma ve kanıtlama fırsatı bulmaktaydı. Kısa bir zaman sonra kocasının her boş vaktini annesi ile geçirmek istediğini ve ana oğulun bir üçüncü kişiyi istemediklerini anlamış, bu durumu kabullenmişti. Hatta kocasının gece kâbus görüp uyandığında bile yan odada yatan annesinin yanına koşmasında bir sakınca görmemişti.

Günler akıyor ama her geçen gün kadının aleyhine işliyordu. Kurallarını bilmediği bir dünyada gidişatı değiştiremeyeceği aşikardı. Annesinin ve abisinin iyi olmadıkları, hatta ağır hastalıklar geçirmekte oldukları inancına tümü ile bağlandığı zamanlar başladı. Gün boyu evde histerik hâlde dolaşmasından, kocası, evlilikleri henüz senesini bile doldurmamışken, sıkıldı. Aile oturup genç kadının deli olduğuna çabucak karar verdiler; hem zaten abisi de tuhaftı, e zaten delilik genetik değil miydi, es kaza bir de torun olursa ne yaparlardı? Kendilerine en uygun ve mantıklı görünen kararı uygulamakta hiçbir çekince görmeden hemen boşanmayı gerçekleştirip kadını evine geri gönderdiler. Arkasından da böyle büyük bir derdi başlarından kolaylıkla savmalarını verilmiş sadakalarına bağladılar.

Genç kadın, aklı karışık, kalbi kırık, evine döndü. Yuvasındaydı, ailesinin yanındaydı ama bir daha huzuru bulamadı. Kafasındaki düşünceler resmi geçit hâlinde törenlerini dur durak bilmeden sürdürürlerken kendini kendinden korumakta zorlandı. Annesi ile derdini paylaşmak en son başvuracağı bir çare bile olmadı. Zaten daima hasta olan annesi ilk başlarda kızı gurbette diye ağlayıp dövünürken bu sefer de kızının yuvası yıkılıp geri döndü diye karalar bağladı. Abisi ise yine yeni bir depresyonun eşiğinde kendi derdi ile cebelleştiğinden kardeşinin hâlini görüp anlayabilmekten çok uzaktı. Hatta her zamanki gibi yardıma ihtiyacı olan kişinin kendisi olduğuna emindi.
 

* * *

 
Adam hiç evlenmemişti. Bir ilişki başlatmaktan çok uzak olan çekingen karakterini bilenler için bu çok doğal bir durumdu. Gençken annesine olan bağlılığını, kendinden sadece iki yaş küçük olan kız kardeşi evlenip uzağa gittiğinde ona yöneltmişti. Bir müddet yemeden içmeden kesilmiş, bazen günlerce odasından çıkmadığı olmuştu. Ama oğlunun tüm bu çırpınışlarını, kızı için yanıp tutuşan anne fark etmedi. En sonunda genç adam çareyi dışarıda aramaya başladı. Kendini bırakacağı bir limana, tüm sorumluluğunu devredeceği bir kucağa öyle ihtiyaç duyuyordu ki o sıralarda mahallede azar azar kendine biat edecek insanlar bulmaya başlamış olan, dinden uzak ama dini kullanan hocası imdadına yetişti. Bir müddet hayatının en saadet dolu günlerini yaşadı, hatta kız kardeşine yazdığı sağlık sorunları ile dolu mektuplarına bile o dönem ara verdi. Ama mutluluğu çok uzun sürmedi. Sevgili hocasının, ait olabilme ihtiyacı ile kavrulmuş safiyane duyguların istismarına soyunmuş bir üçkağıtçı olduğunun alenen tespit edilmesi ile tüm dünyası altüst oldu. Tam o sıralar yeni ailesi tarafından aforoz edilip geri gönderilmiş kız kardeşi bile onu teselli edemedi. Ama kız kardeşi, tüm şefkatiyle kendini onu iyileştirmeye, sonrasında da tüm bakımını üstlenmeye adadı. Adam, bir süre sonra bu yüce gönüllülük karşısında bahtiyar olmaya karar verdi. Ne de olsa artık tek başına yaşamını sürdürebileceğinden kuşkuluydu.
 

* * *

 
Ev halkı, bazen mahzun, bazen ürkek, bolca telaşlı günlerini birbirine eklerken seneler hızla tükenmekteydi. Kadın bir daha evlenmedi, kalbine birinin daha girmesine izin vermeye hiç niyet etmedi. Abinin hayâllerinden hiçbiri evlilikle ilgili olmadı. Anneleri çektiği üzüntülere dayanamadığından kalbi artık yeter dercesine atmayı durdurdu. Yağmurlu bir sonbahar gününde, annelerini toprağa vermiş iki kardeş, hiç hatırlamadıkları babalarından miras kalma evlerine doğru yola koyulduklarında arkalarından bakan ahali hâllerine acımıştı.
 

* * *

 
Kahveler içilmiş, akşam yemeği için yenecekler saptanmış, kendi odalarına çekilmişlerdi. Kapı zili çaldı. Kadın duvardaki saate baktı. Henüz servis saati değildi. Gelenin kapıcı olamayacağını anladığında merakı arttı. Abisinin uyumak ile uyumamak arasında arafta bir yerlerde hülyalı dolanırken sesi duymuş olması olası değildi. Telaşlı adımlarla odasından çıktı, kapıya yöneldi, bir an duraksadı, acaba abisine mi haber verseydi, yok yok şimdi o hemencecik kendine gelemezdi. Zihni gitgide kalabalıklaştığında endişeli olduğu zamanlarda yaptığı gibi ellerini açıp kapatmaya, arada avuçlarıyla bacaklarını sıvazlamaya, bakışlarını yerden ayırmadan kapının önünde ileri geri adımlarla gelişigüzel hareket etmeye başladı. En sonunda kapı deliğinden bakmanın en iyi çözüm olacağına karar verdi ama bir sonuç alamadı, kapıda kimse yoktu.

“Belki de yanlış daireye geldiğini anlayıp gitmiştir, evet evet kesin öyledir.”

Onu, böylesine kuruntulu hâle getirip huzursuzlandıran, birkaç gün önce manavın önünde sohbet eden kadınlardan mahalleye bir hırsız dadandığını duymuş olmasıydı. Zaten o günden beri gündeminde hırsız mevzusu geniş yer kaplıyordu. Ama abisinin dikkatini yeterince çekemediğinden sorunu istediği kadar büyütememiş, kendi sınırları içinde kalmıştı.

“Ya bahsettikleri hırsızsa! O kadar da söyleyip durdum, işte bak bir de önemsemedi, ne yapacağız şimdi? Demiştim ek bir kilit yaptıralım kapıya diye ama nafile kendim konuşup kendim dinliyorum.”
 

* * *

 
Bir kez daha kapının deliğinden baktı, birkaç tur koridoru boydan boya gitti geldi, sonunda endişe bulutları biraz zihninden sıyrılmaya başladığında beliren hafif ışığın aydınlığına tutunup kapıyı açtı. Önce hiçbir şey göremedi, apartman koridoru karanlıktı. İçinden kapıcıya söylenmeye başlamıştı ki “Kaçtır söylüyorum şu ampulü…” nutku tutuluverdi. Gözlerine inanamıyordu. O kadar şaşırmıştı ki sesi içinden fışkırıverir de tüm mahalleyi inletir diye elleriyle ağzını kapattı. İki saniye yerinde duramayan, kendi duruyor olsa eli ayağı kıpır kıpır kıpırdayan kadın, olduğu yerde donup kalmıştı. Bedeni ile zihninin bağlantısı kopmuş, düşünceleri bile akmayı durdurmuştu sanki.

“Ne yapıyorsun öyle kapıda kuzum? Ne var, kim gelmiş?”

Abisinin sesi ile dünya ile bağlantısını kurdu. Zor da olsa ona doğru dönebilmeyi başardı. Ama konuşacak takÂti yoktu. Yavaşça kapının önünden yana çekilip, abisinin kendi gözleri ile görmesine olanak sağladı.

“O da ne, kim bırakmış, aaa canlı bu, kimin bu, nasıl olur, niye bizim kapımızda, bize nasıl bir işaret bu? Allah’ım sen aklımızı koru!”

Pek bir şeyi umursamaz abiyi bile sarsan, belki de hayatında ilk defa ardı ardına cümleleri bir çırpıda tutku ile çıkarıvermesini sağlayan, kapının önünde, yerde, bir sepet içinde, battaniyeye sarılı bırakılmış küçücük bir bebekti.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nuket Doyuran
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 23 Ekim 2021 at 01:11

    En iyi çözüm onlar için yeni bir hayatın habercisi olmuş “kapıya bırakılan bebek”. Bundan daha iyisi nasıl mümkün olur ki…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan