Yazılı Metin

Işık İnsanları | Manifesto

23 Nisan 2024

Öykü: Işık İnsanları | Manifesto | Bölüm 5 | Yazan: Metin Çoban

 

İndeks

40 Kızlar | Luvi Mührü | Işık İnsanları | Bölüm 1
Kumarbi Efsanesi | Işık İnsanları | Bölüm 2
Deprem | Işık İnsanları | Bölüm 3
Mater Ana | Işık İnsanları | Bölüm 4
Manifesto | Işık İnsanları | Bölüm 5

 
 

5. Bölüm | Manifesto

 
Bu evren tamamen tesadüf eseri oluştu, gelişti gelişmeye devam ediyor, evrenin içinde bir düzensizlik, bir kaos var. Bu kaos ise evrende düzeni sağlıyor. Tüm cisimler birbirini çekerlerken aynı zamanda itiyor, başka cisimleri etkiliyor etkisinde kalıyor. Bu doğa kanunları kaçınılmaz sonuçlar doğuruyor. Meteorların düşmesi, yıldızların sönmesi, kara deliklerin oluşması veya kendi içine çekilerek yok olması. Yerküremiz de evrenin kaosu içinde kendi kurallarını belirlemiş uyguluyor. Buna karşı gelmek düşünülemez bile. İşte doğa yine yapacağını yapmış, yüzlerce yıl tekrarladığı gibi; Hatay, Adıyaman, Maraş ve diğer illerdeki depremini gerçekleştirmişti. Ölü ve yaralı sayısı inanılmaz rakamlara ulaşmıştı. Devlet yine halkına yalan söylüyor, gerçekte olan kayıp ve yaralı sayılarını gizliyordu.

Sema ve Ulvi bu şehirlerde yaşamıyorlardı ama buna kader mi denir, tesadüf mü denir, her ikisi de bu şehrin yaralıları içindeydi artık. Doktor Oğuz hastaneden bir ambulans ayarlamıştı. Ameliyathane ağzına kadar doluydu zaten fakat yatacak yatak da kalmadığı için başka yere yönlendirmek zorundaydı. Oysa yakın çevredeki hastaneler de aynı durumdaydı.

Ulvi, Ankara Akay Hastanesi başhekimi Sinan’ı aradı, Sinan ambulans uçak ayarladı ve derhal Hatay’a gönderdi. Oğuz’un gönderdiği ambulanstaki genç doktor ve hemşire Sema’nın ayağını sabitledi, kuvvetli bir ağrı kesici ile ambulansa bindirdi. Ulvi de ambulansa bindi, ambulans her ikisini de havaalanına taşıyacaktı. Havaalanı hiç ilgisi olmadığı halde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin asfalt onarma ekibi tarafından tamir edilmiş, böylece uçaklar yeniden inip kalkabiliyordu.

Sakine, Ulvi ve Sema’yı ambulansa bindirirken Ulvi; “Sen de bizle gelsen iyi olur, burada şartlar düzelince geri dönersin, seni de merak etmeyeyim” dedi. Sakine; “Ben de senin gibi düşünüyorum, size kim bakacak? Ben de Ankara’ya size gelmeyi planlıyordum zaten. Eve gidip eşyaları toplayayım, cipin anahtarını ver bana, onunla karadan gelirim. Sen Sema’yı hastaneye yetiştir. Kendini de tedavi ettir. Ben hastaneye gelirim. Orada buluşuruz.”

Ambulans uçak, havaalanına 1 saat sonra inmişti. Hastalarını yerleştirdikten sonra 1 saatlik uçuş ile Ankara Esenboğa Havalimanına indi, Yaralı Ulvi ve uyumakta olan Sema orada bekleyen ambulans ile Akay Hastanesi’ne taşındılar.

Sema’nın kaval kemiği (tibia) ve uyluk kemiğinde (femur) kırıklar vardı. Yapılan ameliyat ile bu kemikleri sabitleyen çiviler (intramedüler) ile ayağı alçıya alındı. Ulvi’nin tedavisi için cerrah olan arkadaşı Sinan bizzat ilgilendi, Ulvi’deki yaraların iyileşme hızını görünce çok şaşırdı. Doktor Sinan, Mater Ana’nın elinin Ulvi’ye değdiğini bilmiyordu. Toprak her şeyi iyileştirirdi. Çünkü her şey topraktan geliyor, tekrar toprağa dönüyordu.

Sakine, hastaneye geldiğinde arkadaşlarının sağlık durumlarını görünce çok sevinmişti. Sema’nın başından ayrılmıyordu, kendini uzun süre suçlu hissetti. Ama Sema’nın ona kız kardeşi gibi davranışından dolayı aralarındaki o mesafe yok oldu. Sema eve geldikten sonra da Sakine orada kalmaya devam edecekti. Hatay da yapılacak işleri vardı ama çok da önemi kalmamıştı. Ailesinin kaybını bile düşünemiyordu. Doktor Sinan, her eve muayene için geldiğinde veya Sema ile Sakine hastaneye birlikte geldiklerinde Sakine’ye ayrı bir ilgi gösteriyordu. Sakine de bu ilgiden oldukça memnundu.

Eve geldiklerinin dördüncü gününde kapının önünde 2 polis bekliyordu. Polis, yurt dışından gelen para ve kaynağı hakkında ifade vermek üzere, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne davet ediyordu Ulvi’yi.

Ulvi, polislerden kıyafetlerini değiştirmek üzere izin istedi, içeri girince avukat Özlem’i aradı, Özlem hemen müdürlüğe geleceğini söyledi. Ulvi ve polisler birlikte emniyet müdürlüğüne hareket ettiler.

Emniyet müdürlüğüne varınca Ulvi’yi ülkenin bekasına karşı eylemde bulunmak, yurtdışından kaynağı belli olmayan para ile kalkışma hazırlığı yapmak suçunu bahane ederek gözaltına aldılar. Avukat Özlem’in itirazları bir şey ifade etmedi. Görevli komiser, sanık diye bahsettiği Ulvi’nin kelepçeli olarak savcılığa intikalini istedi.

Özlem ve Ulvi yaşadıklarından dolayı korku ve şaşkınlık içindeydiler. Sıhhiye’de bulunan Adalet Sarayı’na gelince Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Tevfik Gök, sanığın sorgu odasına alınmasını istedi.

Yaklaşık 3 saat sonra savcı yardımcısı içeri girdi. Ulvi’ye dönerek, “Önemli bir iş adamısınız, bu devletten nemalanıyorsunuz ama bu devletin size sağladıklarını göz ardı ederek uydurduğunuz bir devlet için Luviler mi, Ulviler mi diye bir devlet yaratıp bölücülük yapıyorsunuz. Ayrıca Işık Erkanı mı ne diye bir örgüt kurup halkımıza, cumhurbaşkanımızı küçük düşürücü eylemler yaparak isyan ortamı yaratıyorsunuz. Size mi kaldı, deprem bölgelerinde yardım dağıtmak, insanlara yiyecek ve çadır yardımı sağlamak, bu devlet veremiyor mu 3 ekmek 1 çadır, onu mu demek istiyorsunuz? Ya o yurt dışındaki kaynağı belli olmayan kuruluş, İsviçre’deki Luwian Civilization Derneği ne ayak. Durup dururken 1 milyon Avro yolluyor. Amacı bu yüzyılın felaketinde ülkede karışıklık çıkarmak mı? Biz biliyoruz sizin gibi zibidi işadamlarını, daha önce Gezi olaylarında da yaşadık bunları. Alın dışarıdan maddi yardımı, sonra karıştırın bu güzide ülkemizi, yemeyiz biz bunları. Şimdi iddianameniz hazırlanana kadar, kaçma şansınız var diye, tutuklanmanız için mahkemeden karar çıkarttım. Sizi cezaevine koyacaklar. Avukatınız ihtiyacınız olan şeyleri size iletir. Ayrıca örgütünüzün üyeleri hakkında da soruşturma başlatılacak. Onların ifadeleri de geleceğinizi belirleyecek.”

Ulvi ve Özlem mahkemeye çıkıp savunma yapmak istediklerini söyleseler de savcı iddianame hazır olana kadar savunma yapılmasına izin vermedi. Eğer savunma yapılacaksa bu ilk duruşmada olacaktı. Ulvi, elleri kelepçeli olarak bir polis arabası ile cezaevine doğru hareket etti. Özlem, Ulvi’nin durumunu iletmek üzere, Sema’nın yanına, evlerine gitti.

Sema ve Sakine şaşkınlıktan dilleri tutulmuş halde, başlarına gelen bu duruma bir türlü anlam veremiyordu. İyi insan olmak, iyilik yapmak böyle bir ceza mı gerektiriyordu?

Ulvi’nin cezaevinde geçirdiği 4 günün sonunda, savcı Tevfik Gök, Ulvi’ye ilginç bir teklif ile geldi. Savcı; “Biliyorsun her doğal afet olunca, bizim kodamanlara başvurulur bir salma yapılır. Şu Acun Ilıcalı denen adamın içinde olduğu ve ünlülerin beraber sunacağı programa sen de katılır, 1 Milyon İsviçre’den gelen, 1 Milyon da kendi cebinden olmak üzere 2 milyon Avro bağışta bulunursan seni serbest bırakırız. Aksi takdirde biliyorsun Kavala’yı, Demirtaş’ı, Can Atalay’ı; çürür gidersin içeride. Akıllı ol, devletin bekasına karşı durma.”

Ulvi Işık aklından “Savcının bu dediğini yapmak aslında en kolayı. Ver parayı kurtul” diye düşünse de bir yandan da bunun onursuzluk, yapılan şantaja boyun eğmek olduğunu çok iyi biliyordu. Yanlış bir şey yapmamıştı. Tüm gücüyle, servetiyle zaten yardıma muhtaç insanlara ulaşmıştı. Yardımcıları halen o bölgede, gecelerini gündüz yaparak yardım ediyorlardı. Kararı, şantaja boyun eğmemekti. Ama yine de hem İsviçre ile hem de eşi ile bu konuyu görüşmek istediğini söyledi. Bu durum savcının işine gelmedi, bu sadece ikisinin arasında kalması gereken bir bilgiydi. Diğer kişilerin bunu bilmesi, sonuçları belli olmayacak yerlere götürebilirdi.

Savcı son kararının ne olduğunu sorduğunda, Ulvi “Ben gereken yardımı oraya ulaştırdım zaten, büyük paralar da harcadım. Diğer para, başkanı olduğum derneğe yapılan yurt dışı kaynaklı bir bağış. Biz bugüne kadar derneğe yapılan bağışları asla kişisel çıkarlarımız için kullanmadık. Anadolu’da kaybolmuş medeniyetlerin ortaya çıkması ve ülkemizde yaşayan insanların folklorları için harcadık. Asla bir kuruşuna dokunamam” dedi. Savcı Tevfik Gök “Sen bilirsin aslanım, biz çok gördük senin gibi cengaverleri, biraz kal da içerde görürsün Hanya’yı Konya’yı“ dedi.
 

* * *

 
Aradan 3 ay geçmiş, halen bir iddianame hazırlanmamıştı. Adli tatil başlamıştı. Bu 3 ay daha duruşma olmayacak demekti.

Ulvi’nin cezaevi şartları oldukça kötüydü. Görüşme günü diye bir şey yoktu. Sadece ayda bir kere eşi veya avukatı gelip görebilirdi. Sema henüz yataktaydı, yürümesi imkânsızdı. Zaten tekerlekli sandalye ile cezaevine gelmesini Ulvi de istemiyordu. Avukat Özlem, Ulvi’ye evden ve işyerinden haberler getiriyordu. İsviçre’den gelen parayı istediği gibi kullanabilmesi için Marc Haussen onay vermişti. Ama Ulvi tükürdüğünü yalayacak, şantaja boyun eğecek bir adam değildi.

Yandaş basında Luviler diye bir halk olmadığını, tarihte böyle bir ülkenin asla kurulmadığını, ülkede yaşayan Alevi topluluğu bir ulusa bağlayarak kalkışma yaratmak, isyan çıkartmaya çalışmak olarak gösteriyorlardı derneği. Devletin başında olanlar, ülkenin dünyadaki en büyük ekonomik güçlerden biri olduğunu, kendi başına her sorunun altından kalkabileceğini, deprem felaketini AFAD dışında yöneten ve yardım toplayan kurum ve kişilerin vatan haini olduklarını beyan ediyordu. İçlerinden bazı kişilerin, ülkede saygın durumlarını kullanarak, yurt dışından destek alarak ülke içinde kaos yaratmak, hükümeti devirmek için hazırlıklar yaptığını ama bunların tespit edilerek derhal bastırılarak cezaevine gönderildiğini beyan ediyorlardı.

Artık geri dönüş kalmamıştı. Ulvi bütün alacağı kararları kenara bıraktı, bu ülkede adaleti sağlayacak bir makam vardı, mahkemeye çıkar, savunmasını yapardı. En nihayetinde bir suç işlememişti. Deprem bölgesinde dernek olarak yardım dağıtmış, yurt dışından gelen yardım parasını da kullanacak vakti olamamıştı. Bu yaptıklarıyla herhangi bir yasayı çiğnememişti.

Avukatı Özlem ile bu konuyu konuşarak savunma hazırlamasını istedi. Derneğin yönetim kurulu üyelerinden olan Barış, Elif, Zübeyde, Zeynep, Ogün, Erol, Hakan, Mehmet, Cengiz, Tamer, Sakine tutuklanmışlardı.

Eylül ayının 4’ünde ilk defa mahkeme karşısına çıkarıldılar. İddianamenin tam hazır olmadığı belli oluyordu. Önce kimlik ve gelir tespitleri yapıldı sonra Alevi olan yönetim kurulu üyeleri Barış, Zeynep, Hakan ve Sakine’nin yurtdışına kaçma ihtimâli bulunduğundan tutukluluğuna devam edilmesine, diğer üyelerin tutuksuz yargılanmasına, derneğin başkanı Ulvi Işık’ın asli görevi Anadolu’da yaşamış medeniyetler yerine Türk devletlerini istilacı, sömürgeci gösteren bir ulus yaratarak halkın milli duygularını yıpratmak, isyana teşvik etmek, Alevi topluluğun geçmiş kökenlerini bu uydurma topluluğa dayandırarak kargaşa çıkartmak suçlarından 15 yıl cezalandırılmasına karar verildi.

Karar birden okunmuştu. Hakimin bu kararı vermesi sanki önceden ona bildirilmişti.

Avukat Özlem’in savunması hem Savcının hem de Hakimin pek umurunda değildi. Derhal temyize gidilerek bu durumun düzletilmesi için gerekçeli kararın çıkması beklendi, en son gününe kadar bekletildikten sonra gerekçeli karar açıklandı. İstinaf mahkemesi başladığında Ulvi Işık kendi savunmasını yapmak istediğini söyledi.

Manifesto

Ulvi Işık mahkeme günü, Lacivert spor ceket içinde beyaz bir gömlek giymişti, kravat takmamıştı ama yaka düğmeleri bile kapalıydı. Gri renkte bir kot pantolon giymişti. İki üç gündür sakal traşı olmamıştı. Sakalları arasında beyaz kıllar daha çoğunluktaydı. Tanıdığı her gazeteciyi, dergi sahiplerini, yazar ve ülkenin aydın insanlarını davet etmişti. Az sonra açıklayacağı manifestoyu herkesin onun ağzından duymasını istiyordu. Gözlüklerini temizledi, önünde yazılı olan manifestoyu okumaya başladı.

  1. Savcılık iddianamesinde belirtilen Luviler uydurma bir halk değildir. Bundan 9-10 bin yıl önce Orta Anadolu ve Ege Bölgesi’nde ağırlıklı olarak yaşamış bir halktır. Ülke kurmamışlar, hatta orduları olmadığından hiç savaşmamışlardır. Ancak bölge uygarlıkları olan Hititler, Asurlar, Likyalılar, Karyalılar, Luvi dili etkisinde kalmışlar, kullandıkları çivi yazısı yerine Luvi hiyeroglif yazısını kullanmışlardır. Hatta bu ülkeler tarihten silindikten sonra dahi yüz yıllarca Luvi dili buralarda kullanılmıştır.
  2. Luviler hakkında çok az bilgi olduğu için toplum ve dünya bilgi sahibi olsun diye İsviçre merkezinde olan Luwian Civilization derneği ile ortak çalışmalarımız var. Dolayısıyla bu iki dernek birbirine her türlü maddi ve manevi destek sağlamaktadır. Yaşanan 6 Şubat Depremi sırasında yapılan 1 milyon Avro’luk bağış tamamen iyi niyet ile yapılmış bir yardımıdır.
  3. Bugün ülkemizde yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkan Göbeklitepe, Karahantepe henüz hangi uygarlık veya topluluk tarafından yapılmıştır bilinmemektedir. Ülkemize has Alevi topluluğun Luvillerin devamı olan topluluk olduğu derneğimizin fikri değildir. Bu konu hakkında herhangi yazılı bir beyanımız olmadı. Çeşitli araştırmacıların kendi görüş ve öngörülerine göre, Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de bu bölgede yaşadıklarına inanılır. Aslında İslamiyetin bir mezhebi olmamasına rağmen, bu bölgede yaşayan Müslüman Arap ve Türkler ile uyum içinde yaşamak amacıyla islam dinine uyum sağlamış bir topluluk olarak karşımıza çıkarlar. Bizanslıların çeşitli yazıtlarında Türklerin Anadolu’ya gelmeden öncede bu topluluğun yaşamları hakkında yazılı tespitleri vardır. Yapılan Cem ayinleri, ışığın önemi, baharın gelişini kutlamaları ve kadın erkek birlikte ibadet etmeleri Luviler ile özdeşleştirilmiştir. Bizim ‘Işık Erkanı’ diye bir oluşumumuz bulunmamaktadır. Güneşe veya ateşe tapmıyoruz. Eğer bize Işık İnsanları diyorlarsa, insanlığa yardımcı olmaya, onları karanlıktan çıkarmaya, aydın insan olmaya ışık olmak istediğimiz içindir. Soyadıma bağlı kurulmuş bir örgüt yoktur.
  4. Biz Alevi, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Türk diye ayırım yapmayız. Bizlere göre tüm insanlar her şartta birbirine eşittir. Amacımız tüm dünyanın bunu kabul etmesidir. Din, ırk, cinsiyet ayrımı yapılmadan, hatta ülke sınırlarına bile gerek kalmadan tüm insanların dünya insanı olduğu, birlikte yaşadığı bir ütopyayı gerçekleştirmektir. İddiamız budur.
  5. Doğanın belirlediği kuralların dışında yaşamak mümkün değildir. Evren bir karmaşa içinde kendi düzenini kurarak devam ediyor. İnsanoğlu hem geçmiş tarihini hem gelecek tarihini göz ardı ediyor. Biz geçmişe sahip çıkıyoruz, orada yaşananlardan ders alınmasını, geleceği kurarken de bunların göz önüne alınmasını istiyoruz.
  6. Savaşa, teröre, kargaşaya karşı tamamen barış içinde bir yaşam istiyoruz. Tüm dünyanın silahlanma harcamaları yerine, dünya refahı için üretime para yatırılmasını istiyoruz.
  7. Devletin bekasına karşı, insanların dini inanışlarına karşı herhangi bir oluşum içinde bulunmuyoruz. Devletin her zaman yanında olduk, olacağız da. Büyük bir depremdi, yıkım ve kayıp çok fazla idi. Koordinasyon hemen sağlanamadığı için kişisel varlıklarımızı ortaya koyarak bir an önce yardım etmeye, o bölgedeki insanların canlarını kurtarmaya çalıştık. Bu bizim için bir refleksti. Devleti küçük düşürme, hükümeti aciz gösterme gibi bir niyetimiz hiçbir zaman olmadı.
  8. Savcılık makamının uydurma suçlarla suçladığı iddianamesine karşı, benim ve dernek arkadaşlarımızın ortak savunması olan bu metni mahkemenize sunuyorum.

Mahkeme kararını açıklamak üzere 1 hafta sonrasına gün verdi. Açıklanan karar bir üst mahkemenin aldığı karara ters düşmemiş, olduğu gibi kabul edilmişti.

Ulvi Işık: 374 gündür içeride
Osman Kavala: 2.352 gündür içeride
Can Atalay: 711 gündür içeride
Selahattin Demirtaş: 2.698 gündür içeride
Hüda Kaya: 161 gündür içeride

 
 

…SON…

 
 
Metin Çoban
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan