Yazılı Metin

Tamer Arkın’a Ne Oldu?

17 Ekim 2023

Öykü: Tamer Arkın'a Ne Oldu? | Yazan: Metin Çoban

Bu öykü yazma işlerine bulaştığım günden beri insanları daha fazla gözlemliyorum.

Neden yaşadıklarının farkındalar mı?
Bu dünyaya gelme sebeplerinin ne oldukları hakkında bilgileri var mı?
Mutlular mı?
Cinsellik sorunları var mı?

Eskiden beni ilgilendirmeyen bir sürü şeye dikkat eder oldum işte. Bir de konuyu anlatırken ağdalı kelimeler icat etmeye çalışıyorum. Tabii ki bir Marcel Proust değilim, olmam da imkânsız. Kayıp Zamanın İzinde kitabının bir bölümünde, adam evin vitray pencerelerini 16 sayfada anlatmıştı. “Yeter ulan alt tarafı, mavi, yeşil ve kırmızından oluşan renkli camların, günün değişik zamanlarında gelen güneşin açısına göre evin içinde meydana gelen yansımalarını yazacaksın. Peki, Marcel amca bana bir de vitray camların gece ne işe yaradıklarını anlatsana.”

Yani detaylandırmalara giremiyorum, “O zaman roman formatına giriyorsun, seninkiler daha öykü denemeleri, hemen havalanma bakalım” diyorlar. Zaten seçtiğim konular, öykünün temalarını aşıyormuş, konularım çok genişmiş, kaç tane roman çıkarmış bu konulardan. Eee biliyorum roman da yazılabilir bu konulardan, her karakterin geçmiş hayatı veya psikolojik durumunu anlatmaya başlasam 600 sayfalık roman olur tabii ki. Ama derginin editörlerinden kadın olanı “5.000 kelimeyi geçtin yazar bey, bu öyküyü iki bölüm de hatta üç, dört bölümde yayımlayalım“ diyor. Bu aralar hikâyelerimin içine kadın olan editörümü çok çekiyorum ama o bana darılmaz, öyle umuyorum. İnsan editörünü sevmeli, editör de yazarını sevmeli. Öykü yazıyoruz bu aralar, roman için daha vakit var. Roman öyküden üstündür diye düşünmüyor kimse, öykü mutlaka bir konuyu anlatmaz, biraz geniş de olabilir.
 

* * *

 
Size anlatacağım bu seferki öykü çok uzun değil çünkü karakterin hayatını anlatmak için uzatmaya gerek yok. Biraz kurnaz, biraz kaba ve görgüsüz, biraz dedikoducu, biraz değil baya cahil bir adam. Tabii ki bu cahillik, bilgi ve görgü düzeyine göre benim ölçümlediğim bir özelliği. Ona sorarsan da aynısını söylüyor.

“Ben cahil bir yörüküm. Bunca zaman bu mahallede yaşadım, İstanbul’u hiç görmedim. Askerliğimi bile Burdur’da yaptım. Ankara’ya hiç gitmedim.”

Görüldüğü üzere öyküsü yazılacak biri değil. Ama bir ismi var ki bilim adamı olabilir, sinema jönü mutlaka olabilir, parti genel başkanı olabilir, cumhurbaşkanı olabilir. Adamın adı, Tamer Arkın.

Tamer Arkın, soyadı nedeniyle karakterini yaşayan bir adam. Arkın soyadının anlamı “sakin, zayıf, yavaş, ağır” anlamında, yani tam da bizim Tamer ağabey gibi. Adam öyle miskin, ağır hareket eden, yavaş biri. Genelde bu bölgenin insanlarının karakteri böyle. Sakin ve ağır kanlılar.

Sabah gün doğarken bisikletine atlar, doğru denize gider, onun demesine göre 2 kilometre açılıp bakarmış Fethiye sahiline, o zaman bir daha çarşıya gidip oraları görmesine gerek kalmazmış. Deniz soğuk olursa denize girmez, der ki; “Ben balık mıyım soğuk suda yüzeyim.” Bisikleti ile geri gelir, kapıda karısı Nesrin teyze karşılar onu. Tamer abi, 75 yaşında ama her işini kendi yapıyor. Ama arkasını Nesrin teyze toplar. Genç yaşlarında Fethiye daha cazip bir tatil yeri değil iken mermer madeninde çalışmış yakın yerlerde, orada mermer taşıdığı için güçlü kuvvetli. 16 yaşında Nesrin teyze ile evlenmiş. Çocukken geçirdiği raşitizm hastalığı nedeniyle bacakları oldukça parantez, çok zayıf bir kadın. Güneşten de rahatsız oluyor, gece yatarken ne yapıyor bilmiyorum ama evde veya veranda da otururken hasırdan yapılmış şapkasını ne yaz ne kış hiç çıkartmaz.

İkisi birlikte yeni yaptırdıkları evin en alt katında yaşıyorlar. Üst katlarda 4 kiracı. Aileleri buraların para etmediği, sazlık olduğu dönemlerde almışlar bu arazileri. Sonradan turizm patlayınca ve Fethiye şehir merkezine sığmamaya başlayınca buralar altın değerinde olmuş. Müteahhitler %50 kat karşılığı ev verdikleri için şimdi hepsi gayrimenkul zenginleri. Ama yine de kafaları çadırlarda yaşadıkları yörük kafası. Çocukları güncel hayata uyum sağlamış görünseler bile onlar bile halen yörük işte. Ama anne ve babalarına çok bağlılar. Babalarına o kadar değil, annelerine daha çok bağlılar.

Nesrin teyze de Fethiye dışında hiçbir yere gitmemiş. Hatta, Göcek neresi, Kaş neresi oraları bile bilmiyor. İstanbul ise gözünde Amerika gibi, Almanya gibi muhteşem bir ülke. Çocuklarını bile evde doğurmuş. Çocukken raşitik olduğunu bilmediklerinden hastaneye gidip tedavi bile olmamış. Şu sıralar ağrıları çok diye hastaneye gidiyormuş, doktor ona “Biraz kilo almalısın, çok zayıfsın” deyince “Oğlum ben sabah, öğlen, akşam hep yemek yerim, bu adam her öğün yemek ister, ben yemek yapmazsam bu adam beni tepeler” demiş.
 

* * *

 
Her Fethiye’ye gidince karşı komşu olduğu için mutlaka karşılaşırım. Beni de çok sever Tamer abi, “Eee neler yapıverdin İstanbul’da? Annengillere mi geliverdin? İyi yapıyon, iyi yapıyoni sen iyi bir evlatsın” der.

“Sen neler yapıyorsun Tamer abi, sağlık sıhhatin iyi mi? Akşam uğrarım sana bu sene çok kitap okudum, onlar üzerine konuşuruz. Akşam gelirken rakı getirem mi sana?”

“Yok yok, tövbe haşa ben rakı makı sürmedim ağzıma evladım, günahtır öyle şeyler. Bir kere bana alkolsüz diye bira içiriverdiler de o zaman tansiyonun mu ne düşüyormuş, ondan da pek haz almadım evladım. Sen gel Nesrin teyzen tavşan kanı çay yapar” dedi. Akşama görüşürüz diye kararlaştırdık.
 

* * *

 
Akşam sekizde, elimde birkaç kitap ile Tamer abinin evinin kapısına vardım. Nesrin teyze karşıladı. Beni görünce “Tamer nerede evladım, seninle değil mi?” diye sordu. Bahçeye doğru arka taraflara baktım, içime de birden bir şüphe düştü, nedense onu bu akşam göremeyeceğimi hissettim, biraz titreme oldu, kendime geldim.

“Yok Nesrin teyze, akşam gelirim size, diye kararlaştırmıştık…”

Nesrin teyze, içeri gidip cüzdanına baktı, masanın üzerinde duruyormuş. Sonra bahçenin arka tarafına geçtik, her zaman sağa sola gittiği bisikleti arka bahçede yoktu.

“Sen geleceksin diye rakı almaya gitmiştir sana diye düşünmüştüm ama cüzdanını bırakmış, gelir birazdan merak etme, belki deniz kenarına gidip biriyle laflamaya takılmıştır. Ben çayı ocağa koyayım, sen de veranda da otur, masanın üzerinde öğleden sonra yaptığım kurabiyeler, bahçeden bugün topladığım karadut falan var, yiyiver gari, gelir herif birazdan“ dedi.

Bekleyişle geçen bir saatin ardından merak etmeye, telaşlanmaya başladık. Oğulları Cemal ve Kemal eve geldiler, etrafta ne kadar tanıdık varsa haber saldılar. Sahile indik, her yaşlı adamın suratına baktık, her yerde Tamer abiyi aradık. Ama hiçbir yerde bulamadık. Gece saat on ikiye doğru polis kapıya geldi, “Tamer abinin bisikletini Koca Çalış plajının en sonunda, kumların üzerinde bulduk” dediler.

Nesrin teyze, çığlık atamadı, hatta sesi kısılarak, “Gidiverdi Tamer, denize katılıverdi Tamer” diye sayıklamaya başladı, Cemal “Babam denize girip açılmayı severdi ama gece saatlerinde yapacağını sanmam, yine de denizde projektörle tekne gezdirelim polis bey” dedi.

Polis, “Buna çoktan başladık, 2 sahil güvenlik teknesi; biri açıkta, diğeri kıyada her metreye bakıyor. Düşmanı, hasmı yoktu değil mi Tamer amcanın?

Nesrin teyze, “Yok evladım yok. Tamer o kadar sakin, o kadar yavaş bir adamdır ki karıncayı bile incitmez. Herkes sever onu, komiserine sorsana, Ali bizi iyi bilir.”

Polis, “Teyze ben sormak zorundayım, beyaz bir tişört de bulduk bisikletin yanında, üzerinde kırmızı bir leke var. Kan mı, başka şey mi karar veremedik. Olay inceleme aldı, oradan sonuç bekliyoruz. Büyük ihtimalle eşinizin tişörtü. Yarın öğlene kadar daha detaylı bir açıklama yaparız, cep telefonu yok muydu amcanın, evde mi bırakmış?“

Nesrin teyze “Yok evladım, Tamer telefon kullanmaz. Bende telefon var nasılsa diye kendine telefon almadı. Zaten telefonda konuşmayı da sevmez.“

Küçük oğlan Kemal, “Ömer abi bir gelirversen, bugün babamla konuşmuşsun sana bir şeyler deyivermedi mi heç?”

Biraz tedirgin olmuştum, benle ilgisi olduğunu düşünmezler herhalde; “Yok Kemalciğim bugün ilk defa gördüm onu. Hoş beşten sonra ’Akşam bana gel’ dedi, ben de ’8 gibi gelirim’ dedim.”

Kemal babamın bu aralar aklı gidik, zamanı ve yerleri karıştırıyor. Acaba dedim bize söyleyemeyip sana söylediği bir şeyler var mıdır. Seni pek beğenir, çok bilgili adam keşke onun kadar okusaydınız diye bize çıkışır.”

Kemal benden şüphe duymuyordu ve samimi konuşuyordu.

O gece ara sıra karakola giderek herhangi bir gelişme var mı diye sorduk. Nesrin teyze bize çaktırmadan yatak odasına gidiyor, gece giymesi için yatağın üzerine bıraktığı pijamaları okşuyor, yine bize çaktırmadan gizli gizli ağlıyordu. Sabaha kadar komşular da birikti bahçenin içerisi mahalle toplantısı haline geldi. Kimisi, Tamer abinin bir yerde uyuyup kaldığını, bazıları ise “Hastaneleri aradınız mı? Kalp krizi falan geçirmiştir, adını bile söyleyememiştir” diyordu. Ama Polis tüm hastane, otel ve eğlence yerlerine bilgilendirme yapmıştı. Bölgede çalışan CCTV kameralarının da büyük kısmını saat altıdan itibaren olan kısmını incelemişlerdi. Tamer abi, Koca Çalış plajının olduğu yere kadar çoğu kamerada görünüyordu. Ancak bisikletin bulunduğu yer, aydınlatılan yolun sonuydu ve o bölgede herhangi bir otel, dükkan olmadığı için CCTV kamerası yoktu. Bisikletin arka tarafında yapılmakta olan bir otel şantiyesi vardı, oranında her metrekaresi incelenmiş, Tamer abinin izine rastlanmamıştı. Sadece otel şantiyesinin önünde birkaç saat içinde söndürülmüş bir kamp ateşi külleri vardı. Ancak burada kimlerin o ateşi yaktığı hakkında ne bir görgü tanığı vardı ne de görsel bir izleme.

Ertesi gün o bölgede gün ışığında tekrar bir inceleme yapılacaktı. Öğleden sonra bahçede herkes yine endişe ile beklerken lacivert kargo pantolonu beyaz atleti ile Tamer abi göründü; “Selamünaleyküm millet, n’örüp durursunuz böyle?“ diye selamlayarak içeri girdi. Kemal ve Cemal hemen babalarına sarıldı, Nesrin teyze biraz sevinçli, biraz kızgın, biraz endişeli bir bakışla “Nerelerdeydin koca herif, ödümüzü bokumuza karıştırıverdin” dedi, oturduğu sandalyeden kalktı, gitti kocasının boynuna sarıldı. 59 yıllık beraberliğin, alışkanlığın onsuz kalamamanın duygularıydı bunlar.

Herkesin aşk, tutku, bağlılık dediği şey bu kadar basit bir şeydi işte. Nesrin teyze Tamer abiye aşık mıydı? Aşkı hiç tatmış mıydı? Adam istediği kadar kaba saba bir adam olsun, boyu posu olmasın, hayatı boyunca yaşadığı, yıllarca sadece onun koynuna girerek başka birinin olmadığı kadınlığının mecburiyetiydi belki bu. Ama insanın görmek istediği huzur ve aşk buydu. Basit, gösterişsiz, çabasız.

Polis yarım saat sonra eve geldi, Tamer abiyi karakola ifade vermek için çağırdılar. Bana işaret etti, “Sen de gel evlat. Başımdan geçenleri bi’ dinle bakalım senin bana hep anlattığın hikayelere benziyor mu?”
 

* * *

 
Polis karakoluna gelince, komiser Ali kapıda karşıladı bizi. Tamer abinin ellerinden öperek “Geçmiş olsun Tamer abi, çok şükür çiziğin bile yokmuş, gel yukarı odama gidelim de bir çay içip konuşalım.“

İkinci kata komiser odasına doğru çıkarken alt kattaki erkek ve kadın polisler merdiven basamaklarını çıkan Tamer abiyi alkışlarla karşıladılar. Tamer abi merdivenlerin ortasına doğru durdu, aşağıdaki polislere sağ elini göğsüne koyarak selam verdi. O anda gözleri yaşla doldu, kafasını geri çevirdi, biraz daha bakarsa bir çocuk gibi ağlayacak gibiydi.

Ali komiser, görevli kişiye 4 çay söyledi. Çaylar içilirken sağlık sıhhat soruları soruldu. Komiser ifadeyi alacak memuru çağırdı. Gelen uzun boylu sarı saçlı bir kadın polisti ama Tamer abi başını öne eğince, Ali baş komiser “Emre’yi çağırın, o gelsin alsın ifadeyi. Olay yerini de gördü, teşekkürler Oya buraya kadar zahmet ettin” dedi. Oya durumu hemen anladı, geri çekilirken, “Ben Emre’yi hemen gönderiyorum amirim” dedi ve odayı terk etti.

Emre geldi, elindeki tablete bakarak, “Tamer abi vatandaşlık numaranı hatırlıyor musun?” diye sordu.

Tamer abi “Daha bunamadık be Emre, tabii ezbere biliyom“ dedikten sonra vatandaşlık numarasını söyledi. Sonra olay hakkında sorgulama başladı, “Kaç gibi evden ayrıldın? Yanında biri var mıydı? Sana düşman olan biri var mı?“

Tamer abi “Duruver gari, ben anlatacam, sen yazacaksın“ dedi ve anlatmaya başladı.

“Akşam Ömer oğlum bana gelecek diye rakı alıvereyim diye bizim sahildeki tekel bayi Salim’e gidiverdiydim. O yerinde yoktu, baktım cüzdanım da yanımda yok, diyemedim yanındaki çocuğa parayı sonra veririm diye. Salim saat sekizde gelecekmiş, ben de biraz daha bisiklet kullandım. Koca Çalış Plajı’na kadar vardım. Otel şantiyesi ne durumda diye bakayım dedim. Oraya varınca kumsalda 4 genç kadın ve 2 erkeğin ateş etrafında oturup gitar çaldıklarını gördüm, elimle selam verdim, ’Hello hello, welcome’ diyiverdim. Yanlarına çağırdılar beni, ben de gittim. Etraflarında dolaşarak ’Adım Tamer, adım Tamer’ dedim. Onlar da kendi adlarını diyiverdiler ama şimdi hiçbirini hatırlamıyorum, hepsi gavur ismiydi işte. Sonra bana otur otur diye işaret ettiler. Bir kutunun içinde birkaç tane şeker olan şekerlerden uzattılar, bana ’şugar şugar’ dediler, ben de şeker diye aldım bir tanesini attım ağzıma, sonra aradan 15 dakika falan geçti, bunlar ateş etrafında dönmeye başladılar. Tıpkı semah eder gibi hem ateşin etrafında hem de kendi etrafında dönüyorlardı. Bana da kalkıp semah yapmam için takılıyorlardı. Sonra birden içimden Turna Semahı yapmak geldi. Turna Semahı kadın ve erkeğin birbirine sarılarak kur yaparak yapılan semahtır bilirsiniz. Ben koca memeli sarı bir kadınla Turna semahı yapıyordum. Bir yandan da

Yemen ellerinden beri gelirken Turnalar,
Ali’mi görmediniz mi?
Havanın yüzünde semah dönerken turnalar
Ali’mi görmediniz mi?

Diye mırıldanıyordum, hepsi birden bana ’Şaman, Şaman’ demeye başladılar. Ben de onlara ’No no no, Tamer’ diyiverdiydim. Sonra o koca memeli kadın geldi önce dudaklarımdan öptü, sonra önüme çöktü, bana sarıldı. Diğer üç kadın da geldi önüme çöktü. ’Şaman, Şaman’ diyorlardı. Sonra hepimiz yere doğru uzandık, benim gözlerim kararmaya başladı, hani yağmur bitince ebem kuşağı çıkar ya, aynen gözlerimde o renklerde daire daire bir şeyler olmaya başladı. Sanki bana büyü yapmışlardı, hani ipnotizma mı ne, ondan olmuştum belli ki. O kadar güzel duygular içindeydim ki içimde ılık ılık sular akıyordu. Sanki bir ağaç gibi büyümeye başlamıştım her yerim genişliyor, sanki boyum uzuyordu. Sana söyleyeyim Komiser Ali, sanki ben 50 yaş genç oluverdim, dışarıdan kendimi görüyordum ayna gibi, sana söyleyecem inanmayacan, sanki ben Burak Özçivit olmuştum. Kapkara kaş, saç, bıyık, ulan ben hayatımda bıyık bırakmadım ki hiç diyorum. Ama kendime baktıkça daha da güzel buluyorum.

Yanımda 4 kadın var iki de adam, herkes birbirini dudaklarından öpüyor, birini Nesrin’e benzettim, onu öbür adam öpüyordu, ona bile kızamıyorum, olsun o da başka bir adamı bilsin diyorum. Töbe töbe töbe, bakın bu ifade aramızda kalacak, tamam mı? Beni Fethiye’ye rezil etmen. Sonra birden iki turna geldi beni kollarımdan tuttu. Havalara kaldırdı beni, yükseldikçe yükseldik, Ulan Rodos Adası ayağımın altındaydı ileri de Girit görünüyordu, bizim Giritli Suri ile Bektaş’ın çocukluğunu gördüm lan adada, bizim uşaklar gerçekten Giritliymiş ulen.

Sonra biraz deniz üzerinde uçtuk İthaka‘yı gördüm Ömer oğlum. Odysseus’un karısı Penolepe’yi gördüm adada, ona talip olan krallar, komutanlar birbirini yiyipduru valla. Penolepe beni gördü havada uçarken Pegasus sandı herhalde, diz çöktü Odysseus’u sordu gördün mü diye? Görmedim, daha deyiverdim. Bunlar hepsi Türkçe konuşuveriyor. Biraz yukarı doğru daha uçtuk, Didim, Milet, Efes’te şenlikler vardı, her yerde bir eğlence, turnalar yoruldu, bir adaya iniverdik, Nimpa mı Pimpa mı bir kadın Kirke, onunla kalmam için yalvardı, bir insana aşık olmuş zavallı kız, adama ölümsüzlük vermiş hemen götü kalkıvermiş. Bana da dedi sana da verivereyim ölümsüzlük, haşa kızım sen Allah’ın işine ne karışırsın, can vermek de almak da Allah’ın işi. Turnalar dinlenince, Poseidon’la karşılaştık Sisam Adası önünde, bize mızrak fırlattı turnalar beni düşürsün diye. Turnalar yükseldi mızrak boşa gitti. Truva’da savaş bitmişti, ortalık toz dumandı, Çanakkale boğazında Argonotlara rastladım Karadeniz’e altın post mu ne bulmaya gidiyorlarmış. Boşa gitmen oraya, orada da yok o post dedim, ama 50’si birden el salladı bana.

İstanbul boğazına girmeden önce, sol tarafta Ayasofya inşaatı yükseliyordu, oraya hipodromun olduğu meydana indim, kraliçe Teodora karşıladı beni, Allah’ım ne kadar güzel bir kadındı. Sordu bana ’Eyy yörük Şaman, beğendin mi yeni kilisemizi?’ Ben ona ’Çatıyı kubbe yapın, revak da koyun yoksa yıkılacak çatısı, benden söylemesi’ dedim. Cami gibi olsun dedim, nasılsa cami yapacaklar burayı dedim, Teodora bana cami ne be Şaman dedi. Yahu Şaman değil Tamer Arkın dedim ama kovdular beni oradan.

Cenevizliler beni misafir ettiler, Galata Kulesi’ne çıkardılar, dedim buradan Üsküdar’a uçam ben, oralar nasıl görem dedim, saf saf baktılar bana, birden kendimi bıraktım denizin üstüne, sağımda solumda martılar, aşağıda mas mavi bir deniz, uçuyordum, uçuyordum, birden Kız Kulesi üzerine düşmeye başladım. Yere çarpacaktım. Birden gözlerimi Dalaman Havalimanı, otoparkında, bankta yatarken buldum kendimi. Sonra bi’ baktım, üstümde tişört yok, bisikletim yok, cebimde bir kabarık vardı, elimi attım bir kağıda sarılmış 6.000 lira para vardı, bir de anlamadığım dilde yazılı bir kağıt. Alın şu kağıdı neler yazıverir. Oradan bindim servis otobüsüne bura kadar geldim.”

Komiser Ali, Tamer abinin elinden aldığı kağıda baktı, “Yahu bu İngilizce değil, Rusça. Baksana Emre bizde Rusça bilen var mı?“

Emre, “Bizde yok komiserim ama karşıdaki emlakçıda çalışan Lena Rus biliyorsunuz, ama benden iyi Türkçe de konuşur ona okutalım“ diye cevapladı komiseri.

Biraz sonra Lena içeri girdi, şaşkın şaşkın, “N’oldu amirim, sikinti ne? Emir bana dedi, sen çabuk gel tercüman gerek dedi.”

Ali Komiser kağıdı Lena’ya uzattı, “Bu kağıtta yazılı olanları sesli olarak bize tercüme eder misin?”

Lena;

“Biz dün gece Şaman yanımıza geldiğinde ona LSD verdik, eğlenmek istiyorduk, Şaman bizi dansları ile şarkıları ile spritüel yolcu yaptı. Fakat birden bayıldı, korktu biz. Onu kiralık arabaya koyduk, uçak için geldik, horluyordu uyuyor dedik, yol parası koyduk, hastane götürmedi biz, bu ülke de uyuşturucu vermek, satmak ağır hapis, biz korktuk. Çok özür dileriz Şaman, affet bizi” yazıyor dedi.

Kağıdı komiser Ali’ye uzattı. Komiser Ali gülerek, “Senin şeker kuvvetli uyuşturucu LSD’miş, insana çok hayal kurdurur, hep renkli rüyalar da olursun. Olursun da bu senin Yunan Mitolojisi bilgine de hayran kalmadım değil, çok gezdin çok kitap okudun anlaşılan. Artık ifadeni aldık, bu turistleri havaalanı kameralarından tespit ederiz. Davacı olacak mısın bu kişilerden?” dedi.

Tamer abi;

“Ne olup duruvercem, bene 6.000 lira verdiler, eğlendirdiler, kaçırmadılar, dövmediler, öptüler, oynadılar diye mi dava açıvercem, açmıyorum dava mava, kapandı gitti“ dedi.

Komiser Ali gülümseyerek “Bu arada olay yeri incelemeden tişörtün üzerindeki kırmızı leke için ruj lekesi diye rapor geldi, artık neler neler olduysa o kumsalda? Yıkatıp mı göndereyim eve yoksa böylece alır mısın?“ Tamer abi “Alırım ben onu böylece, atıveririm bir çöp bidonuna, Nesrin başka başka konuşur şimdi“ dedi.
 

* * *

 
Yarım saat sonra dışarı çıktık, beraber eve yürüyorduk bana yaklaştı “Ömer evladım, Nesrin’e bayılmışım, turistler de Dalaman’a götürüvermişler diyecem, bozma beni tamam mı?”

“Tamam Tamer abi, tamam fakat LSD seni bir seyyah, bir tarihçi yapmış ki kıskandım valla, bnmde mi alsam her gün bir tane.”

“Sorma evlat, keşke 6.000 lira para vereceklerine 3 tane o şekerden verselerdi, 1 tanesiyle Gap turu, 1 tanesiyle Karadeniz, 1 tanesiyle Doğu Anadolu turu yapardım. Hem para ödemez hem de oralara kadar gidip yorulmazdım.”

Tamer Arkın, işte böyle bir adam; yavaş, sakin, tembel, pinti bir adam. Artık cahil adam diyemem ama.
 
 
Metin Çoban
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 17 Ekim 2023 at 13:48

    Harikâydı, özellikle son bölümdeki mitolojik astral seyahate tahmin edebileceğin gibi bayıldım 😁👌🏻 Okurken lezzetli bir yemekten keyif alır gibi haz duydum resmen 😂😂
     
    Kurgu da çok başarılıydı 👌🏻 Bir de kendi hayatınla bu kadar paralellik olunca önce öykü değil, köşe yazısı sandım metni. Tam sana yazıp Tamer amca gerçek mi diye soracaktım ki baş karakterimizin adının Metin değil, Ömer olduğunu okudum 🙃
     
    Öykünün başında yine bana bir gönderme vardı 😁😁 İnanılmaz keyifli oluyor kendimi bir karakter gibi okumak, çok teşekkür ediyorum 🤗
     
    Kalemine sağlık canım 💛

  • Yanıtla Metin Çoban 17 Ekim 2023 at 14:04

    Canım baş editörüm, benim sıraladığım kelimeleri sen o kadar güzel anlamlar katarak diziyorsun kibu öyküler o kadar akıcı ve ilgi çekiyor ki anlatamam. Ve bu yüzden bu öykülerin güzelliği senin sayende oluyor.
     
    Ömer, “Karabiber Soda” öykümde geçiyor kızımın yakın arkadaşı artık bana “N’aber Ömer” diyor. 😃 Yani bir bakıma Ömer benim nick name’im oldu.
     
    Tamer ve Nesrin teyze, oğulları, polisler gerçek hayatta var 😃 ama biraz daha cahiller. Bu hikâyede geçen isimler farklı olabilir ama olay yaşanmış mıdır bilinmez 😃
     
    Ben de bayağı mitolojik olay biriktirmişim kendi cephemde. Bana yaptığın her türlü katkı ve desteğin için sonsuz teşekkürler.
     
    Sevgiler baş editörüm ♥️♥️♥️

  • Yanıtla Mücella Türkoğul 17 Ekim 2023 at 19:03

    Tebrikler, sonunda kahkaha attım 😀 Bir tek, yazıda “yörük kafası”, nedense rahatsız etti. Belki de Muğla yöresinde yaşadığımdan ve birçok eşim, dostum olmasından olabilir😊) Yine de nefes almadan okudum, teşekkürler.

  • Yanıtla Metin Çoban 17 Ekim 2023 at 20:00

    Mücella Hanım yorumunuz için çok teşekkür ederim. Yörük kafası derken kesinlikle kimseyi aşağılamıyorum. Buradaki yörükleri de çok severim, zaten anlamışsınızdır. Benim anlatmak istediğim, şu an mal mülk sahibi oldukça lüks evleri olan insanlar, ancak halen eski stil yaşamayı seviyorlar. Bahçelerine mısır, soğan patates ekip onları tüketiyorlar. Bu da eski yaşamlarından kalan ve halen devam ettirdikleri bir şey. Yoksa ne inanışlarıyla ne de kişilerle ilgili bir sorunum yok.
     
    Tekrar teşekkür ediyorum.

  • Yanıtla Emine Öztürk 19 Ekim 2023 at 18:09

    Sevgili Metin giriş bölümünde Didem için yazdıkların ve Proust için yazdıkların harikaydı. 👍
     
    Arkın soyismini okuyunca da hemen Cüneyt Arkın geldi aklıma. 😉 Ben öyküyü anlatanın Ömer olduğunu duyana kadar Metin bir anısını anlatıyor dedim.
     
    Başından sonuna nefis bir kurgu. Ayrıca uzun uzadıya yazmak bence meziyet keşke ben de uzun uzun yazabilsem.😔 Ben kısa yazabiliyorum. (Şimdilik 😉)
     
    Kalemine sağlık.

  • Yanıtla Metin Çoban 19 Ekim 2023 at 22:26

    Eminecim yorumun için çok teşekkür ederim.
     
    Didem öykülerime girince çok daha rahat ediyorum. Bir karakteri oturtmuş oluyorum en azından 😃
    Aslında çaktırmadan Burak’ı da çekiyorum, “editörlerden kadın olanı” diyerek olmayan olarak Burak da yavaş yavaş girecek konuya. Hatta seni de mi alsam 😂 Hepinizin hoşgörüsü ve arkadaşlığımız bu güzel dergiyi bir yerlere taşıyor.
     
    Uzun yazma konusuna gelince, yaşça sizlerden büyüğüm, ben de çok fazla şey birikti. Sanırım ondan uzun yazıyorum. Aslında çenem düşük değildir.
     
    Tekrar teşekkür ederim 🙏 🙏 🙏

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan