Yazılı Metin

Diren Yırca | 2

5 Eylül 2023

Yazı: Diren Yırca | 1 | Yazan: Metin Çoban

 

#DirenYırca
#ZeytinimeDokunma

 

İndeks

Diren Yırca | Bölüm 1
Diren Yırca | Bölüm 2

 
Bahçelere geldiğimizde, 6 büyük ağaç sökülmüştü, yerde onları görünce herkeste bir feryat figan başladı. İş makineleri diğer ağaçlara doğru hareket ediyordu, köyün yaşlı kadınlarından bir teyze, kepçenin karşısında heykel gibi duruyor, göğsüne yumruğunu vurarak “Gel ez beni, gücün yetiyorsa ez beni” diyordu. Jandarma vatandaşları çalışma sahasına girmemesi için uyarıyordu. Nesrin ve Gülay ellerinde cep telefonları ile canlı yayın yaparak olanların sosyal medyada görülmesini sağlıyorlardı.

Yüzbaşı Nesrin’in yanına gelip, “Hanımefendi, çekmeye hakkınız yok, siz basın mensubu değilsiniz. Halkı isyana teşvik ediyorsunuz, sizi göz altına almak zorunda kalabilirim“ deyince tepem attı.

“Bana bak jandarma komutanı, savunmanız gerekenler halk ve halk burada, karşı tarafta ise suç işleyenler var, Danıştay’dan karar gelmeden kimse bir ağacın yaprağına dokunamaz” dediğim an komutan başıyla iki jandarmaya Alın bunu” der gibi hareket yaptı. Onlar daha beni yakalayamadan tel çitlerin oradan atladım, iş makinesine, o yaşlı teyzeye yardım etmeye doğru koştum. 3 köylü de benden aldığı cesaretle çitleri aştı.

O anda bir kısa mesafe koşucusu gibi koşuyordum. Hedef belliydi, iş makinesi kullanan şahsı yakasından tutup aşağıya alacaktım. Köylülerin arkadan özel güvenlik tarafından yere düşürüldüğünü gördüm, dört beş karartının da yanlardan doğru bana koştuklarını gördüm. Tam makineye ulaştım, operatörün kapısını açacaktım ki boynuma sert bir cop darbesi ve sırtımla karın boşluğuma arka arkaya tahta coplar ile vuruldu. O an yere düşmemeliydim, geriye döndüm, yumruğumu rast gele bir iki kere salladım, kimseye vuramadım, ardından yere düştüm, dört ya da beş güvenlikçi karın bölgeme, kafama tekmeler savurdu. Yaklaşık 2-3 dakika kadar vurdular, tekmelediler. Sonra jandarma erleri geldi, beni yerden aldılar. Koluma girip arabaya bindirdiler.

Köylülerin “Yuuuhhh, yuuuuhhh” diye bağrışlarını duyuyordum fakat gözlerim kararmak üzereydi. 10 dakika yolculuktan sonra beni Soma Termik Santrali’nin “Küllük Yeri” diye bir binasına kapattılar.

Yüzbaşı geldi, “Ben emir verene kadar bu anarşist buradan çıkmayacak” dedi. Sadece 1 litre su bıraktılar, kapıyı kapattılar. Herhangi bir pencere olmadığı için zindan gibi bir yerdi. Ağrılarım artmaya başladı. Kavganın sıcaklığı geçmişti; ensem, kaburgalarım korkunç ağrıyordu. Dudağım patlamıştı, kasıklarım feci bir sancı içindeydi.

Oturup beklemeye başladım. Yaklaşık 1 saat sonra jandarma geldi. “Avukat, arkadaşların Nesrin ve Gülay Hanım savcıyla konuşmuşlar, savcı senin can güvenliğin için derhal Soma’yı terk etmeni, tekrar bu bölgeye geri döndüğün takdirde, halkı isyana teşvik etme nedeniyle seni göz altına alacağını söyledi. Sende hukuk adamısın, burada bir haksızlık varsa hukukla çözersin” dedi.

”Sen ne diyorsun yüzbaşı? Ortada hukuk falan yok, iktidar da bu kan emici şirketler de mafya gibiler; racon keserler, haktan hukuktan anlamazlar. 3573 sayılı Zeytincilik Yasası’na göre, Zeytin ağacının olduğu yerin 3 km dışına ancak zeytinyağı fabrikası kurabilirsin. Yani öyle termik santral veya başka tür fabrika kuramazsın. Bunların amacı sorun olan ağacı kaldırmak, yasaya güya uymak. Zeytin ağacı yoksa, o zaman termik santral kurmak sakıncalı değil.”

Yüzbaşı işaret parmağını dudaklarına götürerek sus işareti yaptı. Nesrin ve Gülay kollarıma girdiler. Arabanın arkasına koydular beni.

“Arabam çadırların orada, beni oraya götürün” dedim. Çadırların olduğu meydana gelince herkes hemen hastaneye girmem için telkinlerde bulundu. Demek ki durumum hiç iyi değildi. Arabamın oraya giderken Cüneyt yanıma yaklaştı “Abi biliyorum sen yalnız yaşıyorsun, Nesrin ve Gülay’ın gece burada beklemesinin bir anlamı da yok, bir, iki gün, hatta bir hafta senin yanında kalsınlar, sana yardımcı olsunlar.”

“Olmaz oğlum, bir şeyim yok, ben yarın gelirim buraya” dedim.

“Abi durumunu görmüyorsun, yüzün gözün şiş içinde, büyük ihtimal kaburgan veya omurganda da sıkıntı olabilir, hatta iç kanama da geçiriyor olabilirsin. Her ihtimale karşı yanında kalsınlar.”

”Peki tamam. Bir gecede düzelirim, beraber geliriz o halde.”

”Tamam abi, düzelirsen gelirsin. Biz buradayız, merak etme.”

Gülay direksiyona geçerken Nesrin benim arka koltuğa uzanmamı istedi, sırt çantalarını bagaja koyduktan sonra öne oturdu. Bana doğru dönüp:

”Yüzbaşı ’Soma sınırları dışına çıkın, bölgedeki hastanelere bile girmeyin’ dedi. Sen biliyorsun buraları, nereye gidelim? Navigasyon açacağız.”

”En iyisi Bergama Devlet hastanesidir. Orada doktor ve hemşire arkadaşlarım var.”

”Pekâlâ Gülay, doğru Bergama Devlet Hastanesi. Fazla sarsmamaya çalış. Adam pelte gibi, kırık çıkığı varsa sıkıntı olmasın.”

”Tamam, sen merak etme. Aldın mı tüm eşyalarımızı?”

”Sadece termoslar, fincanlar masanın üzerindeydi, tekrar döndüğümüzde bakarız, duruyorlarsa ne ala.”

”Sorun değil, hadi yola çıkıyoruz.”
 

* * *

 
Bergama devlet hastanesinin Acil kapısına geldik. Nesrin arabanın içinden, kapıdaki görevliye sedye diye seslendi. Adam içeriye girip hemen sedye ile geri döndü, beni sedyenin üzerine yatırdılar. Acil müşahede odasına alıp üzerimdeki her şeyi çıkardılar. Doktor geldiğinde eliyle vücudumu muayene etti, bir yandan da Nesrin’le olayın nasıl olduğu hakkında konuşuyordu. Nesrin olanları anlatınca, “Nöbet günümün bitmesini bekliyorum, bende katılacağım oradaki eyleme, bu şerefsizler o ağaçların yaprağına bile dokunmamalı“ dedi. Sonra yanındaki hemşireye, “Ali Bey’i önce röntgene, sonra ultrasona götürelim. Alt batın, üst batın taransın” dedi.

Nesrin doktora nerede beklemesi gerektiğini sordu, doktor; “Eşisiniz galiba, giriş kaydı için şu masadaki hemşire ile görüşün, yukarıda boş yatak vardı, röntgen ve ultrasondan sonra odaya gelsin, siz orada bekleyin. Ben sonuçlar hakkında hepinizle görüşeceğim” dedi ve ayrıldı. Beni sedye ile röntgene götürürlerken, Gülay’ın içeri girdiğini gördüm, elime sarıldı, alnımı okşadı, “İyi misin Ali?” dedi. “İyiyim, merak etme. Nesrin arkadaki masada işlemleri yapıyor” dedim, onun yanına gitti.

Röntgen ve ultrason sırasında iç hastalıkları doktoru Adnan Bulut’a rastladım. “Oğlum ne oldu? Ne bu halin? Kavga mı ettin? “diye sorunca olanları anlattım. O da bana onun katındaki odaya geçmemi, biraz sonra yanıma geleceğini söyledi. Hemşirelere de talimatlar verdi.

Yaklaşık 20 dakika sonra 303 no’lu odadaydım.

Adnan; Nesrin ve Gülay’a hangi odada kaldığımı söylemiş, biraz sonra ellerinde su şişeleri ile içeri girdiler. İkisi birden ellerimi tuttular, “Çok şükür rengin yerine geldi, bembeyazdın“ dediler. Elbiselerimi acilden almışlar hastane torbasının içine koymuşlar. Nesrin cep telefonumu gösterdi. Kafamla ’Yok istemiyorum’ dedim.

Adnan gelmeden önce Gaye hemşire geldi. Birkaç gece Adnan, eşi ve Gaye ile birlikte Cunda’da yemek yemiştik. Adnan ve eşi bana ayarlamaya çalışıyordu Gaye’yi ama öyle çalışmayla olmuyor işte. Çok düz bir kadın; sabah kahvaltı yap, işe gidelim, akşam eve dönelim, yemek yiyip dizi seyredelim. Bana göre değil, ben o kadından her gün bir şey almalıyım, o da benden almalı, elbet bitecektir bu alıp vermeler ama artık çoktan kafalar ve bedenler aynı olmuş olur, bu süreci yaşayacak kadın ve adam lazım işte, herkes bunu göremiyor. Evlilik, birliktelik, rutin bir hayat değil, her gün aynı şeyleri yaşamak değil. Ev alalım, araba alalım, çocuk özel okula gitsin değil. Bak insanlar ağaçlar için canını ortaya koyuyor. Alsalar kamulaştırma paralarını, tezyid bedel paralarını, ev de alırlar, araba da. Ama teyze ne diyordu, makine ağacı sökerken “Bebek gibi ağlıyordu, ağaç sesi geliyordu, bağırıyordu sesi kulaklarımda hâlâ.”

Büyük usta Nazım boşuna yazmadı o “Yaşamaya Dair” şiirinde:


Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yanı ağır bastığından.

 

* * *

 
Gaye içeri girer girmez, Nesrin ve Gülay’ı görünce “Siz Ali’nin nesisiniz? Ali neden bu hale geldi?“ diye sorunca kadınlar biraz gerildiler. O sırada ben araya girdim:

“Nesrin birinci eşim olur, Gülay’da onun kuması. İlahi Gaye, insan bir geçmiş olsun der önce, Nesrin de Gülay da Greenpeace Akdeniz’den arkadaşlarım. Yırca’daki Zeytin kıyımı direnişinde birlikteyiz. Sağ olsunlar gece gündüz, eylem yerini bırakmadılar.“

“Ne yani Ali, biz devlet memuru olmasak senin yanında olmayacak mıydık? Ben de seninle orada gece gündüz beklerdim.“

Araya Gülay girdi:

“Gaye galiba adınız, Ali az önce söyledi. Gaye Hanım, Nesrin ünlü bir mimar, büyük bir ofisi ve çalışanları var. Ben ressamım, sanat galerim var ve galerim haftanın 7 günü açık, işimiz direniş için müsait değil yani, ayrıca biz Ali’nin yanında kalmaya gelmedik, zeytin ağaçlarına bir şey olmasın diye nöbet yerinde köylülerle birlikte kalıyoruz. Ali yaralandığı için, arabasıyla onu buraya getirdik.“

Gaye yerin dibine girmişti ama bir şekilde bu durumdan sıyrılmalıydı. “112’yi arayıp ambulans çağırsaydınız, herhangi bir kırığı varsa iç kanaması varsa siz nasıl müşahede edecektiniz“ dedi. Nesrin ve Gülay elleriyle “Pes” der gibi yaptılar, kenara çekildiler. Gaye önce yastığımı düzeltti, sonra üzerime yeni bir örtü getirdi, elindeki gazlı bezle, yüzümdeki kurumuş kan ve toprak parçalarını temizledi.

Kısa bir süre sonra Adnan geldi odaya.

“Aliciğim çok şükür iç kanaman veya organlarında bir hasar yok. Yalnız sağ tarafındaki kaburgalarının biri yerinden çıkmış, diğerinde ise çatlak var. Şimdi bizim ortopedist Sinan’ı evinden çağırttım, gelip o kaburganı yerine oturtacak ve gövdeni bandaja alacak. Biliyorsun kaburga kırık ve çatlakları alçıya alınmıyor, sadece bandaj. Sen yine de bu akşam burada kal, biz seni gözlemleriz.“

“Yok Adnan; Nesrin ve Gülay beni eve bırakırlar. Bu gece de benim misafirlerim zaten, senin telefonunu veririm onlara, herhangi bir şey olursa ararlar seni. Biz bandajdan sonra çıkalım.“

Gaye; “Aliciğim bende de bu gece kalabilirdin, annem geldi Balıkesir’den hem seninle de tanışırdı. İstersen yarın ve öbür gün için izin de alabilirim.“

“Yok Gayeciğim şimdi anneni de telaşlandırmayayım. ’Nasıl bu adam dışarıda kavga edip böyle eve mi geliyor?’ diye sana sarmasın.“

“Yok be, ben anlattım seni ona.“

Bu son lafı söyleyince Gaye birden kızardı, “Ben gideyim sargı ve bandajları getireyim“ dedi. Odadan çıktı, Adnan’ın suratında bir gülümseme vardı. Nesrin ve Gülay’a dönerek, “Ali’m size emanet kızlar, ne olursa, saat kaçta olursa beni arayın. Eğer Necla uygunsa, bir çay içmeye yanınıza uğrarız“ dedi. Nesrin, kırk yıllık tanışıyorlarmış gibi, “Aaa mutlaka bekleriz” dedi. Herkesin yüzünde bir gülümseme belirdi.

Ortopedist Sinan girdi bu esnada içeri.

“Ali n’aber ya? Yırca’da olay çıkarmışsın, gider alırız intikamını oğlum sen merak etme. Biz bu akşam kahvedekilerle gideceğiz oraya. 6-7 ağacı sökmüşler ha, vatan haini bunlar, vatan. Soma Santrali sökülsün diye uğraşırken ikinciyi yapmaya kalkıyorlar. Bakayım senin şu kaburgalara, güzel ızgara olur mu?“

Eliyle kaburgalarımı tutuyor, ölçüyordu. Biri üzerinde çok bastırdı, tekrar kontrol etti, oturdu yerine.

“Diğer çatlak için yapacak bir şey yok, uyurken seni rahatsız etmesin diye sargıya alacağım. Aman yaptığın her harekete dikkat et, veranda da dinlenirken bile dik oturmamaya çalış. Sırt üstü yat, işini öyle gör, aktif olmaya çalışma.“

“Sırt üstü yat, işini öyle gör“ derken Nesrin ve Gülay’a bakış attı, “Aktif olmaya çalışma“ derken de bana.

“Sinancığım, Adnancığım size ne kadar teşekkür etsem az. Ben sargılardan sonra, eve gidip dinleneceğim. Ankara’daki avukat arkadaşları aramam lazım, Danıştay’daki davayı iyice sıkıştırsınlar, bunlar 6-7 ağaç derken tümünü kesecek gibi görünüyorlar. O işi takip etmem lazım.“

Adnan, “Peki Aliciğim. Sinan da gördü seni, içim rahatladı. Bu gece burada kalmana gerek yok, hanım arkadaşların zaten senin başında olacaklardır. Gece gelmeye çalışırım.“

Sargılarım tamamlanınca, hastaneden çıktık, Nesrin akşam yemeği için telefonla yemek getirecek yer var mı diye sordu.

“Yok güzelim, burada kurye sınıfının ezilmesine karşıyız. Kasımın yedisi kızım, burada yazlıklarda adam bulmak zor, ne kurye ile yemek bulmak. Sen şimdi bir yer tarif edeceğim, umarım biraz bize kalmıştır. Merkezde Çığırtma Evi var, orada efsane patlıcan çığırtma yaparlar, evde de 4 kilo sardalye balığı var, aç kalmayız merak etmeyin. Buzdolabımın mutlaka 1 aylık rezervi vardır. Yarın her şeyi hallederiz.“

Şehir merkezinde Hatice ablanın Çığırtma Evine gittik. Arabayı önüne çektiler, Hatice abla beni görünce neler olduğunu sordu, Nesrin ona her şeyi anlattı. Hatice abla bir sürü beddua okudu. Birine sipariş üzere ayırdığı 1 tepsi çığırtma kalmış, onun hepsini tepsiyle birlikte verdi. Tarhana çorbası da varmış, bir tencere de çorba verdi. Fırından pide ve ekmek aldık, Dikili’ye doğru yola çıktık. Evin plaja bu kadar yakın olmasına çok sevindiler, manzara çok hoşlarına gitti. Çantaları ve yemekleri çıkarttılar. Bu gece balık yememeye karar verdik, zaten çözülmeleri mümkün değildi. Menü tarhana çorbası ve patlıcan çığırtma.
 

* * *

 
Akşam verandada oturmak için soğuktu, salonu tercih ettik. Beni L koltuğun uzun tarafına yatırdılar. Nesrin diğer dönen yerine oturdu. Gülay berjere geçti, Greenpeace’den Cüneyt ile telefonla konuşuyordu. Diğer avukat arkadaşlar, ’Kararı beklemek zorundasınız, suç işliyorsunuz’ demiş. Adamı kelepçeleyip polis karakoluna götürmüşler. jandarma 3 köylüyü önce gözaltına almış sonra serbest bırakmış. Beni sormuş, iyi ama dinlenmesi gerekiyor demiş.

Biraz sonra Adnan, eşi Necla ile geldi. Baklava almışlar, Nesrin evin kadını gibi karşıladı onları, konuşma ilerleyince önce Türk kahvesi yaptı sonra bizim için yaptığı çayla birlikte baklava verdi. Necla kadınları merak ettiği için her şeyi sordu, onlar da mecburen her şeyi tekrar anlattılar.

Adnan son kontrollerimi odamda yaptı, sonra kızlarla vedalaştılar, evlerine döndüler. Kızlar her odada klima olmadığı için annem ve babamın yattığı yataklarda yattılar. Allah’tan yıllardır aynı odada ayrı yataklarda yatıyorlar.

Sabah olduğunda ağrılarım daha bir yüzeye çıkmıştı. Adnan ağrı kesici bırakmıştı ama kızlar kahvaltı yapmadan vermek istemediler. Verandaya indiğimde şahane bir kahvaltı masası beni bekliyordu.

“Gece rahat uyudunuz mu? Üşümediniz, değil mi?“ diye sordum.

Gülay, “Valla bir süre klimayı çalıştırdık, sonra sıcak oldu, sesi de çok geliyordu, uyuyamıyorduk, kapattık uyumuşuz. Fakat yorganlar ince olduğu için sabaha karşı donduk. Sonra yine klimayı açtık. Bu gece bir kat daha örtü koyacağız.“

“Annemlerin yatakları bazalıdır, onların altında battaniye ve yedek yorgan falan vardır. Annem yazın bile örtünür.“

“Sen merak etme hallederiz. Ben bugün şu Hatice ablanın tencere ve tepsisini bırakayım, bir de Yırca’ya gidip son duruma bakayım.“

“Tamam Gülaycığım, istersen ben de geleyim, araziye çıkmam, araba da otururum.“

“Olmaz Ali, sen odada iken Doktor Adnan, Nesrin’e ve bana yemin ettirdi, en az 5 gün evden ayrılmasın, siz burada kalamıyorsanız ben Gaye hemşireye izin ayarlayabilirim dedi.“

“5 gün mü?“

Nesrin, “Evet Ali Bey, 5 gün daha yatıp dinlenmeniz lazımmış. Oradaki bir arbedede kaburga kemiğiniz ciğerinizi yırtabilirmiş. Korunmanız lazım, hatta 5 gün değil 1 ay çok dikkatli hareket etmek lazımmış. Biz işlerimizi ayarladık, zaten burada İnternet erişimi de var, yani buradan bizi kovana kadar seninleyiz hayatım.“

“Ya Allah sizden razı olsun, benim yüzümden nelere katlanıyorsunuz, çok teşekkür ederim. Sizi niye kovayım, merak etmeyin annemler mayıs sonuna kadar buraya gelmezler.“

“İstersen biz gidelim Gaye gelsin, Adnan Hoca 5 gün izin ayarlayabilirim dedi.“

“Yok yok, böyle çok güzel, siz varken o buraya asla gelmeye cesaret etmez.“

O sırada telefonum ekranında Semra’nın adıyla çalmaya başladı. Off deyince, Nesrin açtı telefonu.

“Ali’nin telefonu. Buyurun ben Nesrin.“

“Nesrin mi? Siz neyi oluyorsunuz Ali’nin?“

“Şu an onun her şeyiyim, siz nesi oluyorsunuz?“

“Üniversiteden arkadaşıyım. Dün direnişe gitmişti, ne oldu diye soracaktım.“

“Şimdi orada, sabah evden çıkarken telefonu yatakta unutmuş, yetişemedim, gitti.“

“O zaman aradığımı söyleyin, aramak isterse beni arar.“

“Aramak isterse arar, söylerim.“

Telefonu kapattı, bana gülümsedi, “Oğlum bu ne ya, biz senin etrafındaki kadınları kovma radarın mıyız?”

“Ya nasıl anladın onunla bir daha görüşmek istemediğimi, bir gece birlikte olduk, her gün aramalar, videolar, nü resimler. Valla çok iyi iş çıkardın kutlarım.“

“Aslında bir kadının diğer kadına bunu yapmaması lazım, sen adam gibi çıkıp ’Arama kızım, istemiyorum’ demelisin. Fakat çok uysal bir adamsın, kimseyi kıramıyorsun. Nasıl avukat oldun sen?“

“Aslında sadece kadınlara, çocuklara ve ezilenlere karşı böyleyim. Ezenler ve eziyet çektirenlerin ise en büyük düşmanıyım.“
 

* * *

 
Kahvaltıdan sonra Gülay önce Bergama’ya Hatice ablaya, Sonra Yırca’ya eylem yerine gitti. Nesrin büyük bir ısrarla beni banyoya sokup yıkamak istedi, önce kabul etmedim ama her tarafım çamur ve kan lekesi içindeydi ve çok feci şekilde ter kokuyordum. Banyoya girdik, önce boxerım vardı üstümde sonra tamamen çıplak, her yerimi sabunla çok dikkatli şekilde yıkadı. O kadar hafiflemiştim ki. Bana verandada oturabilecek giysiler giydirdi, güzel bir kahve yaptı, geçti karşıma oturdu.

“Bak bu zeytin neler yaşattı bize“ dedi.

“Zeytin, hayat demektir. En kadim besindir zeytin ve asma. Âdem zamanından beri var asma biliyorsun. Yaprağıyla örtünmüşler, üzümünü yemişler. Zeytin mitolojik bir bitkidir. Yunan mitolojisinde, Büyük tanrı Zeus, Atina kenti kurulmadan önce, tanrı ve tanrıçaları yanına çağırır; ’Hanginiz insanlık adına, onların işine yarayacak bir hediye verirse bu yeni kent onun adı ile anılacak” der. Poseidon 3 başlı yabasıyla taşa vurur, içinden su pınarları fışkırır ve süper bir at çıkar, su ve at insanlar için en iyi hediye diye düşünmüştür. Athena taşa vurur taşın içinden zeytin ağacı çıkar, Zeus meyvesini tadar ve bu hediyeyi daha uygun bulur, ismi olmayan şehre Athena (Atina) adını koyar. Buna kırılan Poseidon’a Athena, ağaçtan bir dal kırar ve barışmak için uzatır. İşte barışın simgesi olur böylece zeytin dalı. Şimdi sen bunu bizimkilere anlatsan yok panteist yok yerli ve milli değil derler, adamların zeytine karşı kini büyük.“

“Ya Ali, sen ne tatlı adamsın, şu peşinde olan kadınlara hiç şaşırmıyorum, istediğin gibi bir hayat sürebilirsin, istediğin kadınla birlikte olabilirsin ama direnişlerden direnişlere koşuyorsun, inanılmazsın gerçekten.“

“Aslında siz ikiniz de öylesiniz, işleriniz, zenginliğiniz, yaşam tarzınız buralara ve eylemlere uygun değil ama siz de burada benimle birlikte, dünya için, çevre için, köylüler için mücadele veriyorsunuz. Oysaki, hangi partiye, yemeğe katılsak, Avrupa’da mı tatil yapsak, Asya’da mı gibi şeyler en büyük derdiniz olabilirdi.“

“Oğlum Gülay’da ben de Beşiktaş Çarşı’danız; Ezene, eziyet edene karşıyız. Gezi Parkı’ndaki ağaç bizim için ne ise Yırca’daki zeytin ağacı da aynı şey. Durum bundan ibaret.“

Akşama doğru Gülay geldi, markete uğramış bir sürü meze almış, yaptırmış bir yerlerde.

Mangalı ben yaktım, yaprak salamura vardı evde, sardalyeleri yapraklara sardım, mangalın üzerine koydum, 18 kedim bir anda 30 oluverdiler. Kızlar bir kedilere bir de bana bakıyordu. Hayat bu kadar basitti işte. Rakı içtik kafayı biraz bulduk, Nesrin şarkılar söyledi.
 

* * *

 
18 Kasım 2014 tarihinde Danıştay, yürütmeyi durdurmayı ve termik santrali yaptırmama kararını onayladı, inşaat şirketi geri çekildi ancak akşam yayınlanan bu karardan 8 saat önce 6600 ağaç yerinden sökülmüştü. Köylüler perişan haldeydi. Devlet komik bir karar ile ağaç sahiplerine ağaç başına bilmem kaç lira para yardımı yapacağını açıkladı.

Nesrin’le Gülay gitmeden önce birlikte köyü ziyaret ettik. Herkes ağaçları gittiği için çok üzgündü ama termik santralin oraya yapılmayacak olmasıyla kazanılmış bir savaşın gururunu yaşıyorlardı.

Muhtar yanımıza geldi, teşekkür etti. Ona “Bir fidan kaç para muhtar?“ diye sordum. “50 lira Ali Bey“ diye yanıtladı. 5.000 lira uzattım, “Bizim adımıza 100 fidan dikin lütfen“ dedim. Muhtar bizzat ilgileneceğini söyledi. Nesrin ve Gülay muhtarın banka hesap numarasını aldı, İstanbul’daki çevrelerinden gerekli yardımı toplayacaklarını söylediler.

Zeytin’in böyle iyileştirici, birleştirici yanı vardı işte.
 
 

…SON…

 
 
Metin Çoban
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan