Yazılı Metin

Işık İnsanları | 40 Kızlar | Luvi Mührü

9 Ocak 2024

Öykü: Işık İnsanları | 40 Kızlar | Luvi Mührü | Bölüm 1 | Yazan: Metin Çoban

 

İndeks

40 Kızlar | Luvi Mührü | Işık İnsanları | Bölüm 1
Kumarbi Efsanesi | Işık İnsanları | Bölüm 2
Deprem | Işık İnsanları | Bölüm 3
Mater Ana | Işık İnsanları | Bölüm 4

 
 

1. Bölüm | 40 Kızlar | Luvi Mührü

 

5 Şubat 2023
Sultan Ahmet, İstanbul

 
İstanbul Arkeoloji Müzesi toplantı salonunda, “Anadolu Medeniyetleri” hakkında yapılan panelde, İtalya’dan gelen Roma ve Bizans tarihi uzmanı, Profesör Giullo Berutti, bir bardak su içtikten sonra konuşmasına Türkçe başladı. Herkesi selamladı ve buraya davet edildiği için teşekkür etti.

Profesör Berutti beş yıldır, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümünde Roma ve Bizans tarihi bölüm başkanı olsa da Anadolu’da birçok kazıda bulunmuş, hatırı sayılı dergide kabul görmüş makaleleri olan biridir. Sevgilisi bir Türk, İstanbul Üniversitesi Felsefe anabilim dalı profesörü Didem Hoca, Batı felsefesi dalı Antik Çağ felsefesi öğretim görevlisidir. Yazları İtalya Amalfi’de yaşasalar da işleri gereği İstanbul’da kalıyorlar.

Salonda Profesör Berutti’yi dinleyenler arasında Didem Hoca da bulunuyordu. Gözleri ışıl ışıl Berutti’nin konuşmasına başlamasını bekliyordu.

Profesör Berutti:

“Sayın katılımcılar, bugün size anlatacağım şeyler biraz fantastik, ezoterik ya da masal gibi gelebilirler. Her zaman bilimsel konuşmaya gerek yok. Unutmayın ki tarih laboratuvarda bir deney sonucunda kesinlik kazanmaz, kabul gören bir bilginin sonradan başka belgelerle tersi kabul edilebilir. Benim bu konuşmam asla bilimsel değildir, tamamen varsayımdır.

Konuşmama Homeros’un İlyada destanının “ŞAN: XVIII” bölümü ile “ŞAN: XXIV” arasında geçenleri anlatarak başlayacağım. Batı Anadolu’da yaşayan ve bu savaşa sonradan dahil olan Luviler’den bahsedeceğim.

Biliyorsunuz ki Hititler Kızılırmak boyunca M.Ö 2000-1100 yılları arasında yaşadılar, Yunanistan ana karasında Miken Krallığı -Akhalar-, Giritte ise Minos uygarlıkları bulunuyordu.

Henüz Helenler Anadolu’ya geçmemişlerdi. Bu Truva Savaşı sonrasında gerçekleşti. O zaman batı Anadolu’da kimler vardı?

Hititler organize bir devletti, Sümerlerden çivi yazısı almışlardı ama Luviler hiyeroglif yazı kullanıyorlardı. Luvilerin etkisi altında kalarak kendi çivi yazılarını bırakarak hiyeroglif yazıya geçen Hititler, M.Ö 1190 yılında bir anda tarihten silindikten sonra kimse Hitit yazısını kullanmamış, Hattice konuşmamıştır. M.Ö 700 yıllarına kadar Anadolu’da Luvice konuşulmuştur. Bugün Luvice’den bir çok kelime halen kullanılmaktadır.” Atti“, “dışarısı”, “pati“, adım; “anni“, anne; “tatiş“, baba demektir.

Halikarnas balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, Bodrum’un Halikarnassus adının Yunanca olmadığını iddia etmiştir. Ayrıca Artemis, Zeus, Apollon gibi tanrı isimleri de Yunanca değildir yazara göre. Hepsinin Anadolu’da M.Ö 2000 yıllarından beri yaşayan Luvilerin dili olduğunu söylemiştir.

Bu konular henüz çok taze, henüz yeterli araştırma ve kazı yapılamadı. Sizin bildiğiniz Kommagane de bir çiğ köfte markası değil; Luvice “Kutsal Ma Ülkesi” demektir ve bugünkü Adıyaman’ın tarihteki adıdır. Ma ise “Kutsal Ana” anlamına gelir. Luvilerde kadının yeri önemlidir. Kutsal Ana hermetiktir, gizemleri saklar. Hititlerde Kybele olarak bilinir ve o da bir Kutsal Ana’dır.

Neyse şimdi arkanıza yaslanın benim masalımı dinlemeye başlayın. Truva Savaşı’nın olup olmadığı halen tartışılıyor çünkü kazılarda pek fazla kanıtlayıcı belge yok. Ama o kazılarda ortaya çıkan bir mühür, o bölgede Luvilerin olduğunu ve Truva ile olan ilişkilerini ispatlıyor. Başlıyoruz…”
 

* * *

 
Akhaların (Miken) kralı Agamemnon, 9 yılı aşkın süredir süren savaşın bir an önce bitmesini istiyordur. Kardeşi Sparta kralı Menelaus’u, İthaka kralı Odysseus’u, Poseidon’un kızı gümüş ayaklı tanrıça Thetis’in ve Peleus’un oğlu yenilmez savaşçı Akhilleus’u yanına çağırır.

“Zeus savaşı kaybetmemiz için her türlü çabayı veriyor. Tanrıça Hera ve Athena yanımızda olmasa çoktan bu savaşı kaybederdik. Zeus, İda Dağ’ına çekilerek savaşı bırakmamızı, Atina’ya geri dönmemizi bekliyor; bir şeyler yapmalıyız. Hektor’u bir şekilde ortadan kaldırmalıyız. Bunun için de onu Truva’nın kale duvarları dışına çıkarmamız lazım. Bugün büyük bir saldırı düzenleyeceğiz, sonra gemilerin oraya doğru geri çekileceğiz. Hektor kesin zafer hissiyle kale duvarları dışına çıkacaktır.”

Agamemnon planını komutanlarına açıkladıktan sonra Akhilleus’un en çok sevdiği at sürücüsü Patroklos’u saldırının en ön saflarına koyar. Amacı Akhilleus’un tekrar savaşmaya ikna etmektir. Patroklos saldırı sırasında, Truva kralı Hektor tarafından öldürülür. Akhilleus bunu görür görmez, Hektor’un karşısına çıkar; artık bunun şahsi bir mesele olduğunu söyler. Hektor ile teke tek savaşır, Hektor’u öldürür. Cesedini almalarını engellemek için Hektor’un bedeninin kendisi zırhından çekerek kumlar içinde sürüyerek, limanda bekleyen geniş gövdeli gemilerin yanına kadar sürükler. Hektor’un cesedine her türlü hakareti yapar. Truvalılar Hektor’un cesedini almak için yaşlı Priamos’u görevlendirir. Phriam cesedi almak için birçok rüşvet verir. Hektor’un cesedini kurtulmalıklarla alır ve kaleye geri döner.

Hektor’un karısı Andromakhe Hektor’un cesedi başında konuşur:

“Erkeğim; çok genç hayattan ayrılıyor, beni konağında dul bırakıyorsun. Oğlumuz, biz iki talihsizin dünyaya getirdiğimiz masum çocuk, daha çok küçük, gençlik çağına erişeceğini ummuyorum. Ondan önce şehrimiz baştan başa yıkılacak, talan edilecek çünkü sitemizi, kadınları, çocuklarını koruyan sen artık yoksun! Bu kadınları, beni de beraber, gemilerine götürecekler! Sen de küçüğüm ya benimle beraber gelecek, kölelik hayatının sefaletlerine katlanacaksın, insafsız sahibimizin anlayışına kalacağız. Hem de kendi öz kardeşin seni katletti, hem de kimin için? Paris ve Helen’in aşkı için, ya bizim aşkımız, aşkım.”

Akhalar, savaşın seyrini nihâyet değiştirmişlerdir. Ancak Truva halen düşmemiş, Paris ve Helen halen şehrin surları içindedir. Büyük komutan Odysseus, geri çekilme taktiğiyle, tüm Akhaların, İthakalıların gemilere geri dönmesini ister. Odysseus, tahtadan büyük bir at heykeli yaptırır, savaşın adağı olarak da Zeus’a sunmak üzere deniz kıyısına bıraktırır. İçinde ise kendi dahil en güçlü kahramanlar saklanmaktadır. Başına da Sinon adında bir asker nöbetçi tayin eder.

Truvalılar önce şaşkınlıkla geri çekilmeyi izler. Anlam veremezler. Sonra sahilde duran tahtadan yapılmış atı görürler, etrafında sadece bir asker nöbet tutmaktadır. Askeri yakalar ve konuştururlar. Yunanlılardan nefret ettiğini söyler asker. Kendisini de bu atla birlikte kurban olarak bıraktıklarını anlatır. Truvalı askerler önce atı yakıp kül etmek isteseler de sonradan zaferin bir kanıtı olarak at heykelini kalenin içine sokarlar.

Zafer sarhoşu Truvalılar o gece sabaha kadar içki içip kutlama yaparlar.

Sabah herkes uyurken Odysseus ve Diomedes komutanlığındaki Akhalı askerler uyuyan Truvalı askerleri katlettikten ve kadınlara tecavüz ettikten sonra çocukları ve kadınları gemilere taşırlar.

Kehanetler de yerini bulmuştur. Akhilleus, Paris tarafından topuğundan vurulmuştur. Paris, Herakles’in meşhur zehirli oklarını atan Kıbrıslı Filoktetes’in okunun omuzunu sıyırması sonucu, Hera’nın zehiri ile ölmüştür.

Helen, panik içinde kalenin dış duvarlarına sığınır. Bir gizli geçit başında Aphrodit tarafından Truvalılara destek amacıyla Luvi krallığına bağlı Arzawa Devletlerinin en büyük savaşçıları Wiluşa, Şeha, Mira, Hapalla ve Luşima güzeller güzeli Helen’i bir at arabasının arkasına koyarak Turuva şehrinden bir günlük yürüyüş mesafesinde bulunan İda Dağı’nın Astyra tepesne kaçırır.
 

* * *

 
Şeha önünde iki at bağlı arabasını son süratle sürer. Helen’i arabanın içine yatırır, üzerine de koyun postlarını yığarlar. Mira ve Hapalla arkadan gelenler var mı diye sık sık kontrol eder. Luşima ise önde Şeha’ya yardım eder. Wiluşa diğer koyun postlarını karıştırır, o postların altındaki yay, mızraklar ve kılıçlar saklıdır. Yol boyunca hiç konuşmazlar. Köye vardıklarında akşam olmak üzeredir. Yukarıda İda Dağı’nın doruklarındaki Astyra tepesine çıkacaklardır.

Bu dağda, Zeus, Ganymedes’le Zeus Altarı denen yerde sevişmişti. Hera’yla Zeus burada evlenmişlerdi. Paris, Afrodit’e burada aşık olmuş, büyük aşkı Onione’sinden burada af dilemişti. Yine de Afrodit onu kandırmış, Helen’i Paris’e vermişti.

Luviler için de çok önemli bir yerdi burası. Güneşin doğuş ve batış ayinleri için buraya gelinir, adaklar adanır, şölenler düzenlenirdi. Luvi halkı tıpkı Hititler gibi, tıpkı Mısırlılar gibi güneşi, ışığı kutsal sayıyorlardı. Tanrı Teşup, Tanrıça Hepat, Tanrı Prinkar, Kybele onların tanrılarıydı. Güneş hayatın anlamıydı, büyük kozmos güneşti, güneş yoksa canlılık olamazdı. İnsan güneş olmadığında güçsüzdü; uyuyordu, çalışamazdı.

Kadın savaşçıların gittiği bu tepenin zirvesinde, 6 savaşçı kadını bekleyen 34 kadın savaşçı daha vardır. Kimisi çok iyi yay kullanıyor, kimisi çok güzel yemekler yapıyor, kimisi de sapanla bir askeri kafasından vurarak öldürebiliyordu bu kadınların. Mızrakları ve büyük kayaları atabilmek için ağaç gövdesi kullanarak yapılmış büyük sapanları vardı. Zirvenin üzeri avuç içine sığacak irilikte taşlardan bir küçük tepe, üst üste konulmuş büyük taşlardan oluşan da bir duvar vardı. Ayrıca daha sonraları adlarıyla anılacak dağa özgü 40 kaz vardı. Uzun bir süre kuşatma altında kalacaklarını düşündükleri için, bu kazların yumurtası ve eti onlar için çok değerlidir.

Gece yarısına doğru zirveye varırlar.

Luşima, Mira arabadan hemen inerler. Hapalla ve Wiluşa güzeller güzeli Helen’i indirirler, üzerine bulaşmış koyun kokusunu silmek için buhurdanlık tutup tütsü koklatırlar. Helen geldiği yeri görünce korkar. Ama korktuğunu belli etmemek adına, “Buraya beni neden getirdiğinizi bilmiyorum, bıraksaydınız o kalede, benim de canımı alsalardı. Bu savaş benim yüzümden başladı. Bu kadar kadın, çocuk ve asker benim yüzümden öldü. Bıraksaydınız ben de o kalede ölseydim” der.

Luşima ve Mira bu gurubun en yaşlılarıdır. Yaşları 24 olan bu kadınlar, silah kullanmakta ve siyasette diğer kadınlardan daha yetenekli ve tecrübelidirler. Ortak noktaları çocukluklarından itibaren beraber savaş talimleri almaları, bir erkek savaşçı kadar eğitilmeleridir. Luşim,a Helen’in yanına gider ve “Bakın saygıdeğer kraliçe, biz ne Truvalı, ne Trakyalı, ne Akhalı, ne de İthakalıyız. Biz bu bölgenin krallığı Luvilerin Arzawa krallığındanız, bu savaş bizimle ilgili değil, sadece bölgemizde oluyor. Ama kralımız, bizi sizi kurtarmaya gönderdi. Eğer siz pisipisine ölürseniz ya da Menelaus gelip sizi alırsa o zaman dediğiniz gibi, Paris, Hektor, en büyük savaşçı Akhilleus, kadınlar, çocuklar, askerler boşuna ölmüş olur, bu yüzden hayatta kalmalısınız” der.

Akşam yemeği yememiş olan kadınlar, gece yarısı olsa da kazanda kaynamış kazın yağına ellerindeki hamur yufkaları sokarak karınlarını bir nebze doyururlar.

Sabah gün doğmak üzereyken 40 kız ayin sırasına girerler. Willuşa gözlerinin altına siyah bir boya ile kalın çizgi çekmiştir. Bir rahip gibi yüzü kızlara dönük, arkasında doğan güneşin sarı ve kızıl şeritleriyle açık mavi bir gökyüzü önünde bir dua okumaya başlar.

“Bu birinci gün, sabahın ilk saatlerinde bu altarın başında adak olarak vücudumdan bir sıvı sunuyor ve Tanrı Teşup ile Tanrıça Hepat, Güneş tanrısı Arinna’ya sesleniyorum. Hurrice, Luvice şu kelimeleri söylüyorum. Bizim için her şey iyi gitsin, Helen yanımızda sağ salim kalsın, Akhaları buraya yaklaştırmasın, bizim burada olduğumuzu kimse bilmesin” der.
 

* * *

 
Ayin bittikten sonra zirvenin orada, kahvaltı için çorba ve arpa suyu içilir. Sonrasında görevliler gözetleme yerlerine dağılır. Mira ile Happala aynı yerde nöbet tutmaktadır.

Happala; “Sence Helen’i bizim götürdüğümüzü görmüşler midir? Etrafta kimse görünmüyordu, ama Helen’in hizmetçisi kadını yakalamışlardı, o da bizim olduğumuz yere doğru bakıyordu. Umarım bizi görmemişlerdir” der.

Mira biraz huzursuzlanır. “Gördülerse bizim kim olduğumuzu hemen anlayacaklardır. Bu bölgede herkes bizim nasıl savaşçılar olduğumuzu biliyor ve tanıyorlar. Bunu sakın kimseye söyleme, babama ait bir mühür vardı, sanırım koşuşturma içinde o mühürü kale içinde düşürdüm. Bir tarafında babamın adı ve mesleği katiplik, diğer tarafında ise annemin adı ve soyadı yazıyordu. Eğer o mühürü bulurlarsa bizi bulmaları üç dört günü geçmez.”

Bu duydukları Happala’yı gerer, “Gemen Luşima ve Mira’ya bunu anlatmalıyız” der. Nöbet yerini Şeha’ya bırakırlar. Luşima da tedirgin olur. Ama bu tedirginliği otorite boşluğu doğurur diye, cesaretlerini bugünden kırar, diye diğer kızlara bu durumdan bahsedilmemesini ister. Oysa hem Helen’in hizmetçisi Helen’i kaçıranları tarif etmişti hem de buldukları mühürü, kaledeki birkaç tüccara gösterince tüccarlar mühür sahibinin kim olduğunu, hangi köyde yaşadığını söylemişti.

Odysseus, İthaka’dan getirdiği 100, Akha’dan gelen 400 piyade ile bu 40 kızın peşine düşer.

Onuncu günün sonunda, akşam güneş batarken yapılan ayinde, yaklaşık 500 kişilik asker gurubunun meşalelerle dağa doğru geldikleri görülür. Askerler gece saldırmamak için kamp kurar, ertesi gün sabah vakti saldırmayı planlamışlardır.

Nöbetçi Happala ve Şeha herkesin sapanların ve atılacak kayaların yanına geçmelerini ister. Sapanı bir kişi gerer, başka biri de sapana taş koyar. Aşağıdan gelenler bu şekilde yaralanır. Kimi zaman da mızrakları sapana yerleştirerek, mızrakları fırlatırlar. Mızraklar Akhalıların zırhlarını delip geçer. Ancak sayıları o kadar fazladır ki ellerinde hepsini öldürebilecek kadar mızrak ve taş yoktur. En son mızrağı attıklarında yerdeki atılacak taşlara bakarlar, en fazla 100 taş vardır. Yakın döğüşte, askerlerin sayı çoğunluğu nedeniyle zaten savaşı kaybedeceklerdir. Eğer esir düşerlerse bütün askerler onlara tecavüz edecek, işkence edecek, büyük ihtimalle de köle olarak satacaklardır. Namus ve iffetlerini korumak amacıyla kendilerini öldürme fikri yerleşir zihinlerine. Ancak sonuna kadar da savaşmalılardır. Bütün mızrak ve taşlar bitince, 40 kız birbirinin suratına bakar, bir birlerini öldüreceklerdir.

O sırada zirvede birden ışık kırılması olur. Önce her yer kararır, atdındansa inanılmaz bir aydınlık olur. Sapsarı uzun saçları olan, beyaz yüzlü bir genç kadın belirir. Herkes tanrıça Aphrodit veya başka bir tanrıça diye düşünürken Luşima onu tanır ve sakinleşmeleri için iki eliyle işaret ettikten sonra hafif dizlerini kırarak;

“İda’nın Sarıkızı, bize geldin, bizim kurtulmamız için geldin, bize bir yol söyle. Senin de namusuna, iffetine laf ettiler. Namusumuzu, iffetimizi, canımızı koru.”

Diye yalvarır. Sarıkız cevap vermek yerine Şeha ve Mira’ya işaret ederek, zirvede sunak olarak adakların kesildiği yere sapanın birini getirmelerini ister. Ellerini havaya doğru açarak “Işığın, güneşin tanrıları, bu kızları kurtar. Bu kızlar ya taş olsun ya da kuş olsun. O zalim askerlerin eline bırakma onları” diye dua eder.

Sapanın lastiklerini iyice gererler. Önce Wiluşa’yı sapana oturur. Mira’ya onu bir taş gibi sunaktan atmasın ister. Mira, Wiluşa’yı sapandan attıktan sonra Wiluşa önce göğe doğru yükselir, sonra beyaz gövdeli, gri kanatlı, sarı gagalı bir martı olur. Diğer kızlar bunu görünce, tanrıların isteğinin bu olduğuna karar verirler. Sırayla o sapana binip 39 martı olurlar.

En sona Mira kalmıştır. Helen’e bakar, Helen sapana binmek istemez. Helen, “Teslim olmam lazım. Eğer teslim olmazsam sadece siz değil, beni bulamadıkları için buradaki tüm köylüleri, kentlileri, kadınları, çocukları yok ederler. Senin kurtulman lazım. Seni ve Sarıkızı ben sapanla atarım” der. Mira sapana biner, Helen sapanı gerer, Mira önce yükselir, sonra 40. martı olarak uçmaya başlar. Helen, Sarıkızı da sapana bindirmek için arkasına döner ama onu göremez, yok olmuştur.
 

* * *

 
Profesör Berutti son sözlerini söyledikten sonra salona bir mutluluk hissi hakim oldu. Kızların martı olmaları, taş olmalarından daha hoş gelmiş olmalı herkese. Biri uzaktan “Helen’e ne oldu hocam?” diye sorduğunda profesör, “Menelaos, Helen’i alır, Sparta’ya götürür. Helen dul kalınca Menelaos’un evlilik dışı çocukları Megapenthes ve Nikostratos tarafından kovulur. Rodos’a sığınmak zorunda kalır. Orada Kral Tlepolemos’un karısı Argoslu Polykso, Helen’i öldürttür.

Yani bu güzel kadının sonu hiç de iyi olmaz. Onun yüzünden birçok insan ölmüş, kentler yakılmış, efsaneler yazılmıştır. Üstelik herkes ona aşıktır. Aşkınızın karşılığı varsa arkadaşlar aşk için her şey yakılır da yıkılır da” dedikten sonra Didem Hoca’ya bir göz kırptı. Önündeki bardakta su kalmamıştır, Didem Hoca kendi bardağını ona uzattı.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 

Metin Çoban

 

Açıklamalar:

Luvi Mührü: 1995 yılında Truva kazılarında Manfred Osman Korfmann başkanlığında yapılan kazılarda bulunmuş, üzerinde Luvice yazı olan, Tunç’tan yapılmış bir mühürdür. Bir yüzünde arsa işleri yapan bir katibin adı diğer yüzünde ise karısının adı yazılıdır. Truva Müzesi’ndedir.

Arzawa Devleti: Anadolu Uygarlıkları | Arzawa
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan