Yazılı Metin

Suçumuz İyi İnsan Olmak

4 Nisan 2023

Öykü: Suçumuz İyi İnsan Olmak | Yazan: Metin Çoban

Sabah 06.45’de telefonun alarmı, Vivaldi Four Season, Spring valsini çalıyor. Bu Sanem çok harika bir kadın, her sabah bu güzel müzik ile uyanmak hârika. Nasıl da hiç atlamaz, her mevsim yeni bir alarm, mutlaka Vivaldi. Dün gece, “Zor geçecek bir doğum var” demişti, tüp bebek sonunda gelen ikiz kız bebek olacaktı. Hâlen gelmediğine göre işi uzamış olmalı. 2 yıldır kaç kadın çocuk sahibi oldu onun sayesinde, kaç kadını tedavi etti. Kendine gelince, “Poyraz daha uzman doktor olamadım, şu sınavları vereyim söz sana arka arkaya sıralayacağım Beşiktaş’ın hücum hattını” der.

O gelince kahvaltı yapmadan uyumak isteyecektir ama yine de iki yumurta haşlayıp bırakayım belki de kahvaltı yapar uyur.

Saat 07.30 olmuştu.

Dışarıda biraz yağış ve soğuk vardı, artık nihayet gün ışığı görünüyordu. Sabit saat uygulaması geçtiğimiz aylarda okula giden, işe giden herkes için kabustu. Birden kapı zili duyuldu, bu gelen karısı olamazdı çünkü o evde kimse olmadığını düşünerek kendi anahtarı ile kapıyı açardı. Poyraz, kapıyı birden açtı ve karşısında iki polis durmaktaydı. Birinin elinde telsiz, diğerinin elinde ise birkaç dosya kâğıdı vardı.

“Poyraz Hocam, selamünaleyküm. Hakkınızda şikâyet var, karakola geleceksiniz“ dedi.

“Ne şikâyeti? Ne oldu?”

“Karakola geldiğinizde açıklarız. Gelmek istemezseniz, sizi mevcutlu olarak götüreceğim.”

“Mevcutlu ne demek anlamadım?”

“Yani bir memur eşliğinde, zorunlu olarak karakola götürmek, bu kelepçeli de olabilir, kelepçesiz de, bu sizin bize olan tavrınıza bağlı, koskoca lise hocasısınız, bize zorluk çıkarmayacaksınızdır umuyorum.”

“Yok yok, gidelim bir an önce, öğrenelim sorun neymiş.”

Devletin yeni verdiği son model polis arabası ile karakola doğru yola çıktık.

Kısa boylu zayıf polis yanıma oturdu. Kelepçe takmadılar ama nedense arabadan atlayacağım hissi ile sağ eli ile sol kolumun dirsek tarafını kavradı ve karakola kadar hiç bırakmadı. Tam polis karakolunun kapısında Nihat ve İsmet’i gördüm. Onlar da iki polis ile birlikte ayakta bekliyorlardı. İkisinin de yüzündeki endişe beni görünce meraka döndü.

Nihat, “Hayrola Poyraz? Ne olmuş oğlum? Kim şikâyet etmiş?” diye sordu gergin bir merakla.

“Bilmiyorum. Polisler de bir şey söylemedi.”

Polisler bizi koridorun sonundaki nezarethanenin yanındaki küçük odaya götürdüler. Çay içip içmediğimizi sordular. Ben istemedim. Nihat ve İsmet kafalarını salladılar. Bir polis odada kaldı, diğer polis dışarı çıktı. İsmet pencere kenarına oturmuştu, Nihat ve ben dışarısını göremiyorduk ama bulutların arasından çıkan güneşin ışıltıları odayı içeride lamba açıkmış gibi aydınlatıyordu.

Birden İsmet, ikimize de döndü;

“Sadaka taşı1 işi oğlum bu bak, altından bu çıkacak.”

“Nasıl yani, ne var ki oğlum bunda? Yardım etmek ne zaman suç oldu?”

“Dışarıda Akpınar köyünün muhtarı var, hatırlasana bizi polise şikâyet edeceğini söylemişti, işte etmiş besbelli.”

“Allah Allah, bakalım derdi neymiş.”

Dışarı çıkan polis içeri girdi, yanında sivil biri, büyük ihtimal karakolun çaycısı, çayları taşıyordu.

Diğer polis sehpanın üzerindeki plastik şeker kasesini eline aldı, sanki misafir ağırlayan ev kızı gibi, kâse içindeki kesme şekerleri tutuyordu. İsmet ve Nihat çayları aldı. İsmet şeker koydu çayına, Nihat ise şekeri almadı. Polisler ve çaycı tekrar dışarı çıktılar.

Telefonlarımız elimizden alınmamıştı. Arkadaşlara, okula telefon etmem gerektiğini söyledim, diğerleri de sarıldı telefonlarına. Okul müdürü daha okula gelmemiştir, sabahları annesiyle uğraşıyor. Kadın sekiz aydır yatalak, gelmeden önce her şeyini hazırlayıp, komşulara göz kulak olması için bırakıyor, bu yüzden bazen yarım saat bazen de bir saat okula geç geliyor, hem muavinler hem bizler onu bu durumda idare ediyoruz. En iyisi sekreter Necla’ya ‘Öğlene kadar bir işim çıktı acil, gelemeyeceğim’ demek. Ama kadın da o kadar meraklı ki şimdi başlar sormaya, hasta mısınız? Önemli iş derken? Ben en iyisi ‘Karakolda ifade vermek için bulunuyorum’ diyeyim. Sonrasına bakarız.

“Necla Hanım günaydın. Ben Poyraz. Sabah karakola gelip bir iş için tanıklık etmem gerekti. İfade vereceğim, bu yüzden öğlene kadar gelemeyeceğim. Müdür Bey’e iletirsiniz… Yok yok, önemli değilmiş… Hayır canım, cinayeti falan nerden çıkardınız?… Sadece tanıklık efendim… Necla Hanım, gelince konuşuruz, iyi günler size.”

Aslında Sanem’i de aramam lazım, eve gelmiştir belki, belki de hâlâ hastanededir. Elimle polise işaret ettim, bir telefon görüşmesi daha yapabilir miyim, diye.

“Sanem, günaydın, nasılsın? Sabah kapıda polisler vardı. Bir şikâyet yüzünden ifademe başvurulacakmış, bu yüzden karakoldayım… Yok yok, gelmene gerek yok… İsmet ve Nihat da burada… Hayır hayatım, akşam bir yerlerde takılmadık, kavga da etmedik kimseyle… Bak ben kapatıyorum şimdi… Sen merak etme… İşimiz biter bitmez seni arayacağım. Hadi görüşürüz.”

Nihat ve İsmet de okullarını aramışlardı. Herkes bir telaş içindeymiş.

Bazı kişiler karakolda tanıdıklarından bahsetmişler, onları arayıp nasıl olduklarımızı ve neden orada olduğumuzu soracaklarmış.

Nihat’ın eşi karakola geliyormuş, “Yapacak bir şey yok” demiş ama yine de geleceğim diye tutturmuş. İsmet, Aynur’u aramak istememiş, “Şimdi o da kalkar buralara gelir, bir de onunla uğraşmayayım” dedi.

Üniforması çok yeni ve parlak bir genç adam odadan içeri girdi. Yanında elinde bir diz üstü bilgisayar ile gözlüklü bir kadın polis vardı. Genç adam, komiser yardımcısı herhalde, subayların rütbeleri gibi apoletlerinde yıldız var ama çok yok, sadece bir yıldız var. Sanırım komiser olmak için iki, baş komiser olmak için de üç yıldız gerekiyor. Kadın polise dosya numarası ve tarihi söyledi. Sonra bize dönerek; “Benim adım Tayyar Akkuş, komiser yardımcısıyım. Hakkınızda Akpınar Köyü muhtarı, Şahap Bakan tarafından ‘para vererek seçmen oyu satın alma, seçmeni etki altında bırakma’ sebebi ile şikâyet var, ifadelerinizi almak durumundayım.”

“Seher hHnım başlayalım. Kimlikleri tespit edelim. Nüfus kağıtlarınız lütfen.”

Herkes nüfus kağıtlarını çıkardı. Masanın üzerine koydu. Genç komiser yardımcısı başladı sesli sesli okumaya. 4890902034 T.C. Kimlik No’lu Poyraz Yıldız, baba adı Salih, anne adı Zeynep, doğum yeri, Sinop Gerze, doğum tarihi 21.08.1984, adresi Meydan Mah. Hastane Caddesi No:23 Burak Anadolu Lisesi Biyoloji öğretmeni…”

Diğerlerini de aynı şekilde yazdıktan sonra, Komiser yardımcısı Tayyar;

“Akpınar Köyü sınırları içinde geceleri bir küçük testi içine 500 TL koyarak seçimlerde kişileri hangi partiye oy verecekleri hakkında ikna etmeye çalıştınız mı?”

“Yok komiserim, Tayyar Bey, durum öyle sizin bildiğiniz gibi değil. O testi, sadaka taşı, biz o parayı ihtiyacı olan insanlar için koyuyoruz. On kişilik öğretmen gurubumuz var, herkes bir zarfın içine 50 lira koyuyor, bu para ile o anda ilçede kimin ihtiyacı varsa gizliden onun kapısına bu parayı bırakıyoruz. İçinde herhangi bir bilgi yok, emir yok. Zarfın içinde para var, zarfın üzerinde de ‘İhtiyacın varsa kullan yoksa başka birinin ihtiyacı olur, parayı içinde bırak’ yazıyor. Sadece para var.”

Kadın polis yüzüme baktı. “Nasıl yani?” der gibiydi. Devam edecektim ki genç komiser söze girdi.

“Peki bu kişiler kimlerdir? Bir dernek misiniz? Siyasi bir cemaat mısınız? Rotary, Mason locası mısınız?”

“Hayır hayır, herhangi bir siyasi gurubu veya cemaati temsil etmiyoruz. Rotary veya Mason locası da değiliz. Amacımız yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmek ama kimliğimizi ortaya koymamak. Yardımı herhangi bir amaç için vermiyoruz. Zaten biz üçümüz bu şehirde değil, kendi memleketlerimiz de oy kullanıyoruz, öyle parayla oy satın alacak olsak kendimizi de bu ilçeye yazdırmaz mıydık?”

“Peki bu örgüt ya da cemaatinizde kaç kişi bulunuyor?”

“Bakın komiserim tekrarlıyorum ne örgütüz ne de cemaat. Sadece on öğretmenden oluşan bir gurubuz. Üçümüz Anadolu Lisesi’ndeniz, üç de kadın arkadaşımız var, iki İmam Hatip Lisesi öğretmeni, iki de Akşam Sanat Lisesi öğretmeni var. Hepimiz yardım sever insanlarız.”

“Ne şekilde para temin ediyorsunuz ve parayı verdiğiniz kişileri nasıl seçiyorsunuz?”

“Dedim ya size, hepimiz öğretmeniz. Öğrencilerimiz kendi başlarından geçen kötü şeyleri veya duydukları şeyleri bize aktarıyorlar. Bir iki arkadaş gidip bunu doğruluyor. Bunlar genelde iş kazası geçirmiş, trafik kazası geçirmiş veya işten atılmış, işsiz kalmış insanlara sadece o durumu atlatabilecek kadar bir yardım. Öğretmenler kendi aralarında ellişer lira para topluyorlar 500 lirayı bir zarfa koyup bir testinin içinde ve ihtiyacı olanın kapısına bırakılıyor. Para koyduğumuz testi, bir nevi sadaka taşı.”

“Peki neden bir dernek kurarak veya ilçedeki diğer derneklere yardım ederek bunu yapmıyorsunuz? Ve bu fikir kimden çıktı?”

“Bu fikir tamamen benden çıktı ve arkadaşlarım beni destekledi, onlara şimdi de teşekkür ederim. Ben İstanbulluyum, şehrin çeşitli yerlerinde “sadaka taşı” vardır. Ben de merak edip sormuştum. Bir cami imamı anlatmıştı. Osmanlı zamanında, öyle camiler için para falan toplanmazdı, zaten devlet camilerin her türlü bakım ve ihtiyaçları için gerekli parayı ayırırdı. Aslında bugün de böyle, Diyanet işleri Başkanlığı’nın bütçesinden cami bakım ve onarımı ile görevlilerinin ödenekleri bu bütçeden karşılanıyor. Osmanlı zamanında camilerin dışına veya sokak başlarına sadaka taşları konurmuş, camiye giren çıkan veya alışverişte parası artan bu sadaka taşlarının içine para koyarlarmış, akşamları ihtiyacı olanlar, kimse görmeden gelir, bu taşın içindeki paranın ihtiyacı kadar olanını alırmış. Ama asla tüm parayı almazmış, ondan sonra biri gelir ihtiyacı olur diye. Kalmadı böyle güzel adetler artık. ‘Şimdi bıraksan buraya parayı, başında bir hayırsız bekler, cebindekini bile alır’ diye anlatmıştı. Ben de bunu ne derneklerin himayesine bırakalım ne de tercihlerine bırakalım istedim. Çünkü derneklerde mutlaka bir siyasi görüş içinde oluyorlar, biz bir cemaat bir siyasi görüş içinde olmamak için bu yolu seçtik, hem herhangi bir zararı da yok.”

Komiser yardımcısı birkaç soru sorduktan sonra, “Başkomiserim sizinle görüşecek, savcı yardımcısı da yoldaymış. En son kararı onlar verecek” dedi. Elimizi sıktı ve gülümsedi, o zaman içim biraz rahatladı. Sanki her şey yoluna girmişti.

Başkomiserin odası büyük bir odaydı, maun bir masa ve bordo renkli deri koltuk takımı vardı. İçişleri bakanı ve cumhurbaşkanı fotoğrafı duvarda asılı idi, ortalarında ise Atatürk’ün siyah beyaz ama şirin gülümsemesinin olduğu resim vardı. Başkomiser telefonda konuşurken başı ile karşısındaki her cümleyi tasdikliyormuş gibi kafasını sallıyordu. Telefonu bir süre sonra kapattı.

“Kusura bakmayın telefon sayın valimizdendi. Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerini görevlendirmiş. Muhtar şikayetini geri almamış, köyde oy toplamak için para dağıttığınızı, civar köylerde de aynısını aylardır yaptığınızı bugüne kadar kimliğinizi tespit edemediklerini ancak geçen gece Ahmet Yüksel’in evinin bahçesine para dolu küpü bırakırken tespit edildiğinizi ve tanıkların bulunduğunu söyledi.”

Biraz kızarmıştım, sesim istediğimden yüksek çıktı.

“O muhtar halt etmiş, oy isteyen adam böyle mi yapar, parayı verirken ortaya çıkar, kardeşim sen şu partiye oy vereceksin, der. Kurana el bastırır, yemin ettirir. 3 paket makarna, 1 çuval un dağıtılırken çok gördük bunları. Muhtar iyi bilir bu işleri, bize attığı iftiradır. Saçma sapan ithamlar bunlar.”

Savcı yardımcısı geldi ve ifadeleri okuduktan sonra mahkemeye sevk edilmemiz için yazı yazacağını söyledi. Nedenini sorduğumuzda elimize A4 kâğıda yazılmış suçlamayı tutuşturdu.

TCK’nın ilgili maddesi; “Her kim kendisine veya başkasına oy veya tercih işareti verilmesi veya verilmemesi için bir veya birkaç seçmene sair kıymetler teklif ve vaat eder veya verir yahut resmi, umumi vazifeler veya hususi hizmet ve menfaatler vait veya temin ederse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Verilen vait veya temin edilen menfaatler, seçmenin seyahat, yemek, içki ve nakil masrafları veya hizmetlerinin mukabili olarak gösterilse dahi hüküm aynıdır. Yukarıda yazılı para, menfaat, vait veya hizmetleri kabul eden seçmen dahi aynı ceza ile cezalandırılır” diyor.

Üçümüzde birbirimize baktık, Aziz Nesin’in bir hikâyesinde gibiydik. Suçumuz, iyi insan olmaktı. Savcı iddianameyi nedense birkaç güne hazırlayacak, adli kontrol serbestliği ile şimdilik serbestiz ama yargılanacağız, ceza alır mıyız? Bilmiyoruz.
 

Metin Çoban

 
 

Açıklamalar:

  1. Sadaka Taşı:Genellikle cami vb. yerlerde ihtiyaç sahiplerinin alabilmeleri için para vb.nin bırakıldığı özel yer. Kökeni Selçuklu Hanedanına kadar uzanan yardım şeklidir. Fakir insanları rencide etmemek için düşünülmüş bir modeldir. Osmanlılar döneminde daha da yaygınlaştırıldığı biliniyor. Yardım yapan ile alan birbirini görmez, tanımaz ve bilmez. Alanın mahcubiyetten, verenin ise riya ve gösterişten uzak durması beklenir. – Ders Tarih    ⇡⇡⇡

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

8 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 4 Nisan 2023 at 13:31

    Enfesti 👌🏻 Gerçi hocaların başına bir şey geleceğinden korka korka satırları geçtim ama olsun 🙈 Malum ülkemizde hiçbir iyiliğin cezasız bırakılmaması için uğraş verenler var 😔
     
    Öyle bir dönemdeyiz ki suçlular yaptıkları kanun dışı ne kadar iş varsa başka insanlara iftira edebiliyor bunları. Böylesi bir yüzsüzlük karşısında ağzımız şaşkınlıkla açık, kalakalıyoruz biz de. Adalet yok, kimi kime şikayet edeceğiz? Bu çaresizlik de toplumsal bir çöküntüye neden oluyor. İşte bu yüzden bari hikâyede kötüler kazanmasın istedim. Biraz umuda ihtiyacımız var ☺️
     
    Kaleminize, hiciv ustalığınıza, yaratıcılığınıza sağlık 🙏🏻

    • Yanıtla Metin Çoban 5 Nisan 2023 at 08:09

      Yorum için çok teşekkür ederim.
       
      Bu hikâye dergimizde dün yayınlandığında, Twitter’da çok şaşırtıcı bir haber gördüm. Bursa’nın Selamet Mahallesi muhtarı, “herkese 500 TL’lik market alışveriş çeki” dağıtılacağını ve bu çekin de AKP ilçe başkanlığından verileceğini anons etmiş.
       
      Benim hikayemi doğrular bir haberdi.
       
      Bu muhtarlar gerçekten anasının gözü, aklı fikri oy çalmada 🤔 Bu yüksek enflasyonist ortamda 500 lira yardımda bulunmak istenmesi, benim hikâyemde bahsettiğim gibi iyi niyet değil çünkü bunu bir siyasi parti organize ediyor ve bunu kapı kapı da dağıtmıyor, “Gelip ilçe başkanlığından alın” diyor. Kimbilir orada ne dayatmalar olacak, Kuran’a el bastırıp yemin ettirmeler, tehditler.
       
      Bu önümüzdeki seçim bu tür haksız oy devşirme çalışmalarının en çok olacağı seçim olacak. Bu yüzden herkesin toplum için kendini sorumlu hissedip oylarına sahip çıkmasını istiyorum.
       
      Güzel, aydınlık, barış ve sevgi dolu bir bahar gelsin istiyorum.

  • Yanıtla Emine Öztürk 4 Nisan 2023 at 13:59

    Ba-yıl-dımm 👌 İki yaz önceydi Kocaeli/ Halıdere’de, böyle ortası oyu, ortalama bir insan boyundan biraz kısa garip bir tarihi eser gördüm bir sokak başında. Hiçbir şeye benzetemedim. Sağına soluna bakarken ben, yoldan geçen bir bey “sadaka taşı” dedi. Teşekkür ettim bilgi için ama ne olduğuna dair fikrim yoktu. Hemen araştırdım.
     
    Şimdi yazınızda karşılaşmak, muazzam bir hikâye ile bütünleşmiş olması, şahane.
     
    Kaleminiz daima yazsın sevgili Metin. 💯

    • Yanıtla Metin Çoban 5 Nisan 2023 at 08:24

      Hikâyemi beğenmene çok sevindim Emine.
       
      Yıllar önce bir arkadaşım bana ev hediyesi olarak Paşabahçe’nin ürettiği bir vazo hediye etti, 30 cm yüksekliğinde, üzerinde Arapça bir kabartma vardı, erkek adam vazo hediyesi alınca bir tuhaf oluyor. 😃 Sonra kutunun içinde, vazonun isminin “sadaka taşı” olduğunu okudum. O zaman aklıma cin fikir geldi, eve her gelen içine ne kadar istiyorsa para atacaktı, kendimde bütün bozuk paraları oraya atıyordum. O günlerde Selimpaşa’da tek başıma yaşıyordum ve çok kar vardı, biriken o paralarla, sokakta kalan kedi ve köpekler için seyyar baraka ve kulubeler yaptırdım. Her hafta bu baraka ve kulubeleri kontrol edip su ve mama teminini yaptım. Tabii ki orada toplanan para tek başına yaşayan bir insana gelecek kaç kişinin toplayacağı para değildi, kendi paramı önce sadaka taşının içine atıyordum, oradan alıp alış veriş yapıyordum.
       
      Bu olay sadaka taşının anlamını bana çok iyi öğretmişti. Aslında bu sadaka taşı çocukluğumuzun kumbaralarıydı da.
       
      Tekrar yorum için çok teşekkür ederim.

  • Yanıtla Meryem Yıldız Yıldırım 5 Nisan 2023 at 06:12

    Bir çırpıda okudum. Gene çok güzel bir yazı olmuş. İnşallah okuyanlar korkup vazgeçmez, yardımın gizlisi makbuldür, göstere göstere yapılanı değil 😔
     
    Kalemine sağlık arkadaşım 👏🏻👏🏻

  • Yanıtla Metin Çoban 5 Nisan 2023 at 08:44

    Meryemcim yorum için teşekkür ederim.
     
    Yardım yapan kişi, karakteri öyle olduğu için yardım yapar. Onu da kimse korkutamaz. Biliyorsun ki Tanrı bile yardım yapılması için insanlara “Zekat verin, sadaka verin” diye şart koşmuş. Bu şartı getiremezsen dine bile kabul edilmiyorsun.
     
    İyi karakterli insanlar da öyle TV showlarına çıkıp da “Ben 20 milyon bağış yapıyorum” demez. Koç ailesi veya bazı Türkiye zenginlerinin telefona bağlanarak yardım verdiğini gördün mü? Senin de dediğin gibi, yardım göstere göstere yapılmaz. Tıpkı hikâyemdeki öğretmenler gibi.
     
    Çocukluğumuzda toplanan Kızılay Yardım Zarflarının üzerine ismimizi yazmazdık, arkası dilimizle ıslattığımız zaman kapanmayan zarflar için uhu kullanırdık, kimse açmasın ne kadar olduğunu görmesin diye. Şimdiki çocukların eksik kaldığı şeylerden biri de bu. Bu adetleri tam olarak öğrenemiyorlar. Telefonla SMS yolu ile yardım vermek işlerine geliyor. Ama işin özünü kaçırıyorlar. Hissini kaybediyorlar.
     
    Sevgiler, selamlar.

  • Yanıtla Metin Aktaş 5 Nisan 2023 at 12:49

    Pis anarşist ve hatta hatta komonist…
     
    İnsanlara masum masum hikâyeler anlatarak onların oylarını bir yerlere mi yönlendiriyorsun yoksa. Ben de seni şikayet edeyim de gör.
     
    Eline sağlık adaşım, güzel bir hikâye olmuş.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Metin Çoban 5 Nisan 2023 at 21:31

      Adaşım benim, yoldaşım. İçimdeki gomonist bir türlü susmuyor.
      Beni istediğin yere şikayet edebilirsin.
      Masum hikayem, hayatımızın gerçekleri maalesef.
      Yorumun için çok teşekkür ederim.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan