Yazılı Metin

Ben Sizin Çobanınızım

18 Temmuz 2023

Öykü: Ben Sizin Çobanınızım | Yazan: Metin Çoban

‘Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur. Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır.’ Yuhanna İncili 10. bölümünde yazar bu sözler. Bugün ise ağıla, çitleri aşarak giriyor herkes. Artık herkes hırsız, herkes haydut.”

Gözlerini bana dikmiş dokuz kadın, altı erkek ‘Ne oluyor?’ der gibi bakıyordu. Hiçbiri Hz. İsa’nın havarilerine ve Yahudi topluluğuna sesleniş cümlelerini daha önce duymamıştı.

Sabiha Gökçen Havaalanı’nda, İtalya turu için buluşmuştuk. Gurubum, otuzlu yaşlarında üç güzel kadın ve altı evli çiftten oluşuyordu. Evli çiftlerden sadece biri 50 yaşın üzerindeydi. Yaş ortalaması için kabaca 40 diyebiliriz. Anlaşılan o kadar da sıkıcı geçmeyecekti bu seferki tur.

O üç güzel kadın da aile gibiydi; üniversiten bu yana arkadaşmışlar, hiç ayrılmamışlar, her yere birlikte gidiyorlarmış. Kızıl saçlı olanı çok güzel, sadece ön dişleri çıkık, bu da konuşurken tıslamasına neden oluyor ama yine de çok seksi. Diğer kızlar ortalama bir güzellikte diyebilirim. Giyim ve kuşamlarına bakılırsa tüm gurup orta halli.
 

* * *

 
Sorunsuz bir uçak yolculuğunun ardından Leonardo Da Vinci, Fiumicino Havaalanı’na indik. Bizi bekleyen tur otobüsü ile de Napoli’ye geçtik.

Napoli’de otele yerleştikten sonra genel istek üzerine grubu klasik Napoli pizzası yemek için Pizzeria Napoli Centro’ya götürdüm. Yolda yürürken aslında İtalyanların dilim pizza veya tam yuvarlak pizza yemediklerini anlattım. Yerel halkın tercihi, şekli daire olmayan, üstelik de kızartma bir pizza. Herkes Calzone zannetti ilk anda ama olmadığını açıkladım. Yuvarlak açılan hamur, üzerine malzemeleri konduktan sonra bizim çi börek gibi katlanıyor ve derin kızgın yağın içine atılıyor. 3 dakika sonra çıtır çıtır pizzanız elinizde. Eski İtalyanlar işte bu pizzayı daha çok seviyor.

Napoli turunun en iyi yanı Pompei Harabeleri’ni gezmek ve Vezüv Yanardağı’na uzaktan da olsa hayran hayran ama biraz da korkuyla bakmaktır. Kalıntılar karşısında herkesi en çok etkileyen şey şehrin hâlâ çok iyi durumda olmasıdır. Şehir içindeki su borularının tam ve çalışır halde olması, bu borularının bakır ve kurşundan yapılmış olması herkes için en şaşırtıcı yan olur. Yanardağ patlaması sırasında ölenlerin son halleri ile katılaşmış ve heykel haline gelmiş korkunç görüntüleri ise her zaman olduğu gibi bu gruptakileri de oldukça etkiledi ve üzdü.

Akşam otele dönünce gurubun bir kısmı sokak aralarına dağıldı. Sema, Ayşe ve Nazan üçlüsü ise otelin lobisinde kanepelere uzanmışlardı. Yanlarından geçerken “Hey, Aybars biraz gelir misin, akşam programı ne onu öğrenelim” diye seslendi Sema.

“Akşam programımız önce yemek, ardından da şehir turu.”

“Tamam canım, o turun turu. Biz o turdan sonra seninle birlikte bir şeyler yapalım, diyoruz. Ne dersin?”

“Olur tabii. Limanda çok güzel barlar var, canlı müzik de oluyor.”

“Anlaştık. Biz turun turuna katılmasak, sen bizi saat 11’de alsan.”
 

* * *

 
Saat 11 gibi otelin lobisine geldiğimde karşımda üç seksi kadın vardı. Üçünün de kış günü mini etek giymesi şaşırtmıştı beni. Ayşe ve Nazan uzun bot, siyah çorap, Sema ise kısa bot ve siyah file çorabı giymişti. İlk defa üçü de bana sarılarak selamlaştı.

Otelden limana çok mesafe yoktu ama yine de içim elvermedi, resepsiyondan bir taksi istedim. Biraz sonra taksi geldi, tipik Napolili bir şöfördü. “Buona Sera, per dove?” diye sordu.

Limanda çok güzel bir Afrika barı vardı, içeriden etnik müzik sesleri geliyordu, orayı önerdim. Kimseden ses çıkmadı, kabul ettiler. Sevdim bu kızları.

Herkes değişik kokteyller söyledi. Yaklaşık 3 saat kaldık barda, en son 10’lu tekila shot’lardan sonra kimsenin ayakta duracak hali kalmamıştı. Hesabı istedim ama benim ödememe izin vermedi Sema. Garson çocuğa da 50 Euro bahşiş bıraktı.

Bir taksiye binip otele geri döndük. Kızlar lobideki genel tuvalete doğru koştular, umarım kusup batırmazlar ortalığı, diye geçirdim içimden. Neyse ki kimsenin dudaklarının kenarında nahoş durumlar yoktu, sanırım odada tek tuvalet sırası beklemek istemediler. Asansöre bindik, odalarının önüne gelince Sema; “Seç üçümüzden birini ya da üçümüzü birden” dedi yaramazca.

“Sarhoşsun ne dediğini bilmiyorsun, sabah bu söylediklerinden utanacaksın. Hadi iyi geceler. Kızlar iyi uykular. Saat dokuzda kahvaltı olun, onda Roma’ya teker döner, beklemem bak” diye cevapladım.

Sema “Emredersiniz… İyi geceler öpücüğü olsun bari” dedi bu sefer de. Ardından hızlıca yanağımdan öptü, arkasını döndü ve üçü birden odalarına şarkılar söyleyerek girdiler.
 

* * *

 
Sabah onda hareket ettik, on iki gibi Roma’daki otelde varmıştık. Öğlen yemeğini bir Trattoria’da yedik. Ben Minestrone çorbası içtim ayılmak için, kızlar da benim gibi sadece çorba içtiler, tüm yol boyunca ve şimdiye kadar benimle tek kelime etmemişlerdi.
 

* * *

 
“Dedim ya, Ben sizin çobanınızım…”

“Ama ben, oğlu İsa’nın cansız bedenini kucağında taşıyan Meryem Ana’yı tasvir eden meşhur La Pietà Heykeli önünde söylüyorum bu sözleri: Ben sizin çobanınızım. Tabii ki siz benim koyunlarım değil, sevgili misafirlerimsiniz.”

“Arkadaşlar, Vatikan turumuzun Aziz Petrus Bazilikası bölümünü bitirmiş bulunuyoruz. Birazdan Sistina Şapeli’ne geçeceğiz. Ama öncesinde üstat Michelangelo’nun bu baş yapıtından biraz bahsetmek istiyorum. Heykel yekpare mermerden yapılmıştır. Üstat o kadar ince detaylara girmiştir ki İsa’nın damarları dahi belirgindir. Henüz çarmıhtan alınmış olduğu halde, vücudunda herhangi bir yara izi yoktur. Ancak annesi Meryem ve İsa’nın yüzünde belirgin bir hüzün vardır.”

“Heykele 1972 yılında psikolojik sorunları olan bir arkeolog tarafından bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Ne yazık ki çekiç ile Meryem’in sol kolu ve İsa’nın burnunu kırmayı başarmıştır saldırgan. Aylarca süren restorasyon çalışması sonucunda neyse ki tamir edilir heykel. Ondan sonraki yıllarda da bu kurşun geçirmez camın arkasından sergilenir heykel.”

“İsa’nın hayatında Meryem’den başka diğer bir önemli kadın da Maria Magdelana’dır.
Nikos Kazancakis’in en bilinen romanı Günaha Son Çağrı, benim üzerimde büyük bir etki bırakmıştır. Kitabı okuyan kişi ateist ise tanrının olmadığı kanaatine varabilir, Katolik bir inanışa sahip ise birden “Haleluya” deyip “Kudüs bizimdir, tüm kafirleri yok edin” diye yüreklenebilir. İşte böyle bir kitap.”

“Maria, İsa’nın amcası Simun’un kızıdır. İsa’nın çocukluk arkadaşıdır, beraber oynamışlardır çocuklukları boyunca. Cinselliklerini, ayak topuklarını birbirlerine sürterek yaşarlar. Çünkü İsa peygamber olacaktır ve bir kadın ile kendini kirletmemelidir.”

Bu sırada, gurubun en güzel kadını Sema elini kaldırdı. “Çoban Bey,” dedi gülerek “Bu Maria Magdelana bildiğin orospu değil miydi? Ben mi yanlış okudum onca kitapta.”

“Semacığım, tabii ki doğru okumuşsun. O kadından bahsediyorum ben de. Malum İsa, kıza yüz vermeyince ve Simun da devlet işleri ile ilgilenirken o zamanlarda ilkokuldan sonra kızları evlendirdikleri için bizim Maria ortada kalmış. Ancak bu kadın, İsa’ya ilk inananlardan ve parfüm şişesini kırıp İsa’nın çamurlu ayaklarını yıkayan Maria. Hatta, Leonardo’nun Son Yemek tablosunda gizli olarak İsa’nın simetrisi olduğunu bile söylediler. Birçok kitap okudum Tapınak Şövalyeleri hakkında, bu tapınakçılar Kutsal Kase’nin Maria olduğunu dahi iddia ediyorlar. Hatırlarsınız, Da Vinci Şifresi kitabında Dan Brown da bundan bahsetmişti. Tapınakçılar, İsa’nın varlıklı biri olduğunu, Yahudi topluluğu tarafından çok tutulduğunu ancak Romalılar ile çıkan çıkar çatışması sonucunda kendisinin öldürüldüğünü de söylerler.”

“Şimdi, Aziz Petrus Kilisesi’ni sessizce terk edeceğiz. Randevumuz, Sistina Şapeli.”

Gurup, çıkış kapısına doğru yürürken, Sema yanıma yaklaştı, kolumu tuttu. “Akşam nereye götürüyorsun bizi? Ben öyle, klasik yılbaşı balolarını sevmiyorum, daha orijinal bir şeyler yapalım.”

Gülümsedim, Michelangelo elinden çıkmış gibi yapılı burnunun iki tarafındaki kahve rengi gözlerini, gözlerimin içine dikmiş istekle bakıyordu.

“Biliyorsun, gurubu balo salonuna teslim etmem lazım, sen yalnız mı geleceksin? Yoksa, Ayşe ve Nazan da bizimle gelecek mi?”

“Kızlarla konuşmadım, sanırım onlar da gelir.”

“Tamam. Otelde kalın ben gelinceye kadar, yemek de yiyin. Çünkü benim otele gelmem 10’u geçecektir.”

“Bu gece kopalım diyorum, ne dersin?”

“Roma’da yılbaşında kopmak, zor be güzelim. Programımız da yok daha. Bakarız bir şeyler.”

Sistina Şapeli kapısına gelince 5 yıldır tanıdığım müze görevlisi, Alberto bana sarıldı, gurubu ‘Bunlar bizden’ der gibi giriş kapısının sağında topladı.

Herkes kafasını yukarıya kaldırmış, o harika resimler hakkında konuşmaya, yorumlar yapmaya çoktan başlamıştı bile.

Gurubun başına geçerek şimdilik hiç kimsenin yukarıya bakmamasını rica ettim. Onları korkutmak için de burada bazı insanların çok uzun süre yukarıya baktıklarından dolayı boyunlarının tutulduğunu, sonrasında dolaşım sıkıntısı çekip uyuşmalar yaşadığını, söyledim. Yine de herkes yukarı bakmaktan kendilerini alamıyordu.

Şapeli gezmek için girişten başlanılmayacağını, tam karşı duvara kadar yürümek gerektiğini, aslında hikâyenin oradan başladığını söyledim.

“Arkadaşlar, malum yazar Dan Brown hazretlerinin Melekler ve Şeytanlar kitabında bahsi geçen Papa seçimlerinde, dumanın beyaz veya siyah çıktığı şapel işte burası. Bu şapelin yapımı sırasında Vatikan ekonomisi çok iyi değilmiş. Yıldırım Beyazıt’ın kardeşi Cem Sultan, Roma’da kalsın diye 75 bin Duka altın gönderilmiş. Bu para ile şapelin yapıldığı söylenir.”

“Michelangelo tavandaki freskleri yapmaya 25 yaşında başlamış, 4 senede bitirmiş. Aslında Michelangelo kendini ressam değil, heykeltraş olarak tanımlar. Rafael işi almasın diye teklifi kabul ettiği söylenir.”

“Tavandaki freskler yaradılış ve Nuh Tufanı’nı anlatıyor. Duvarlarda ise sol tarafta Davut ve Musa’nın hikâyeleri, sağ tarafta ise İsa’nın hayatından tasvirler bulunmaktadır.”

“Resimler konusunda daha bilgili olduğunu düşündüğüm, hem ressam hem de sanat tarihi öğretmeni olan Sema’nın yorumunu da dinlemek isteyeceğinizi düşünüyorum. Elbette kendisi için de zahmet olmayacaksa” deyip bakışlarımı Sema’ya çevirdim.

Sema, ellerini iki yana açarak, ‘Neden haberim yoktu?’ der gibi baktı. Ardından “Arkadaşlar, bu istek şu anda bana söylendi, herhangi bir hazırlığım yok, ancak yine de bizim çobanı kırmak istemem, bir şeyler anlatayım” dedi.

“Fresk‘ten başlayalım. Öncelikle ‘fresk’ ıslak zemine yapılan resim demektir. Michelangelo sıvası yeni atılmış tavanın bir bölümüne, sıva tam kurumadan alçılı boyasını sürmeye başlıyor ve bu resmi 6-7 gün içerisinde bitiriyor. Bu inanılmaz bir yetenek, herkes tavana resim yapmanın ne kadar zor olduğunu bilir. Genel kanı tavana yapılan bir iskelede, üstadın yatış pozisyonunda resimleri yaptığıdır. Oysa öyle değil. Tamam yine bir iskele var ama üstat ayakta kafasını yukarıya uzun süre tutarak bu resimleri yapmıştır. Bu yüzden gözünün içine çok defa boya kaçmış ve boynu ortopedik olarak bozulmuştur. Boyama işlemi dört yıl sürmüş ama gözündeki sorunlar ve boyun ağrıları yıllarca üstadı fazlasıyla zorlamıştır.”

“Aybars arkadaşımızın da dediği gibi şapele girdikten sonra karşı duvara kadar gidilir çünkü yaradılış freski buradadır ve hikâye de burada başlar. Bu ilk freskte tanrı uyur haldedir; ışık karanlıktan doğmak üzeredir. Etrafında gördüğünüz gibi 4 ignude bulunmakta. Bu şapelde ve başka dini resimlerde karşılaştığımız, havada süzülen ve melek zannettiğimiz, kaslı, çıplak kadın ve erkek figürleri, melek veya başka bir dini varlık değildir. Sadece yarı çıplak veya çıplak son derece güzel erkek ve kadınlardır bunlar. Adından anlaşılacağı üzere nüde, yani çıplan olan demek.”

“İkinci freskte ay ve güneş yaratılıyor, ardından da yer ve bitkiler. Üçüncü de ise tanrı, kara ve suları birbirlerinden ayırıyor. Gelelim en meşhur olan dördüncü freske. Âdem’in yaradılışı. Âdem, cennette sermiş kendini, uzanmakta ve sol elini yukarıya kaldırmakta, kendisi oldukça rahat ve tembel tembel oturur halde çünkü henüz daha canı verilmemiştir. Gökyüzünden elini uzatan tanrı arkasında melekler ile birlikte görünmekte. Bu resim ile birlikte tanrı ilk defa yatay olarak resmedilmiştir. Âdem’in ve tanrının parmakları birbirine değmek üzeredir. Bu Âdem’in canlanacağı andır.”

“Beşinci freskte Âdem uyurken kaburgasının alınıp Havva’nın yaratılışı resmedilmektedir. Burada da tanrı, yaşlı bilge bir erkek olarak resmedilmiştir. Bugüne kadar tanrı hep erkek diye düşünülmüştür. Oysa doğuran ve dünyaya getiren ana, yani kadındır ama çok eski çağlardan beri kadın ikinci sınıf varlık olarak görüldüğü için ve Semavi dinlerin hepsinde de Âdem’in, kaburga kemiğinden türetildiğimiz söylenip inanıldığına göre, mecburen tanrı da erkek oluyor. Bunu kabul etmek istemiyorum.”

“Altıncı fresk meşhur cennetten kovulma sahnesini anlatır. Freskin sol tarafında Âdem ve Havva’yı ölümsüz hayatlarını cennette sürdürürken görüyoruz. Yasak olan iyilik ve kötülüğü bilme ağacı ve ona sarılmış şeytanın görüntüsü var, bir kadını andırıyor. İncilin aksine; Havva, Adem’e yemesi için meyveyi vermiyor, Âdem ağaçtan kendisi meyveyi alıyor. Sağdaki bölümde ise artık ölümlü dünyada çile çeken, cennette iken genç ama bu ölümlü dünyada yaşlı Âdem ve Havva var, bir de onları kovan bir melek.”

“Yedinci freskte ise Nuh’un adak kesme sahnesini görüyoruz. Nuh peygamber ve karısı tufandan kurtuldukları için kurban kesiyorlar. Sekizinci fresk, Nuh Tufanı’nı göstermekte. 4 bölümden oluşuyor fresk; yağan yağmurdan korunmaya çalışanlar, suda boğulup kurtulmaya çalışanlar ya da ceset çıkaranlar, Nuh’un meşhur gemisi içinde olanlar ve ana karaya çıkanlar.”

“Dokuzuncu freskte, Nuh’un sarhoşluğu anlatılır. Nuh tufandan sonra, üzüm bağı sahibi olur ve şarapçılıkla uğraşır, bir gün şarabı fazla kaçırır ve sarhoş olur. Onun çıplak halini oğulları görür ve üstünü örterler, utanmasın diye.”

“Bu dokuz freskten sonra yan duvarlara Musa’nın ve İsa’nın hayatı ile ilgili freskler ve papaların kendileri ve aileleri hakkında resimler var. Ancak bunlar hakkında detaylı malûmata sahip değilim. Hem bir günde bu kadar çok bilgi yeter.”

Gurubun dikkati Sema’nın üzerinde iken, arkadan seslendim: “Ben de size duvarlardaki diğer fresklerin sadece adlarını söyleyerek yardımcı olayım.”

“Sol tarafta:
– Mısıra Giriş
– Musa’nın Hayatından Olaylar
– Kızıldenizi Geçişi
– Kanun Tabletlerinin Teslimi
– Korah ve Oğullarının Cezası
– Musa’nın Mirası ve Ölümü
– Musa’nın Bedeni Üzerine Tartışma

Sağ tarafta ise:
– İsa’nın Vaftizi
– İsa’nın Günahları
– Havarilerin Mesleği
– Dağdaki Vaaz
– Anahtarların Teslimi
– İsa’nın Son Yemeği
Burada araya gireceğim, bu Leonardo Da Vinci’nin meşhur Son Yemek resmi değil. Unutmayın ki buradaki tüm resimler, Michelangelo tarafından yapılmıştır. Bu duvar resimlerini 65 yaşına geldiği zaman ikinci seferde yapmıştır.
Ve en son olarak da;
– İsa’nın Dirilişi
sahnelenmektedir.”

“İsteyenler resimleri dilediği kadar inceleyebilirler. Sema olmasaydı ben size bu kadar detaylı bilgi veremeyecektim. Şimdi burada onu alkışlamayalım çünkü yasak. Çıkınca ona, tiramisu, kahve veya isterse cinzano ısmarlayabiliriz. Teşekkürler Sema.”
 

* * *

 
İki saat kadar daha Sistina Şapeli’nde kaldık. Gurup her resmin önünde kendi yorumunu yaptı. Tabii sıklıkla Sema’ya bir şeyler sordular, zavallı kadın birden bire rehber olmuştu.

Akşam saat yedide gurubun çiftlerle olan bölümünü, daha önceden anlaştığımız, yemekli yılbaşı balosu olacak restorana götürdüm. Onlarla birlikte yemem gerekiyordu ama bir taraftan da kızlarla buluşup bir yerlere gidecektik. Kısa bir atıştırma ve iki kadeh şarap içip herkesten müsaade istedim. Oradaki şefle konuşup fiks menü yemekleri ve içkileri ile misafirlerimi şefe emanet ettim. Zaten herkes kendi dönecekti.

Otelin lobisinde kızların üçü de beni bekliyordu. Bu sefer mini mini etekleri yoktu üzerlerinde; kot pantolon, çizme, boğazlı kazak ve paltoları vardı. Demek ki süslü bir yer planlarında yoktu.

Beni gördükleri anda ayağa kalktılar; “Aybars Bey, bitti mi işleriniz? Artık gidebilir miyiz? Biz bu akşam için sizin yerinize programı yaptık, Popolo Meydanı’nda Eros Ramazzotti konser veriyormuş, oraya gidiyoruz” dediler.

Aslında benim de işime geldi açık havada olmak. Biraz temiz hava almak iyi gelecekti. Herkes rehberler ne güzel her yeri her gün geziyorlar, diye düşünür. Oysaki bazen güneşi göremeden, o müze benim, o ören senin koşturur dururuz. Otel rezervasyonu, uçak bileti alımı, kafamızı kaldıramayız genelde.

Birlikte bir taksiye binip meydanın yakınına kadar gittik, oldukça kalabalık gözüken meydana doğru yürüdük. Saat 12’de patlatılmak üzere yolun kenarında satılan ucuz şampanyalardan tanesi 20 Euro’dan 4 adet aldık. Bu sefer parasını Nazan ödedi. Zaten bana hiçbir şey ödetmiyorlardı. Meydan ağzına kadar doluydu gerçekten de. Ön guruplardan biri şarkı söylüyordu. Ama bildiğimiz o klasik İtalyan romantik şarkılarından değildi, biraz Rock temalı şarkılardı bunlar.

Santa Maria Kilisesi’nin önündeki merdivenlerde sahneye oldukça uzak bir yer bulduk. Çantalarından küçük minderler çıkardılar üç tane, bana da otelden yürüttükleri minderi. Oturmayacağımı söyledim. Bu sefer de çantalarından iki şişe Jack Daniel çıkardılar. Bardak yoktu, ilk bana uzattılar, kafama diktim. Sonra sırayla üçü birden.

Saat 11 olduğunda, Sema birden dudaklarımdan öptü beni ve “Mutlu yıllar Aybars, yeni yılın kutlu olsun” dedi.

“İyi de daha bir saat var yeni yıl olmasına” dedim şaşkınlıkla.

“Olsun şu an Türkiye’de yılbaşı. Biz de Türküz, o zaman yeni yılın kutlu olsun” deyince gülümsedim.

“Peki ya burada yılbaşı olunca ne yapacaksın?”

“Onu otelde, odanda alacaksın yakışıklım.”
 
 
Metin Çoban
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

3 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 18 Temmuz 2023 at 12:27

    Enfesti 👌🏻
     
    Vatikan’ı rehbersiz gezmiştim. Keşke seninle gezseymişim, diye düşündüm. Ve işin kötüsü şimdi bir daha gitmek istiyorum ama bu sefer bir rehberle gezeceğim. Yok yok, yan faydalar 😝 yüzünden değil 😂, cidden bu şekilde dinlemek için 😁
     
    Bir de şunu düşündüm; soyadını gerçekten seviyorsun 😉 Instagram kullanıcı adında, öykülerinde buna eğlenceli göndermeler yapman çok hoş 😁
     
    Kalemine sağlık canım. Bir sonraki hikâyeyi büyük bir merakla bekliyorum.

  • Yanıtla Metin Çoban 18 Temmuz 2023 at 12:55

    Canım benim, gençken amatör rehberlik yapmıştım. Bu tür yan faydaları da çok yaşadım tabii ki 😃
     
    Soyadım konusuna gelince, aslında çocukken benim için büyük sorundu, bütün mahalle ve okul arkadaşlarım “Çoban, çoban koyunların nerede?” diye alay ederlerdi. Lise çağlarında ise “çoban” lakabım oldu.
     
    Instagram ismi “shepherd” tam da bu hikâye ile ilgili. Normal kullanılan İngilizcede, çoban mesleği olarak karşılığı “shephard”tır. Ancak İsa’nın, “Ben sizin çobanınızım” dediği çobanlık, yol gösterici, izinden yürünen kişi anlamına geldiğinden bu çobanın İngilizce karşılığı “shepherd”. Benim retorik kafam böyle işte. 😃
     
    Yazım için yapmış olduğun yorum için çok teşekkür ederim. Daha iyilerini yazmaya çalışacağım.
     
    Sevgiler ❤️❤️

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 18 Temmuz 2023 at 14:17

      Vaowww yeni bir şey daha öğrendim. Hiç bilmiyordum “shephard” ve “shepherd” arasındaki farkı. Profil ismindeki yazımın farklı olduğunun dahi ayırdına varmamıştım.
       
      Var olasın Metin Hocam 😁❤️

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan