Belki evet, uçurumlar var iki bakış arasında. Belki imkânsız görünüyor bazı dostluklar. Ama öyle bir mecra ki bu dünya kartal ile tavşanı yoldaş edebilir, şeker ile tuzu da, siyah ile beyazı da. Aşk vardır. Birbirine zıt görünenler arasında.…
Kuşkusuz Geçecek bu zor günler de Yerini belki daha zorlarına bırakarak Biraz daha pişmiş Biraz daha olmuş, anlamış Ve elbet Biraz daha yorulmuş olacağız Büyümenin bedelini ödeye ödeye Yan yana ve can cana olmanın Gerçek sevginin Duruluğun, sadeliğin değerini anlayacağız Yeni yeni şiirler büyüyecek…
İçimizdeki çocuk, dışımızda hissedilmeli, duruşumuzda yaşamalı, bakışımıza yansımalı, içimizde hapsolursa hiçbir kuşun kanat çırpışı, hiçbir rengin yansıması güç katmaz gücümüze. O yüzdendir, bu zor dünyayı bırakalım içimizdeki çocuklara. Şimdiden daha iyi olacağına kefilim çünkü büyümek, büyüttü dertleri. Hatırlatsın içimizdeki çocuk; dünya bir misafirhane, kötülüğe…
Kaybolma sakın fikrimin derinlerinde. Hep öyle baksın ki bana gözlerin en zor zamanlarda dahi kötümserliği savurup denizlere atabileyim.…
Dünyaya yeni bir bahar getirdi Elleri yumuk yumuk Rayihasında cennet bahçeleri En sevgili şiirler gibi Nasıl da hayat dolu güzel gözleri Mavilikler serperken o hayatsı bakışlar Annesine derdini anlattı minik “Varlığım yorgun anne, yorgunum İçimi saran bu yorgunluk, olmasın sonum.” Henüz iki buçuk…
Dört yandan içtenlik bekliyorum. Dört yana haykırıştır bu. Daha fazla kaybedecek zaman yok. Yorgun akrep ile yelkovan. Uyan daldığın o yalan uykulardan. Kendine gel, yapabilirsin. Hadi be insan. Hadi be insan.…
Asra düşen felaketler, yüzümüze, gözümüze, en çok da gönlümüze çarpan acılar ders olsun. El ele tutuşmanın, yan yana ve can cana olmanın değerini bilerek, severek ve bu sevgiyi ifade ederek yaşama haklarına saygı duyarak her canlının ve her ânın bizden insanlık beklediğini unutmadan, tükenmeden…
Renklerin ahengiyle sar gönlünü arkadaş, yoldaş bil siyah ile beyazı. Tenden ötürü senden vazgeçme. Seni kaybetme, iki kendini bilmez sözle. Diline sahip çık. Kalbindeyse dilindeki kalbini temizle… Ki sen insan, haddi sınırlı, ömrü sınırlı, varlığı anlamlı güzel yaratık……
Doğumum sonrası gitmiş olsam da ilk fırsatta sana koşup vardım İstanbul. Onca sene toprağına uzak kalsam da her saat hasretinle yandım İstanbul. Beni sen büyüttün ve sen adam ettin. Beni bana anlattın, intizam ettin. Yanlış adımlar attım, muntazam ettin. Seninle bensizliği savdım İstanbul.…
Hak edilmemiş mevsimler niye gelsin? İnsan varken deniz nasıl temizlensin? Evet! Kötü olan her şeyin sebebi sensin. Sormamız lazım soruların gerçeğini…İnsan ne zamandır kendini avlamakta? Oturduğu yerden iyileri (!) favlamakta? …
Güzde kapıyı çalan sarsıntı. Ekmeği, nefesi, umudu kursakta bırakan karanlık his. Ve sonrasında devam eden korku, telaş. Kesilen ve yükselen sesler. Ve yine ağır, yepyeni bir imtihan. Sebebi oluşturan da, sonuca katlanan, katlanamayan da insan……
Şu dünyaya gelirken sevmeyi çok sevmişim. Büyüdüm, bırakmadı beni asla geçmişim. Bir karınca misali emektar gayretkeşim. Heyecanlı heceler. Baharı görmek için……
Türlü vakitlerinde bu şehrin, türlü dertler edindim. Farklı sevinçler yaşadım. Müjdeler aldım, verdim. Kasvetli yollarında ömür harcayarak gittim, geldim. Kimi zaman haytalığı, kimi zaman sükûneti seçtim. Borçlandım, vaktinde ödedim……