Çocukluk Bizde Kalsın

Oyuna Devam

14 Mart 2024

Yazı: Oyuna Devam | Yazan: Funda Yıldız Çağlar

Çocuktum, ufacıktım
Şimdi büyüdüm, çocuğum var.
Ben hep sorular sorardım,
Karşımda aynı sorular.
Oyuna devam.

Bülent Ortaçgil’in o çok sevdiğimiz şarkısından bir bölüm: Oyuna Devam.

Bir önceki yazımda çocukların temiz havada serbest oyun oynamalarının ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Bu yazımda da “Oyuna devam!” demek istiyorum izniniz olursa.

Hiç düşündünüz mü oyun dediğimiz şey nedir? Kimler oyun oynar? Sadece çocuklar için midir oyunlar? Bulduğu her nesneyi oyun arkadaşı yapma potansiyeli sadece çocuklara ait bir özellik midir? Hiç sanmam.

Hatta birçok yetişkinin yorucu bir günün ya da sıkıcı bir toplantının ortasında oyun oynamaya can, ciddiyetlerine gölge düşmesin diye de kırk takla attıklarından neredeyse eminim. Aramızda gerçeklerden sıkılıp hayallerinde olsun oyun oynamayan kimse var mı? Bunu nereden bildiğimi sormayın lütfen. Koca koca adamların lego dükkanlarının vitrinlerine yapıştığını, ciddi iş insanlarının bebeklerle oyun kurup çocuklarıyla evcilik oynadıklarını da siz de sıklıkla görüyorsunuzdur. Bunu sadece çocuklarının hatırı için yapıyormuş gibi davranarak oyun içinde oyun kurmak da ayrı bir yetenek.

Neyse, şimdi dönelim sorumuza. Oyun nedir, tanımı nasıldır? Sık sık kullandığımız bir sözcük olmasına karşın oyunun tanımını yapmakta zorlanmamız nedendir? Janet Moyles, The Excellence of Play adlı kitabında bunu şöyle açıklıyor:

“Oyun kavramını anlamak, su baloncuklarını yakalamaya çalışmaya benzetilebilir. Her ortaya çıktıklarında, sanki tutulacak bir şeymiş gibi hissedersiniz. Kısa ömürlü doğası gereği, ele alındığında çözünüp gider.”

Her ne kadar daha çok çocukların bulunduğu ortamlarda önemsiz bir sosyalleşme becerisi gibi görülse de oyun aslında insanlığa özgü bir kavramdır. Medeniyetlerin kurulmasında ve yok olmasında, sanatın var olmasında ve gelişmesinde, kültürün aktarılmasında aslında en büyük rol çağlar boyunca oyuna ait olagelmiştir.

Hollandalı bir tarih profesörü olan Johan Huizinga, 1938 yılında yayımladığı “Homo Ludens, Kültürün Oyun Unsuru” adlı eserinde bu konuyu uzun uzun anlatır ve bilge insan “homo sapiens” ve alet yapan insan “homo faber”i oyun oynayan insan “homo ludens” ile karşılaştırır. Huizinga’nın yapmaya çalıştığı oyunun tüm olgulardan daha eski olduğunu hatta kültürleri oluşturduğunu ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Arkaik çağ topluluklarında beslenmeyi ve dolayısıyla hayatta kalmayı sağlayan avlanmanın kültür olmadan önce oyun olduğunu, kültürün bu oyunlarla ortaya çıktığını söyler. Yani insan denilen canlı Huizinga’ya göre türünü sürdürebilme becerisini bir anlamda oyuna borçludur.

Kabaran Tüyler, Açılan Pençeler, Sivri Dişler

Homo Ludens isimli kitaptan beni çok eğlendiren bir bölümü de sizinle ayrıca paylaşmak istiyorum. Belgesel izlemeyi sevenler çok iyi bilir. Hayvanlar birbirleriyle etkileşim halindeyken genellikle korkunç görünürler. Kabaran tüyler, açılan pençeler, sivri dişler. Aslında bu korkutucu görüntüler oldukça neşeli oyunların bir parçasıdır. Huizinga oyun oynayan vahşi hayvanlarla ilgili gözlemlerini eserinde paylaşmış.

Ben bunu biraz ileriye taşımak ve sizi teneffüs saatlerinde çocukların oyunlarını izlemeye davet etmek istiyorum. Korkudan nefesinizin kesileceğine bahse girerim. Benim gibi çocuklarla çok zaman geçiren biriyseniz aslında bizim yüreğimizi ağzımıza getiren bu görüntülerin, insan türünün ilk büyük etkinliği olan iletişim kurma, öğrenme, emredebilme becerilerinin vücuda gelmiş hali olduğunu deneyimlersiniz.

Madem oyun, yaştan ve yaşanmış yıllardan bağımsız olarak insana ve insanlığa özgü bir kavram biz nerede ve nasıl yolumuzu kaybettik? Doğası çok karmaşık olan oyun kavramını dilimize basit işlerden dem vururken kullanacak şekilde ne zaman yerleştirdik?

Türümüzün sürmesini sağlayan etkinliği basit bir işi tarif ederken “çocuk oyunu” diye nitelendirmek ilk kimin aklına geldi?

Bu sorulara cevap vermek mümkün olmasa da şimdi neler olduğunu kavramaya çalışıp belki bakış açımızı az da olsa değiştirebiliriz. Günümüzde oyun ve oyun oynama güdüsü yetişkinler tarafından özellikle de çocuk ilköğretime başladıktan sonra çoklukla, gereksiz ve okul dışında bırakılması gereken bir yaşantı olarak eleştiriliyor. Çocuklardan oyunu bir anda hayatlarından çıkarmaları ve akademik hayata ani bir giriş yapmaları bekleniyor. Okullarda yoğun müfredatlar da genellikle bu beklentiyi pekiştiriyor.

Diğer taraftan oyunun çocukların hayatında çok önemli bir yere sahip olduğunu, aslında sürekli bir öğrenme ve kendini ifade etme biçimi olarak kullanılabilecek en işlevsel araç olduğunu fark eden yaratıcı kurumlar ve öğretmenler oyunu ders programlarının bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar. Çocuk merkezli eğitim anlayışına göre, öğrenmenin duygusal temelini göz önüne aldığımızda özellikle yeni bir konuya başlarken kullanılan eğitsel oyunlar öğrenmenin daha kalıcı olmasına yardımcı oluyor. Öğrencilerde sosyalleşme, başkaları ile iş birliği içinde çalışma, iletişim becerisi gibi alanların gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Eğitsel oyunlar sayesinde çocuklar kendilerini daha rahat ifade edebiliyorlar, araştırma istekleri gelişiyor, eğitimi buyurgan bir angarya olarak değil, eğlenceli bir yolculuk olarak görmeye başlıyorlar.

Bu yazımda da “Einstein Hafıza Kartları Kullanmazdı” isimli kitaptan bir alıntı eklemek istiyorum:

“Sonuçları öğrencinin geleceğini belirleyecek olan testlerin” başrol oynadığı yeni eğitim hareketinde, önemli olan doğru cevaplar olsa da gerçekten yaratıcı, en anlamlı katkıları sağlayan bireyler, hâlihazırda formülleri belirlenmiş problemlere cevap bulmaktan daha fazlasını yapabilir. Bu bireyler, yeni sorular sormayı ve yeni cevaplar bulmayı nasıl öğrenir? Tabii ki oyun vasıtasıyla. Oyun çok yönlü ve kıvrak yetenekleri geliştirir. Oyun, problem çözmenin gerçekleştiği yerdir. Ancak, oyun sadece bizim dönemimizle ilgili bir kavram değildir. Einstein, şu cümleyi söylediğinde, oyunun önemini gayet iyi biliyordu:

“… oyun yaratıcı bilimsel düşüncenin en önemli özelliği gibi görünmektedir. Diğerleriyle iletişim kurmak için, kelimeler ve birbirleriyle ilişkili olabilecek diğer işaretleri mantıklı bir şekilde bağlamaya henüz başlamadan önce bile.”

 
 
Funda Yıldız Çağlar
 

Kaynakça

  1. (Moyles, Janet 2010, The Excellence of Play- Open University Press
  2. (Huizinga, Johan 2022), Homo Ludens-Ayrıntı Yayınları
  3. (Kolektif, 2017), Einstein Hafıza Kartları Kullanmazdı

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

9 YORUMLAR

  • Yanıtla Zübeyde 14 Mart 2024 at 15:18

    Muhteşem bir yazı olmuş, kaleminize sağlık Funda hanım. Kendini geliştiren değil, itaat edilmesi istenen bir toplum yaratmanın en kolay yolu uzun yıllardır eğitim diye bize dayatılan. Heyecanla bir sonraki yazınızı bekliyoruz.

    • Yanıtla Funda Yıldız Çağlar 19 Mart 2024 at 14:13

      Çok teşekkür ederim.

  • Yanıtla Ferhunde Uzun Bektaş 15 Mart 2024 at 18:52

    Funda’cığım emeğine , aklına sağlık. Oyunun çocuğun hem bilişsel hem ruhsal gelişimine katkısını ne güzel anlatmışsın. Güzel yazını okulların işleyişini , müfredatını belirleyen birimlere , Milli Eğitim Bakanlığı ‘na okutabilmek anlamlı olurdu. Çocuklarımızın sınav stresi yaşamadığı, doya doya oynayabildiği güzel yarınlara varabilmek umudunu hiç yitirmeyelim .

    • Yanıtla Funda Yıldız Çağlar 19 Mart 2024 at 14:18

      Sevgili Ferhunde, çok uzun yıllar geçti birlikte çalışmamızın üzerinden. Zaman geçti gitti ama çocukların yaşadığı zorluklar hep aynı kaldı. Hatta her geçen gün daha da zorlaşıyor yaşamları, özellikle büyük kentlerde. Umalım da gelecek günler daha iyi olsun.

  • Yanıtla Haydar Arslan 15 Mart 2024 at 23:02

    İnsanın anayurdu çocukluğudur. O halde çocukluğumuz güzelse, oyunlarla neşeli büyümüş, canlıları sevmişse bir çocuk her şey çok güzel olacaktır.
    Çok güzel anlatmışsınız konuyu. Ne mutlu içindeki çocuğu yaşatanlara! Yüreğinize sağlık canım öğretmenim. 💐💐
    Haydar Arslan

    • Yanıtla Funda Yıldız Çağlar 19 Mart 2024 at 14:19

      Çocukların çocukluklarını doyasıya yaşadıkları bir dünyaya en kısa zamanda kavuşmalarını umalım Haydar Öğretmenim.

  • Yanıtla Metin Çoban 17 Mart 2024 at 11:14

    Funda yazının çocuk oyunlarından bahsederek büyükleri vurması şahane olmuş. Kesinlikle biz yetişkinler o çocukken oynadığımız oyunları ve oyuncakları özleyerek yaşıyoruz. Çocuklarımıza aldığımız oyuncaklarla ilk biz oynuyoruz, ya da onlarla birlikte oynuyoruz. Kız çocuğun varsa ona Barbi bebek aldıysan kendine de bir Ken bebeği almalısın yani😂
    Ancak son zamanlarda oyuncaklar dijital alet ve yazılımlar oldu maalesef, buda kişisel iletişim konusunda biraz sıkıntılar yaratıyor. Artık çocuklar nesnel oyuncaklara çok temas etmiyor. Gerçi hayal güçlerinin şu anda daha fazla olduğu kanısındayım. Tek korkum sosyalleşme ve kişisel becerilerin azlığı.
    Yazını çok beğendim keşke 10-14 yaş gurubuda okuyabilse. Oyun oynamak ne kadar önemli kavrayabilseler.

    • Yanıtla Funda Yıldız Çağlar 19 Mart 2024 at 14:22

      Beğenmene çok sevindim Metin. Aslında hem çocuklar hem yetişkinler oyunun kıymetini bilse. Hep gülsek eğlensek. Çocukların yakasından azıcık düşsek 🙂

  • Yanıtla Belgin Gülersel Derelioğlu 19 Mart 2024 at 00:00

    Yazıyı çok beğenmekle kalmadım, hiç anlamadığımı keşfettiğim bir farkındalık yarattı bende.
    “…Hayvanlar birbirleriyle etkileşim halindeyken genellikle korkunç görünürler. Kabaran tüyler, açılan pençeler, sivri dişler. Aslında bu korkutucu görüntüler oldukça neşeli oyunların bir parçasıdır….”
    Ne güzel ve yerinde bir alıntı.
    Kaleminize sağlık. İkinci yazı ilkinin devamı niteliğinde, ister istemez bir sonrakini merak ettim.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan